Ersin Nazif Gürdoğan dostumla Al Barka Türk Finans’ta çalışırken tanıştık. Bir müddet sonra irtibatımız kesildi. 1990’lı yıların başlarında tekrar bir araya geldik. Yeni Şafak Gazetesi’nde yazıyordu. Gaybubeti sırasında Erzurum Üniversitesi’nde Dr, Doçent ve Profesör unvanlarını almıştı. İlk röportajı 20 Haziran 2014 târihinde, 6. ve son röportajı ise 23 Aralık 2023 târihinde yapıp yayınlattım. 7. Röportajın sorularını 2024 Ağustosu’nun başlarında hazırlayıp gönderdim. 3 defa telefon edip, yapılması gereken işlerinin çokluğu sebebiyle özür diledi. Bir araya geleceğimiz günü beklerken, vefat haberi geldi. Cenâb-ı Allah’ın sâlih kullarından, Peygamber Efendimizin sadık ümmetinden idi. Allah Rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun.
‘Dünyâda tek hakikat ölümdür’ denilir. Bu sözün doğruluğu tartışılabilir. Çünkü ölen bedendir. Ruh yaşamaya devam eder. İnsan, toprağa verildiğinde değil, adının anılmadığı zaman ölmüş demektir. Yaptığı iyiliklerle, vatana ve millete hizmetleriyle anılan, adından bahsettiren insan, yaşamaya devam ediyor demektir. Mânevî varlığı her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yasifun ve selâmün alel murselin velhamdülillahi rabbil âlemin. El-Fâtiha...
Aziz hâtırâsını tâzim maksadıyla eski röportajlardan kısa bölümler ve makalelerinden berceste cümleler sunuyorum:
* * *
Oğuz Çetinoğlu: İnsanı değerli kılan unsurlar, ahlâk ve bilgidir. İnsanoğlu bilgi edinmekle iktifa etmemeli, öğrendiklerini, aklını kullanarak geliştirmeli, ilim hâline getirmeli. Orada da kalmayıp oluşturduğu ilimleri, tefekkürle irfan hâline dönüştürmeli.
Âlimlerin belirttiğine göre irfan, bilgiden 1000 kat, ilimden ise 100 kat daha kıymetlidir.
Anlaşıldığına göre işin temelinde bilgi var. Günümüz dünyâ gerçeğinde ise, ‘bilgi ve kültür kirliliği’ olarak adlandırılabilecek yanlış ve hatta zararlı bilgiler var. Bu zararlı bilgiler, ahlakî çöküntülere sebebiyet veriyor.
Sizinle bu meseleleri konuşmak istiyorum. Genel mâhiyetteki bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz?
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan: Ekonominin ahlâkî değerlerden koparılarak; târih içinde eşi görülmedik bir biçimde ön plana çıkarılmasının sonucunda, en azından Batı ülkeleri için, bunalımsız ve problemsiz bir topluma ulaşılacağı ümit ediliyordu. Ancak ümit edilenin tam tersine, Batı dünyâsı giderek, önüne geçilmesi zorlaşan, sosyal dağılmaya ve ahlakî çözülmeye doğru büyük bir hızla ilerliyor.
İktisat, sosyal ve kültürle alakalı krizler birbirini tâkip ederek, değişik alanlarda etkilerini giderek artırmaya başladı. Sanayileşmeyle yaygınlaşan çevre kirlenmesine paralel olarak, çoğalan değer karmaşası, politikadan edebiyata kadar her alana yayılarak, büyük bir bilgi ve kültür kirlenmesine yol açtı. Kültür kirlenmesi çevreye, toprak, su ve hava kirlenmesi olarak yansıdı.
Çetinoğlu: Kirlilik yalnızca çevreyi mi kirletiyor?
Prof. Gürdoğan: Sınırsız kazanma tutkusuyla hız ve yoğunluk kazanan sanayileşme, yalnızca çevreyi kirletmekle kalmıyor, çevre ile birlikte insanın zihnî ve fizikî gücünü de tahrip ederek, kültür kirlenmesini de hızlandırıyor. Sanayileşmenin ana dinamiği olan, daha çok üretim, daha çok kazanç ve daha çok tüketim isteği, bir yandan çevrenin, diğer yandan kültürün kirlenmesini artırıyor.
Tüketim yarışıyla daha bir hız kazanan çıkar kavgası, öyle bir değer sistemi oluşturdu ki, bu değer sistemi içinde yer alan insan için, kısıtlayıcı hiçbir ahlakî ve insanî değer kalmadı. Savaşların en şiddetli olduğu bir dönemde, eğlence dünyâsında hayâsız yayınlar ve uyuşturucu üretimi, silah ticaretinden çok daha fazla kazanç sağlıyor. Bunun için, kitle haberleşme araçlarında, cinsiyet unsurları başköşeyi tutuyor.
