Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Mehmet Ateşoğlu- Hocam, Ağabeyim, Dostum

(28 Temmuz 2017’de vefat etti).

Adını, Oğuz Dergisi’ndeki şiirlerinden öğrenmiştim. Dergi, 1952 yılında 3 sayı yayımlandıktan sonra maddî imkânsızlık sebebiyle yayın dünyâsından çekildi.

1960 askerî darbesinden sonra, Ankara Türk Ocağı’nda tanışmak kısmet oldu. Lise edebiyat öğretmeni olduğu söylendi. Gruptaki arkadaşların hiçbiri öğrencisi değildi. Buna rağmen, okul dışı rahle-i tedrisinden feyz aldığımız hocamız olarak kabullenip saygı duyduk. Sevecen ve samîmi idi. Hepimize, hak ettiğimizden daha fazla değer veriyordu. Ocaklı gençlere hoca disiplini ve şefkatinden çok, ağabey sevgisiyle yaklaşıyordu. Zamanla grubumuzun ağabeyi oldu. Ağabeylik sıfatını hiç bırakmadı.

Öğretici, eğitici, yönlendirici, ufuk açıcı idi. Gençlerdeki kabiliyet kırıntılarını, kaşıkçı elması değerine yükseltme gayreti içerisindeydi. Sezinlediği ümit ışıklarını dev meş’alelere dönüştürmenin yollarını araştırıyordu.

Düzgün birkaç satırlık yazı yazabilen; duygularını ve heyecanlarını sesine yansıtarak şiir okuyabilen; kırık-dökük de olsa, üç-beş cümle ile vatan-millet hakkındaki düşüncelerini ifâde edebilen gençleri keşfetmek; onlardaki kinetik enerjiyi hareket enerjisi hâline getirmeye çalışmak; hareketi hizmete dönüştürmek… dünyâ saadetleri bahşeden sevinci idi.

1965’te Süleyman Demirel’in genel başkanlığındaki Adalet Partisi’nden Kayseri milletvekili seçildi. Ankara’da olduğu günlerde çalışma saatlerinin bir yarısını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, diğer yarısını Türk Ocağı gençlerine tahsis etmişti.

Gençlerin gözle görülür, elle tutulur kutup yıldızı idi. O’nun gibi yazabilmek ve okuyabilmek, milletvekili olabilmek, ateşli nutuklarla toplulukları coşturmak, o dönemde muhafazakâr cephenin başlıca mücâdele sâhasını teşkil eden komünizm belâsını yok etmeye çalışmak, ‘Mehmet Ateşoğlu gibi olabilmek…’ gençlerin aslî hedefi idi.

Osman Turan, Galip Erdem, Emin Bilgiç, Şâdi Pehlivanoğlu, Nevzat Yalçıntaş, Sadeddin Bilgiç ve Mehmet Ateşoğlu rehberliğindeki çalışmalar, yüksek tahsilimizi tamamlayıncaya kadar devam etti.

Ankara’da kalanlar, doğduğu şehre dönenler, mâişet için Anadolu’ya dağılanlar, millî ülküleri yolunda çalışmaya devam ettiler. İçlerinden; milletvekili-bakan, müsteşar-genel müdür gibi üst seviyede bürokrat, profesör ve başarılı işadamları çıktı. Yolsuzluğa, hırsızlığa, suiistimâle ve ihânete adı karışan bir tek kişi çıkmadı. Çünkü hepsi, Osman Turan’ın, Galip Erdem’in, Emin Bilgiç’in Mehmet Ateşoğlu’nun, üzerlerindeki emeğini helâl ettirmenin gayreti içerisinde oldular.   

Dimağlarına yerleşen vatan aşkı şuuru, gönüllerde kök salan millet sevgisiyle, hocaları ve ağabeyleri gibi faziletli insanlar yetiştirmeye çalıştılar.

