Abdullah KÖKTÜRK

Eğitimci - Siyasetçi

Bir Öğrenci İsterse Neler Yapamaz ki

Bir köy çocuğu olarak iş bulmak ve çalışmak maksadıyla 1970-1971 eğitim öğretim yılında İzmit Sanat Okulu torna-tesviye bölümüne kaydımı yaptırdım. O yıllarda Sanat Okuluna imtihanla öğrenci alınırdı. Öyle ki Sanat Okulunu kazanmak normal bir üniversiteyi kazanmak kadar da zordu.

 Nihayet okula başladık ve beraberinde 1972-1973 eğitim öğretim yılı dönemini de iyi derece ile tamamlayarak İzmit Endüstri Meslek Lisesi torna-tesviye bölümünden mezun olduk.

Okulu bitirir bitirmez de çalışmak için Gölcük Tersane Komutanlığına başvurduk. Yapılan yazılı ve sözlü sınavları da geçerek fabrikada çalışmaya başladık.

Ama hedefim okumaya devam ederek arzum olan Siyasal Bilgiler Fakültesine gitmekti. Ancak Sanat Okulu mezunları bu bölüme kabul görmüyorlardı.

Birinci hedefim bir köy çocuğu olarak Sanat Okulunu bitirerek bir iş bulmaktı ve bunu da başardık. Ancak ben bununla yetinemezdim. Sosyal ve kültür ağırlıklı bir okula girerek bu alanda ilerlemek istiyordum.

Bu hedefim doğrultusunda tersanede çalışarak para biriktirdim ve arzu ettiğim alanlardan biri olan Tarih Öğretmenliği için Balıkesir Necati Bey Üniversitesi Eğitim Fakültesi yazılı ve sözlü sınavlarını da başarı göstererek 1975-1976 eğitim öğretim yılında okula kaydım gerçekleşti. Beraberinde 1979 yılında Tarih Öğretmeni olarak mezun oldum.

Çok sevdiğim öğretmenliğe de böylelikle kavuşmuş oldum. Okul müdürümüz Abdullah Özkırlar’ın da teşvik ve destekleri sayesinde okulda birçok sosyal faaliyetlerin içinde yer aldık. Tiyatro çalışmaları, halk türküleri, koro çalışmaları, turizm sergileri ve de sosyal kültürel amaçlı okul gezileri bunların başlıcalarından oldu.

Bu arada yeni öğretmen olmama rağmen müdür yardımcısı görevine layık görüldüm.

Bugünlerde öğretmenliğimi dolu dolu yaşarken 1984 yılında şubat tatili karnesi vaktinde sınıf hocası olduğum 2-B sınıfında karnelerini vermek üzere sınıfa girdim.

Karneleri dağıtmadan önce kısa bir konuşma yaparak tatili nasıl geçirmeleri konusunda ve zayıf olan notlarında moral motivasyonu düşürmeme hususunda bilgilendirmede bulundum.

Sıra karneleri dağıtmaya geldi. Numara sırasına göre öğrencileri çağırmaya başladım. Karnesini alan öğrenciler heyecanla tekrar sıralarına geçerek karnelerini inceliyorlardı.

O yıllarda notlar on üzerinden değerlendiriliyordu. Karne verme sırası ismini buraya yazmak istemediğim bir öğrencime gelmişti. Bu öğrencimiz çok disiplinli, tertipli ve düzenliydi.  Sınıfta da en güzeli defteri bu öğrencimiz tutardı.

Ödevleri de aksatmadan yapmaya çalışan bu öğrencimizin notları ne yazık ki düşük gelmişti. Hatırladığım kadarıyla on dersten ancak üç tanesi iyiydi. Diğer dersler ise zayıftı. On üzerinden üç dört gibi notları vardı.

Benim dersim olan sosyal bilgiler dersi de zayıftı ve ortalaması üçtü. Ama ben kanaatimi da kullanarak ortalamaya beş verdim. Karneye de bu verdiğim not işlendi.

Bu ismini vermediğimiz (N.U) kız öğrencimize de karnesini verdikten sonra o da diğer arkadaşları gibi sırasına geçerek heyecanla karnesini incelemeye koyuldu. Ben de bir sınıf öğretmeni olarak karnesini alan öğrencimin tepkilerini yakından takip ediyordum.

Bu dersleri zayıf olan öğrencimiz karnesini inceledikten sonra parmak kaldırarak ‘’ Hocam, benim sosyal bilgiler ders notum üç olmalıydı. Karneye yanlış yansımış olabilir beş gözüküyor.’’ dedi. Ben de sınıftaki tüm arkadaşlarının huzurunda ‘’ Hayır, bu not doğru yazıldı. Sen düzenli, disiplinli ve ödevlerini de günü gününe yapan bir öğrencisin. Biz öğretmenlerin de kanaat notu kullanma hakkımız var. Ben de kanaatimi kullanarak notunuzu beş olarak karneye yansıttım. Yazılan not doğrudur. Sen diğer notlarını da yükseltebilecek güçte değerli bir öğrencilerimizden birisin.’’ dedim. Sözüm biter bitmez öğrencimiz yüzünü kapatarak ağlamaya başladı.

Kendisini teselli etsek de benim konuşmalarım onu çok etkilemiş olmalı ki epey gözyaşı dökmeye devam etti.

Bu arada zil çaldı ve çocuklar karnelerini alarak tatile çıkma heyecanıyla sınıftan çıkarken bu öğrencimiz her zamanki ağırbaşlılığı ile size de iyi tatiller hocam diyerek sınıftan ayrıldı.

Ben de bu arada vekaleten halk eğitim başkanlığı görevine getirildim. Namık Kemal Lisesinden ayrılarak yeni görev yerimde çalışmaya başladım.

Aradan aylar geçti. Halk eğitimde yoğun çalışmalarla meşguldüm. Haziran ayının ilk haftasıydı. Makam odamın kapısı çalındı ve ardından buyurun girin dedikten sonra bir baktım ki karşımda o dersleri zayıf olan öğrencimin ta kendisiydi. Karnesini alır almaz beni ziyarete gelmişti. Karneyi aldığında hüngür hüngür ağlayan öğrenci gitmiş yerine güler yüzlü bakışıyla vakur duruşlu bir öğrenci gelmişti. Oturduğum yerden kalkarak; hoş geldiniz dedim. Bu arada elimi öpmek isteyerek masamın üzerine takdirnamesini bıraktı. Ben de bu belgeyi gördükten sonra ziyaretin sebebini mutlulukla anlamış oldum.

Bir öğretmen olarak bu sefer duygulanan ve gözleri yaşaran ben oldum. Öğretmenlik ne güzel bir meslek ne hayırlı bir kapı diye içimden geçirdim.

Karnesinde kırık notları olduğu dönemde teselli verdiğim öğrencim bu sefer takdirnamesiyle karşımda oturuyordu. Bir taraftan çayını yudumlarken bir yandan da başarmanın gururu gözlerinden okunuyordu. Bu güzel başarı için kendilerini takdir ettim.

İkimiz de bu güzel gelişme ve başarının ardından çokça mutlu olmuştuk. Bir insanı anlayıp ona değer vererek, umutlarla kucaklaştırarak potansiyeline ulaşabileceğine gözlerimle şahitlik etmiş oldum.

Her toprakta çiçek beslemek mümkündür. Yeter ki doğru tohumu seçip kıymet ve değer verelim. Toprağı değerli ve bereketli kılan ona verilen emek ve inançtır. Öğretmenlerimizin nice ot bitmez denilen topraklarda çiçek filizlendirip insanlık dersi vermeye devam etmeleri temennisiyle…