Ekonomiden edebiyata kadar her alana, Freud'ün niteliklerini sergilediği insanlar köşe başlarını tutuyor. Dünyânın her yerinde, ekonomi ve kültür politikaları, kendini iktisadî çıkarlara adamış insanlarca belirleniyor. Ekonomiyi, rasyonellik adına kazanç sağlama tutkusu; insanı da özgürlük adına cinsiyetle alakalı tutumlar yönlendiriyor. Bunun sonucunda, bir yandan tabiat ve çevre, öte yandan da kültür ve değerler kirleniyor.
Çetinoğlu: Bilgi ve kültür kirlenmesi, çevre kirliliğinden daha fazla diyorsunuz… Peki, Batı bu durumun farkında mı?
Prof. Gürdoğan: Evet! Başta Batı ülkeleri olmak üzere, bütün ülkelerde çevreden daha çok kültür ve bilgi kirlenmesi var. Dehşet verici bir kültür ve bilgi kirlenmesiyle karşı karşıya olunmasına rağmen, kimse böyle bir kirlenmenin varlığını kabul etmeye ve tedbir almaya yanaşmıyor. Değer çözülmesi, yozlaşma, yabancılaşma ve sekülerleşme gibi kavramlarla, açıklanmaya çalışılarak, bilgi ve kültür kirlenmesi bir yandan ekonomiye bağlanırken, diğer yandan da onların kültürle olan bağları göz ardı edilerek, kirlenmenin ulaştığı boyutlar görmezden geliniyor.
Bütün dünyâda çevre kirlenmesinden söz ediliyor. Doğu'dan Batı'ya pek çok ülkede hükümetlerde çevre meseleleriyle ilgilenen bakanlıklara yer veriliyor. Dünyâda hemen hemen her üniversitenin bir çevre mühendisliği bölümü vardır. Çok sayıda kurum ve uzman çevre kirlenmesi üzerinde çalışıyor. Buna karşılık, kültür ve bilgi kirlenmesini ciddi olarak araştıran kurumlar olmadığı gibi, konunun gündeme getirilmesinden de kimse hoşlanmıyor.
Kültür ve bilgi kirlenmesinin ortaya çıkardığı dertler yanında, çevre kirlenmesi önemini ve önceliğini yitiriyor. Çünkü kültür ve bilgi kirlenmesi sonucunda aile dağılıyor, alkollü içki tüketimi ve uyuşturucu madde alışkanlığı artıyor, hırsızlıklar, yolsuzluklar ve cinayetler giderek önü alınamaz boyutlara ulaşıyor.
* * *
Oğuz Çetinoğlu: ‘Algılama operasyonu’ denilen kavram, aslında ‘beyin yıkama ameliyesidir’ denilebilir. İnsanlar, ihtiyaç duyduklarını değil, kütle iletişim araçlarıyla kendilerine dayatılan her şeyi almaya yönlendiriliyor. Bu drumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Gürdoğan: Evet! Kitle haberleşme araçlarının baskılarıyla, insanlar tabîi hayattan uzaklaşarak, doğru düşünme ve doğruyu arama sorumluluğundan kurtulduklarını sanıyor. Tüketim dünyâsında insanların değerleri, ne olduklarından önce, ne olmaya çalıştıklarına göre belirleniyor. Yaşı ve işi ne olursa olsun, herkes tükettiği ürün ve hizmetlere göre değer kazanıyor. Kimse evinden veya sâhip olduğu arabasından daha değerli kabul edilmiyor.
Çetinoğlu: İnsan şuurunun esir alınmasının neticesi olsa gerek…
Prof. Gürdoğan: Kitle haberleşme araçlarıyla dünyâ ölçüsünde, yaygınlık kazanan tüketim kültürü, insanın gönlünün olgunlaşmasına ve ruhunun yüceltilmesine hiçbir katkıda bulunmadığı gibi, gerçek bilginin kirlenmesine de hız kazandırıyor. Bütün ülkelerde insanlar çevre kirlenmesinden daha çok bilgi kirlenmesiyle karşı karşıya olduklarının farkında bile değildir. Çevre kirlenmesinin kaynağı sanayi kuruluşları, bilgi kirlenmesinin kaynağı ise, başta gazeteler olmak üzere bütün kitle iletişim araçlarıdır.
