En bilinen vasfıyla, “edebiyât târihçisi” olarak tanıdığımız Nihat Sâmi Banarlı, aslen, Trabzon’un köklü âilelerinden Alemdarzâdeler’in torunlarındandır. İlk dedesi, Fatih Sultan Mehmet’in alemdârlarından olup kendisi, 1907’de, İstanbul’da doğmuştur.
Çocukluk ve gençlik yıllarını burada geçirmiş, 1926-1927 ders yılında imtihanla Yüksek Muallim Mektebi’ne (Yüksek Öğretmen Okulu) girmiş ve 1930’da da Darülfûnun (Üniversite)’un Edebiyat Fakültesi’ni bitirmiştir.
Bir süre liselerde öğretmenlik yaptıktan sonra, 1947’de İstanbul Eğitim Enstitüsü, Yüksek Öğretmen Okulu ve 1958’den 1962’ye kadar da Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocalık yaparak 01.06.1969’da emekli olmuştur.
Banarlı, bu tarihten sonraki zamanını, sahasında çok önemli bir yer tutan “Resimli Türk Edebiyâtı Târihi” adlı eserini hazırlamaya hasretti. 1953’te kurulan İstanbul Fetih Cemiyeti’ne üye olarak, orada da edebî ve fikrî çalışmalarını sürdürdü. Dîğer taraftan da Yahya Kemal Enstitüsü yayın faaliyetlerini yürüttü.
Türk diline ve edebiyatına büyük hizmetleri dokunan Türkçe sevdâlısı Nihat Sâmi Banarlı; şiir ve makalelerini, Edirne Halkevi’nin çıkardığı Altıok Dergisi’nde başlamak üzere Orhun, Ötüken, Atsız, Ülkü ve Meydan dergilerinde yayınladı. Ayrıca, kendi idâresinde çıkan Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, Hayat Tarih Mecmuası ve Kubbealtı Dergisi’nde de makaleleri yayınlandı.
Nihat Sâmi Sanarlı; bunların yanında, şiir, tiyatro, roman türünde eserler de yazmış Türkçe’ye ve Türk Edebiyatı’na büyük hizmetlerde bulunmuş, bu hizmetlerini vefât târihi olan 15 Ağustos 1974 târihine kadar sürdürmüş çok değerli bir fikir adamımızdır.
Ârif Nihat Asya gibi, Necip Fâzıl gibi, Peyami Safa gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, Mehmet Kaplan gibi, Nihal Atsız gibi, bu sahanın öncülerinden biri de şüphesiz ki Nihat Sâmi Banarlı’dır. Gerek Türkçe’nin korunması ve geliştirilmesi gerek Türk ve dünya şiiri ve gerekse topyekûn edebiyâtımızın târihî mâcerasını ve dünyâ edebiyatlarını arasındaki mevkisini, en mükemmel bir şekilde, bütün inceliklerine nüfûz ederek nesillere nakleden birkaç kişiden biri de O’dur.
Eserlerinden bâzıları şunlardır:
Araştırma-inceleme dalında: Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal’in Hâtıraları, Türkçe’nin Sırları, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri (3 cilt), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (2 cilt), Dâsitân-i Tevârih’i Mülûk-i Âli Osman ve Cemşid ve Hurşid Mesnevisi (Ahmedî), Namık Kemal ve Türk Osmanlı Milliyetçiiği, Büyük Nazîreler Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler, Edebî Bilgiler,Metinlerle Edebî Bilgiler (3 cilt), Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı (Lise 1-2-3),Başlangıçtan Tanzimat’a Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, Fâtih’in Zafer Sırları, Bir Dağdan Bir Dağa, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, Kültür Köprüsü, İstanbul’a Dâir.
Manzûm piyesleri: Kızıl Çağlayan, Bir Yuvanın Şarkısı.
Romanı: Bir Güzelliğin Romanı.
Nihat Sâmi Banarlı, Türkçe’nin Sırları adlı eserinde, İmparatorluk Dilleri başlıklı makalesinde, Türkçe sevdâlılarına şu önemli bilgileri bir nasihat olarak sunmaktadır:
“Milletlerin dilleri üzerinde söz sâhibi olacakların; dili, milletten ve millî mâzîden ayrı bir varlık gibi görmeleri büyük gaflettir.
Böyle kimselerin, millî dillerini her şeyden çok sevmeleri ve sevmekten de üstün bir duyuş ve düşünüşle o dili anlamaları beklenir.
(...) Diller, fonetik gelişmelerine, morfolojik teşekküllerine; doğuşlarına, yayılışlarına, basit veyâ sentetik diller oluşlarına ve daha başka dil kanunlarına göre, türlü araştırmalara mevzû olmuştur.
Fakat dillerin, bir de milletlerin târihine, târihî kaderine ve yaşadıkları mâcerâlara göre, bizzat târih eliyle yapılmış bir sınıflanışı vardır.
Buna göre, bâzı diller, kültür ve edebiyat dili olarak başka dillere boyun eğmiş, hattâ zamanla başka dil olmuş lisanlardır. Bunların bir kısmı da başka dillerden faydalanmaya bile gücü yetmeyen, küçük millet, kavim ve kabîle dilleridir. Böyle diller, umûmiyetle bir vatanda, hattâ küçük bir vatanda işlenirler.
Bir kısım diller de vardır ki yalnız bir vatanda değil, birçok vatanlarda devlet kurmuş, hâkimiyet kurmuş büyük milletlerin dilidir.
Bu diller, pek tabiî olarak, medeniyet ve hâkimiyet götürdükleri ülkelerin dillerinden derlenmiş kelimelerle de zengin, büyük dillerdir.
Bir başka söyleyişle, bunlar, alelâde devlet dilleri değil, imparatorluk dilleridir.
(...) Bu saydığımız vasıflara şüphesiz bâzı mühim farklarla imparatorluk dilleri denilebilir ki Lâtince, Arapça, İngilizce ve Türkçe’dir.
Bu dillerin hiçbiri özdil değildir.
Esâsen yeryüzünde hiçbir kültür ve medeniyet dili, hiçbir zaman özdil olmak taassubuna ve basitliğine iltifât etmemiştir. “(Bknz. Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, Fetih Cemiyeti Yayını, İstanbul 1972, Sf. 20-22)
Sâdece bu kısa metinde bile, Nihat Sâmi Banarlı’nın Türk Dili ve Edebiyatı’na verdiği önem ve bunlar hakkındaki isâbetli görüşleri, ilgi sahamız olsun olmasın, herkesin dikkatle üzerinde durması gereken hususlardır.