Mehmet Ateşoğlu Ağabeyimle yolumuz, 1990’lı yılların sonlarında, Prof. Dr. Turan Yazgan’ın kurucusu ve Mütevelli Heyeti Başkanı olduğu Türk Dünyâsı Araştırmaları Vakfı’nın sıcak ve kucaklayıcı mekânında tekrar kesişti. İlerlemiş yaşına rağmen Vakfın cumartesi konferanslarına geliyor, sağlık şartlarının elverdiği günlerde de zamanını Vakıf’taki sohbetlerde değerlendiriyordu. Hoca ve Ağabey Mehmet Ateşoğlu, bu defa ‘dost’ sıfatıyla hayatımdaki yerini aldı. Buradaki konferans ve sohbetler âdetâ doktora eğitimi mesâbesinde idi. Turan Yazgan ve Mehmet Ateşoğlu da âdetâ doktora öğrencilerinin tez danışmanlığını yapıyordu.

Turan Yazgan’ı 22 Kasım 2012’de, Oktay Aslanapa’yı, 01 Nisan 2013’de, Mehmet Ateşoğlu’nu 28 Temmuz 2017 târihinde  Rahmet-i Rahman’a yolcu etik. Mekânları cennet olsun, kabirleri nurlarla dolsun. 

İKTİBAS

DİL MESELEMİZ VE ÖTESİ

 

Dil, bir milletin en değerli hâzinesi, âdeta üstüne titrenilmesi gereken varlığıdır. Kulağa hoş gelen âhengi, matematik formülüne benzer düzgün ve ritmik dil bilgisi ile Türkçemiz, bize atalarımızdan kalan, torunlarımıza aktaracağımız en kıymetli mirastır. Yurt dışına her çıkışımda en çok özlediğim şey olan Türkçe, bugün değişik lehçe ve ağızlar yolu ile olsa da Asya'nın bir ucundan Avrupa'nın bir ucuna yüz milyonlarca insan tarafından konuşulmaktadır. Fakat ne yazık ki bâzen câhil, çoğu zaman da gafil ellerde güzel Türkçemiz bugün hoyratça hırpalanmış, eli kolu bağlanmış durumdadır.

Dilimizi diğer diller ile mukayese edip de ‘kelime sayısı yetersiz, kısır’ diye şikâyet edenlere sözüm; kullandığınız dil kullanana yâni size aittir. Dolayısıyla onu fakirleştiren de sizsiniz. Hâkim ve yargıç kelimelerini ele alalım. Yargılama kelimesinden hareketle sonradan bulunmuş olan ‘yargıç’ kelimesinin, dilimizde eskiden beri yaşayan bir kelime olduğunu kabul etsek bile (ki öyle değil), ifâde muhteviyatı sâdece yargılayan mânâsı ile sınırlıdır. Oysa hâkim, kökü itibârıyla hikmetten gelir. ‘Hüküm veren’ mânâsına geldiği gibi, ‘hikmetli iş yapan’ ve ‘yargılayan’ mânâlarına da gelir; yâni bütün o ifâdeleri içine alır. Şimdi siz, bu kadar derinliği olan ifâdeleri toparlayan bir kelimeyi bırakıp sâdece işin yargılama yönü ile ilgilenirseniz ve Türkçemizin o güzelim ahenk ve üslubuna ters düşen, kulağı tırmalayan bir kelime türetirseniz elbette ki diliniz ifâde kabiliyetinden bir şeyler yitirir. Oysaki sâdeleşleşmeyi tabîi akışına ve bu işin asıl sâhibi olan, bu dili konuşan millete bıraksanız her şey mecrâsında ilerleyecektir. Savcı kelimesi, meselâ... Eskiden onun yerine kullanılan ‘Müddei umûmî’ kelimesi insanlara zor geldiğinden çoğu zaman yanlış kısaltma ve söyleyişlere uğramaktayken, yerine bulunan savcı kelimesi derhal benimsenmiştir. Hâkim kelimesi yerine getirilmek istenen yargıç kelimesi ise halk nezdinde tutmamıştır.

Prof. Dr. Mustafa Kemal Atilla: Gördüklerim, Dinlediklerim, Yazdıklarım. Ötüken Neşriyat, İstanbul 2024