Kitle iletişim araçlarının, abartılmış ve kurmaca haberlerinin yol açtığı yoğun bilgi kirlenmesi içinde, insanların gerçek bilgi kaynaklarıyla bağları büyük ölçüde koptu. Ekonomiden siyasî alana kadar hayatın her alanında etkisini gösteren, bilgi kirlenmesiyle ilimlerin hiyerarşisi altüst oldu. İlimlerin hiyerarşisinde tepe noktasında yer alan, mukaddes kaynaklardan beslenen bilgeliğin yerine, seküler kaynaklardan beslenen bilgiler geçti.
Çetinoğlu: Tünelin öbür ucunda mutlaka ışık olmalı… Değil mi?
Prof. Gürdoğan: Onu söyleyecektim… İnsanlara yaşanılan dünyânın dışında, yeni bir dünyânın kapılarını, kirlenmemiş sözün ustası, akılları hem başlarında, hem de gönüllerinde olan, bilgi ve bilgeliği altın oranda harmanlamasını bilen büyük bilgeler açacaktır. Bilgeliğe dönüşen bilgiyi, bilgiye dönüşen bilgeliği şahlandırmadan, düşünce ve eylem dünyâsı yeni boyutlar kazanmaz.
Bilgelik sınırların ötesinde, ülke kültürlerinin üstünde, bütün bilgeleri buluşturan yeni dünyâ ayrı bir dünyâdır. İnsanlık târihinin içinden konuşan bilgelerin dışında hiç kimsenin yeni dünyânızın kapılarını açması mümkün değildir.
Çetinoğlu: Devlet idârelerinde siyâset ‘çok şey’ idi. Çizdiğiniz tabloya göre siyâset artık ‘her şey’ olma yolunda hızla ilerliyor. Üstelik kirlenmiş, kirletilmiş bir siyâset anlayışı… Bu noktaya nasıl gelindi?
Prof. Gürdoğan: Teşhisiniz doğru… Siyâset kirletildi. Bu noktaya nasıl gelindiğini şöyle izah etmek mümkün: Batı dünyâsı Asya ve Afrika'nın doğal kaynaklarına el koyarak, İngiltere'nin öncülüğünde gerçekleştirdiği sanayi devrimiyle, geçmişte benzeri görülmedik bir zenginliğe kavuştu. Batı ülkelerinin endüstriyel üretim gücü, doruk noktasına ulaştı. Batılı insanın ihtiyaçlarının ötesinde istekleri de fazlasıyla karşılanıyor. Batılı insan herkesin gözlerini kamaştıran en son, en yeni endüstriyel ürünlere sâhiptir. Batılının istediği önünde istemediği ardındadır. Batılı insan elde ettiklerini kaybetmekten korkuyor.
Çetinoğlu: ‘Batılı insan’ derken kimleri kast ediyorsunuz?
Prof. Gürdoğan: ‘Batılı’ derken anlatılmak istenen Amerikalısıyla, Rusyalısıyla ve Avrupalısıyla bir uçtan diğerine bütün batılılardır. Söz konusu korku; Camus, Faulkner veya Malraux'un sözünü ettiği cinsten bir korku değildir. Batılı ülkeler, Asya ve Afrika ülkelerinde, ulaştıkları zenginliği tehlikeye düşürecek, demokratikleşme çalışmalarından ve kültür hareketlerinden korkuyor.
Batı dünyâsı, başkalarının kaynaklarına el koyarak büyüttüğü zenginliğin, büyük soygunlara dayandığını görmenin dehşetini yaşıyor. Artık dünyânın kaynaklarını yok pahasına elde edemeyeceğinden korkuyor. Müslüman dünyânın kendileri gibi yaşamadıklarını, kendileri gibi yemediklerini, kendileri gibi giyinmediklerini, kendileri gibi içmediklerini ve kendileri gibi düşünmediklerini gördükçe, Batılıların korkusu bir kat daha artıyor.
Batılılar yakaladıkları ekonomik gücün yok olup gitmesinden, yakaladıkları üretim ve tüketim seviyesini düşürmekten korkuyor. Batı ülkeleri değişik yöntemlerle destekleyerek güçlendirdikleri dayatmacı siyasî yapıların, İslâm dünyâsındaki demokratik hareketler tarafından yıkılmasından endişeleniyor.
Çetinoğlu: ‘Korkunun ecele faydası yoktur.’ Sözünden teselli umabilir miyiz?
Prof. Gürdoğan: Elbette… Kaybedecek şeyleri çok olanlar korkar. Batılılar gibi zenginliklerini, başkalarının fakirliklerine borçlu olanlar, daha çok korkacaktır.
Çetinoğlu: Tespitlerinize göre İslâm kültürü ile batı kültürü arasındaki farkları belirtmeniz mümkün mü?
