Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden tam yarım asır geçti.
Tarihimizin önemli olaylarından biri olan Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapıldığı günlerde, ülkede yaşanan olağanüstü durumu, coşkuyu ve heyecanı bugünkü nesillerin kavrayabilmeleri, elbette ki tarih kitaplarıyla sınırlıdır.
Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa’nın şehrimizde yaptırdığı Lala Paşa Camii’nden dolayı, Kıbrıs kelimesine karşı bir aşinalığımızın olduğu söylenebilir.
1963 yılında Erzincan Kapı’daki Cumhuriyet İlkokulu’nda okurken, o günlerde büyükler arasında konuşulan Kıbrıs ve Makarios kelimelerini sıkça duyardık.
Bir gün okuldan eve dönerken, Erzincan Kapı’daki Zabıta Karakolu’nun karşısındaki kahvehanelerin önünde büyük bir kalabalığın: “Ordu Kıbrıs’a; Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” sloganları ile yürüdüklerini görünce, çocuk halimizle olağanüstü bir durum olduğunu hemen fark edip, olup biteni anlamaya çalışmıştık.
Halk tarafından yapılan bu eyleme “Miting” ismi verildiğini, ilerleyen yıllarda öğrenmiştik.
Çalkantılarla geçen ülkemizde bu mitinglerin yüzlercesine tanık olmuştuk ve olmaya da devam ediyoruz.
Erzincan Kapı’da hayatımın ilk mitingini dün gibi hatırlamaktayım.
Esnafın ve sıradan vatandaşların organize ettiği bu miting’de üniversite öğrencilerinin sayısı oldukça azdı.
Bir at arabasının üzerinde, siyah papaz elbisesi giydirilmiş Makarios kuklası vardı. Miting’e katılanlar bu maketi çürük yumurta ve taş yağmuruna tutuyorlar, bir yandan da “Makarios, keçi sakallı deyyus” diye bağırıyorlardı.
Miting, kuklanın yakılmasıyla sona erince, bizlerde heyecanla evimize koşup, büyüklerimize gördüklerimizi bir güzel anlatmıştık.
Artık her evde, her ortamda Kıbrıs konuşulur olmuştu, “Kanlı Noel” diye bilinen olaylarda, Rumların Türklere karşı işledikleri vahşi cinayetler gözyaşları içerisinde dilden dile anlatılıyor, hele askeri tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile üç çocuğunun banyoda katledilmelerine yürek dayanmıyordu.
Kıbrıs üzerinde uçuş yapan uçağımızın Rumlar tarafından düşürülmesi ve pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in şehit olması hepimizi derinden yaralamıştı.
Bu arada körpe hafızalarımıza Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın isimleri de yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı.
Aradan uzun yıllar geçmişti, Ankara’da üniversitede okuduğum yıllardı, yazın bunaltıcı sıcağında derslerim bitmiş, otobüs biletimi almış, sabırsızlıkla Erzurum’a gideceğim günün heyecanı içerisindeydim.
Ulus’ta, bir kahvehanede arkadaşlarımızla birlikte çay içerken, birden caddenin hareketlendiğini fark ettiğimizde, fevkalade bir durumun olduğunu anlamamız geç olmamıştı.
Atatürk Heykeli’nin önünde gazete satıcılarının “Kıbrıs’ta savaş çıktı” bağırmaları ile hemen bir gazete alıp olayın vahametini kavramıştık.
20 Temmuz 1974 tarihli gazeteler erken baskıya girip, Kıbrıs’ta yaşananları anında halka yansıtıyorlardı.
Göz bebeğimiz ordumuz Kıbrıs’a çıkarma yapıyordu, ülkenin her yanında milli refleks doruklardaydı.
İçimiz içimize sığmıyordu, otobüse binip Erzurum’a gelinceye kadar aracın radyosunda harekâtın gidişatını dinliyor, radyoda yankılanan mehter marşları ve Hasan Mutlucan’ın okuduğu kahramanlık türküleri ile tüylerimiz diken diken oluyor, Mehmetçiğe tüm kalbimizle dualar gönderiyorduk.
O günlerde fitne ve fesat tohumları ülkeye serpilmemişti, ayrılık ve gayrılık yoktu, hepimiz bir millet fikri içerisinde, çelikten bir yumruk gibiydik.
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni ayrımları kimselerin aklından bile geçmiyordu.
Ankara’dan Erzurum’a uzanan yolda gözümüzü kırpmadan, kulağımızı radyodan ayırmadan heyecanlı bir yolculuk yapmıştık.
Milli konularda hassasiyeti tartışılmaz olan Erzurum’a ayak bastığımızda, şehirde müthiş bir heyecan dalgasının estiği hemen fark ediliyordu.