Prof. Gürdoğan: Mukaddes kültürün ana kaynağı İslâm kültürü seküler kültür gibi, tek dünyâ kültürü değil, iki dünyâ kültürüdür. İki dünyâ birbiriyle altın oranda harmanlanır. Hayatın bütün boyutlarında belirleyici olan ekonomi değil kültürdür. Batı dünyâsının seküler kültürü Doğu dünyâsının mukaddes kültürüyle içselleştirilir. Batı'da mukaddes kültür adına ne varsa hepsi Doğu'dan ödünç alınmıştır. Geçen yüzyılda dünyâda Batılılaşma tartışıldı. Gelen yüzyılda dünyâda Doğululaşma tartışılacaktır.
Çetinoğlu: Peki Efendim, köprübaşlarını tutan Deli Dumrullardan kurtulmanın çâreleri bulunabilecek mi?
Prof. Gürdoğan: Çârelerin olduğu muhakkak. Dünyâda ne olup ne bittiğinin üzerinde tutarlı bir çalışma yapılırsa, ilk olarak yapılması gereken, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla ortaya çıkan otorite ve sorumluluk boşluğunu dolduracak, ‘Müslüman Ülkeler Birliği’ni kurmaktır. Ayrıca bu konuda atılmış olan adımları hızlandırmak, kültürden ekonomiye kadar her alanda işbirliği yapmak gerekir. Daha yerinde bir deyişle, İslâm dünyâsı yeryüzü ölçüsünde saflarını sıklaştırmak mecburiyetindedir.
Dirsek teması, namazda olduğu gibi gönül temasına geçmenin ilk ve önemli adımıdır. Bunun için, sürükleyici özelliğe sâhip olan Türkiye gibi bir ülkenin baş çekmesi bir adım öne çıkması gerekir Öne çıkan ülke, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda Beylikleri çevresinde toplamasında olduğu gibi, haksızlığa uğrayan, ezilen ülkelerle birlikte Müslüman ülkeleri yanına alarak, sözü edilen birliği kurma yolunda gayret etmelidir.
Çetinoğlu: Nâzım rolü Türkiye’ye veriyorsunuz…
Prof. Gürdoğan: Toparlayıcı ve sürükleyici olmada en güçlü aday Türkiye'dir.
Prof. Dr. ERSİN NAZİF GÜRDOĞAN:
1945 yılında Eskişehir'de doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Makina Mühendisliği alanında yaptı. İşletme İktisadı Enstitüsü'nün uzmanlık programını 1968 yılında tamamladı. Devlet Planlama Teşkilatı'nda 1968 yılından 1972 yılına kadar uzman olarak çalıştı. Erzurum Üniversitesi’nde başladığı akademik çalışmalara, Maltepe Üniversitesi’nde devam etmektedir. Gürdoğan 1975'de doktor, 1987'de doçent ve 1994'de profesör oldu. Evli ve üç çocuk sâhibi olan Gürdoğan, Mâverâ Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı.
Gürdoğan'ın yayınlanmış kitapları:
1-Üretim Planlamasında Doğrusal Programlama ve Demir Çelik Endüstrisinde Bir Uygulama, 2-Ticarî ve Sosyal Açıdan Proje Değerlendirme Yöntemleri, 3-İşletmelerde Yatırım Yönetimi, 4-Girişimcilik ve Girişim Kültürü, 5-Hicaz'dan Endülüs'e, 6-Günler Akarken, 7-Zamanı Aşan Şehirler, 8-Teknolojinin Ötesi, 9-Kültür ve Sanayileşme, 10-Görünmeyen Üniversite, 11-İki Dünyânın Hesaplaşması, 12-New York'tan Los Angeles'a Yeni Roma, 13-Kirlenmenin Boyutları, 14-Düşünceyi Eylem Bilmek.
(ÖNCE VATAN GAZETESİ, 19 Ekim 2019 Cumartesi)
Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’dan Berceste Cümleler:
*Edebiyat kitapları toplumların yollarını, ‘Yitik Cennet’e çıkaran, eşsiz yol haritalarıdır.
*Dünyâda Cennet’i aramayanlar, bütün dünyâyı Cehennem’e dönüştürürler.
*Cennet Âdem’in ve Havva’nın çocuklarının, ana yurdudur, baba evidir.
*Kötülüklerden iyiliklere, yanlışlıklardan doğruluklara, çirkinliklerden güzelliklere doğru, uzun bir yürüyüşe çıkan Anadolu insanına, bin yıllık tarihi boyunca, edebiyatın dorukları, kılavuzluk yapmıştır.
*Dünyâyı dehşete düşüren, çevresine ölüm saçan, hayata düşman insanın, karşısına hayata dost insanı çıkarmak, edebiyatların ve edebiyatçıların görevidir.