Bu olağanüstü durum karşısında Erzurum da gösterilen hissiyat neyse, Diyarbakır’da da aynıydı.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan her vatandaş: “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” bilinci ile müthiş bir gönül seferberliğine girmişlerdi.
Asker disiplini içerisinde organize olmuş gençler akın akın Erzurum Lisesi’nin karşısında bulunan Askerlik Şubesine doğru yürüyorlardı.
Bizler de mahallemizdeki yaşıtlarımızla toplanıp, Askerlik Şubesi’nin önünde yerimizi almada gecikmemiştik.
“Vatan borcu kutsaldır, bedeli neyse ödenmelidir” düşüncesiyle, genci, yaşlısı tek yürek halinde ordumuzun yanında olmak istiyorduk.
Askerlik Şubesi’nin önü, askere yazılmak için toplanmış, bıyıkları henüz yeni terleyen yüzlerce dadaş delikanlılarıyla doluydu.
Durumun hassasiyetini anlayan şube başkanı albay, duvarın üzerine çıkıp, gençlere göstermiş oldukları bu duyarlılıktan dolayı övgü dolu sözler içeren güzel bir konuşma yapmıştı.
Albay; şubenin önüne toplananların hepsinin kayda alınacağını ve ihtiyaç halinde çağrılacaklarını söyleyince, kalabalıktan müthiş bir sevgi tezahüratı yapıldı.
Gördüğü manzara karşısında oldukça duygulanan albayın: “Dünyada savaşa gitmek için can atan bir başka millet daha var mıdır?” sözleri, bu gün hâlâ kulaklarımızda yankılanmaktadır.
Albayın talimatı üzerine şubenin önüne masalar dizildi ve masaların üzerine konulan daktilolarda yazıcı erler gönüllüleri yazmaya başlamışlardı.
Günlerce süren bu yazılma işleminde, tecrübeli albayın nasıl bir psikolojik taktik uyguladığını ilerleyen zamanlarda anlamıştık.
Birbirleriyle karşılaşan her genç “Askere yazıldın mı?” diye soruyor, yazılmayanlar müthiş eziklik içerisinde şubeye koşuyor, yazılanlar ise büyük bir gurur içerisinde etrafa caka satıyorlardı.
Millet olma bilincini yansıtan bu görüntüler, Müslüman Türk milletinin kimselerde olmayan en kıymetli özelliği olarak bir kez daha ortaya çıkıyordu.
Geceleri karartma uygulaması ise savaşın topluma yansıyan bir başka yönünü teşkil ediyordu.
Tüm evler perdelerini kapatıyor, ışığın dışarı sızmaması konusunda gayet ihtiyatlı davranılıyordu.
Bu sessizlik içerisinde Kıbrıs Bayrak Radyosu’ndan gelen haberler sabırsızlıkla dinleniyor, Kıbrıs Mücahitleri ile Mehmetçiklerin başarıları vatandaşlar arasında tarifi imkânsız gurur, güven ve sevince yol açıyordu.
Kıbrıs Barış Harekâtı’yla kazanılan başarı, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nde değil, batılı emperyalist ülkeler tarafından hor ve hakir görülen İslam dünyasında da müthiş bir güven ve moral kazanılmasına yol açmıştı.
Başbakan Ecevit’in “Ayşe tatile gitsin” şeklindeki şifreli mesajı da en çok konuşulanlar arasındaydı.
Bu arada savaşla ilgili türküler içeren plak ve kasetler piyasaya sürülüyor, Türk bayrakları ve “Karaoğlan” Ecevit’in posterleri yok satıyordu.
Müslüman Türk milletinin mayasında olan bu üstün meziyetlerin bugünde azalmadan devam ettiğini, asker uğurlamalarında ve çocuklarını şehit vermiş ana babaların tavırlarında görmekteyiz.
Geleceğe güvenle bakacağımızın garantisi olan bu asil düşüncenin, dün olduğu gibi bugünde her türlü tertibi bozacağına tüm kalbimizle inanmaktayız.
Uzun yıllardan beri bölücü terörle ülkeyi kaosa sürüklemek isteyenlerle, akıllarından bölünme fikri geçirenlerin, bu aziz milletin en hassas dönemlerde olmadık işleri başardığını ve tek yürek haline gelip, hesapları alt üst edeceğini bir kez daha vurgulamak isteriz.
Kıbrıs Barış Harekatıyla yavru vatanın , Ana Vatanına kavuşmasını sağlayan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü, Başbakan Bülent Ecevit’i, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı, Rauf Denktaş ile şehit ve gazilerimizi şükranla anıyor, aramızdan ayrılanlara rahmet, kalanlara sağlık ve esenlikler diliyoruz.