(Dergâh Yayınları, 64. Baskı, 2022)
Alıntılar:
“Şöhret afet olduğu kadar vesileyi rahmettir.” Sayfa 9
Çünkü ben Hayri İrdal, her şeyden evvel mutlak bir samimiyet taraftarıyım. İnsan her şeyi açıkça söylemedikten sonra neden yazı yazsın? Sayfa 10
“Öteden beri Cenab-ı Hakk’ın insanlara hayatı yazmak için değil, iyi kötü yaşamak için bahsettiğine inananlardanım. Zaten yazılmış şekli mevcuttur. Nezd-i İlahi’deki nüshasından, kaderimizden bahsediyorum.” Sayfa 10
“Benim nazariyem şudur ki, insanlar kâinatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşya onlara uymak tabiatındadır.” Sayfa 15
“Saatler de böyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasi akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler. Bilhassa bizim gibi üst üste inkılaplar yapmış, türlü zümreler ve nesilleri geride bırakarak dolu dizgin ilerlemiş bir cemiyette bu sonuncusuna, yani az çok siyasi şekline rastlamak gayet tabiidir. Bu siyasi akideler ise çok defa şu veya bu şekilde gizlenen şeylerdir. Hiç kimse ortada o kadar kanun müeyyidesi varken elbette durduğu yerde, “Benim düşüncem şudur” diye bağırmaz. Yahut gizli bir yerde bağırır. İşte bu gizlenmelerin, mizaç ve inanç ayrılıklarının kendilerini bilhassa gösterdikleri yer saatlerimizdir. Sayfa 15
“İkinci elbiseyi bana enstitümüzün ilk kuruluş günlerinde o zamanki kıyafetimle müesseseye gelemeyeceğimi düşünen Halit Ayarcı hediye etmişti. Sırtıma ilk geçirdiğim günde bütün varlığımın değiştiğini gördüm. Birdenbire ufkum görüş zaviyem genişledi. Hayatı onun gibi mütalaaya alıştım. Değişme koordinasyon, çalışmanın tanzimi, zihniyet değişikliği, üst düşünce, ilmi zihniyet gibi tabirlerle konuşmaya, kendi isteksizliğime zaruret, imkânsızlık gibi adlar koymaya, şakla garp arasında ölçüsüz mukayeseler yapmaya, ciddiliğinden kendim de ürktüğüm hükümler vermeye başladım. Onun gibi (Halit Ayarcı), insanlara “Acaba ne işe yarar?” diyen bir göle bakıyor, hayatı kendi teknemde yoğuracağım bir hamur gibi görüyordum.” Sayfa 17
“İnsan yaradılışı tam bir eşitliğe razı olamaz. Ufak tefek imtiyazların teşvikine de muhtaçtır. Diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir.” Sayfa 18
“Nuri Efendi tasavvuftan bahsederken “her şeyin zıddıyla maruf ve mümkün olduğunu” söylerdi.” Sayfa 19
“Fakirlik, içimizde etrafımızda ahenk bulunmak şartıyla – ve şüphesiz muayyen derecesinde- zannedildiği kadar korkunç ve tahammülsüz şeyler değildir. Onun da kendine göre imtiyazları vardır. Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti.
Bu kelimeyi bugün siyasi manada kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman manasını anlamayacaklardır. Politikada hürriyet bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğerki dünyanın en kıt nimeti olsun ve bir tek insan onunla şöyle iyice kanını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar zıddı ile gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi ve o geldi diye biz sevincimizden sokaklara fırladık.” Sayfa 22
“Bir ihtiras ne kadar masum olursa olsun yine tehlikeli bir şeydir.” Sayfa 23
“Benim naçiz kanaatime göre, iftira sade çirkin değil aynı zamanda gülünç ve aciz bir şeydir de. İnsan tabiatı iktizasınca birbirlerini kötülemek isteyenler sadece düşmanlarının hayatlarına baksınlar yeter. Çünkü her insanın hayatında hiçbir muhayyilenin icat edemeyeceği kadar aksaklık vardır ve bu aksaklıklar o insanla beraber yetişmiş, büyümüş, şahsi nevi kendine mahsus şeylerdir. Kul kusursuz olamaz, sözü sırf bu gerçek için söylenmiş bir sözdür.” Sayfa 26
Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız? ben bile bu yaşta işimle gücümle meşgul olacağım yerde radyo başına oturup saatlerce, bir kere bile gidip görmediğim, - tabii sinemalar ve havadis filmleri hariç- futbol maçlarının, boks güreşlerinin hikayesini dinliyorum. Sayfa 29
“Zaten insanla saati birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık “Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insanda saati kendine benzer icat etti. Bu fikri şöyle tamamlardı; “İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki, Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur!” Saat hakkındaki düşüncelerini bazan derinleştirirdi: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır…. Bu da gösterir ki, zaman ve mekân insanla mevcuttur!” Sayfa 32
“Daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlerini affettiren daima öbür hadiselerdir” Sayfa 61
“Her insan ne kadar müspet yaradılışta olursa olsun, ölümünden sonra tekrar dirilmeyi düşünür, özler. Bu hayat dediğimiz mihnetler silsilesinin çok ileri zamana, müpheme atılmış mükafatı gibidir. En müsait ve daima kazanacak kağıtlarla oynanan bir oyun gibi, yeniden, adeta baştan aşağı beğenmemek, inkâr etmek, değiştiğinden dolayı kalmışa benzeyen küçük mazi şuurundan başka her şeyi, her tarafı değişmek, güzelleşmek şartıyla tekrar yaşamaya başlamak insanlığın elbette vazgeçemeyeceği bir hülyadır.” Sayfa 68
“İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsanız, kendilerini dinlerseniz, insanoğlunun esas vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle hayata hükmeder. Fakat kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telakkileri, hususi bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar… Sayfa 82
“Hal yoktur, mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır. Biz farkında olmadan istikbalimizi inşa ederiz.” “Abdüsselam Bey de insan sevgisiyle, belki de insanlara fazla düşkünlüğü, hısım akraba sevgisiyle kendisine bu yalnızlığı hazırlamıştı. Şüphesiz bu sevgi olmasaydı etrafındakiler kendisinden kaçmayacaklar, yalnızlığı bu kadar duymayacak, böle perişan olmayacaktı.” Sayfa 86
“Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız. Sayfa 112
Korku… Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz. Sayfa 112
İyilikler de kötülükler gibidir. Beraber gelirler... Sayfa 123
Araya menfaatlerimiz girmeyince hadiseleri elbette başka türlü, daha realist bir gözle görmeğe, hakikaten daha uygun şekilde anlamağa ve yorumlamağa başlarız. Sayfa 136
Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti. İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz. Sayfa 181
En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi. Sayfa 182
Sabır insanoğlunun tek kalesidir. Sayfa 206
“-Güzel olamaz, dedi. Güzelden anlıyorsunuz. Hayatınızı artık biliyorum. Siz güzel kadından anlıyorsunuz. Fakat sanattan, bugünün sanatından anlamıyorsunuz. Evvela bu bir kalabalık işidir. Kalabalık neyi sever, neyi sevmez? Bunu kimse bilmez. Sonra bu mesele ümitsiz bir kalabalığın işidir. Siz de bilirsiniz ki zevk denen yüksek şeyin bizim içimizde içgüdüden kolaylığa kadar giden bir yığın karşılığı vardır. Zevkten ümit kesildi mi onlara kolayca teslim oluruz. İşler karışınca zevkten ümit kesilir. Musiki denince herkes, evvela “Hangi musiki?” sualini kendisine soruyor. Bu sual bir kere soruldu mu sizin zevk, üslup dediğiniz şeyler yoktur artık. Sonra kulağın herkeste ayarı bozuldu. Radyo devrindeyiz. Musikiyi nadir bir şey gibi dinlemiyoruz. O, romatizma, nezle, para sıkıntısı, harp ihtimali, çok geçimsizlik gibi günlerimizin arkadaşı oldu. Bu işe bir de kalabalığı ilave edin… Hayır, ben eminim ki bahsettiğiniz hanımefendi birkaç gün içinde yepyeni şöhret olarak İstanbul’u fethedebilir. Bakın! Vaziyet çok müşkül olurdu, şayet baldızınız hanımefendi batı musikisine merak sarsaydı. Çünkü onu hakikaten yıllar boyu öğrenmek lazım.” Sayfa 224
“Dostum işler bizden sonra dünyaya gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Bizde bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müsbet olmasına mâni midir, sanıyorsunuz? Biz bir iş yapıyoruz, mühim bir iş… Çalışmak, zamanına sahip olmak onu kullanmasını bilmektir. Biz bunun yolunu açacağız. Etrafımıza zaman şuurunu vereceğiz. İçinde yaşadığımız havaya bir yığın kelime ve fikir atacağız insan, her şeyden evvel iştir, iş ise zamandır, diyeceğiz. Bu müsbet bir hareket değil midir?” Sayfa 251
“Azizim Hayri İrdal, diyordu, sevgili dostum, göreceksin ki bu kitap çok sevilecek. Siz yalan diye bir şey mevcuttur, sanıyorsunuz. Hayır, yalan yoktur. Böyle meselelerde yalan olmaz Ahmet Zamani bugün için yalan olamaz, bilakis hakikatin ta kendisi olur. Ne vakit yalan olurdu bilir misiniz, hem de korkunç bir yalan? Eğer bizim kendisine yüklediğimiz fikirlerle, yazdığını söylediğimiz eserlerle on yedinci asır sonunda yaşasaydı, işte o zaman yalan olurdu. Çünkü asrından ayrılırdı. Asrını delip geçerdi. Bu da imkânsız tabii! Bu meselelerde yalan veya hakikat diye bir şey yoktur. Asrına uymak onun adamı olmak vardır. Ahmet Zamani Efendi bizim asrımızın ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı on yedinci asrın sonunda tatmin ediyor; işte bu kadar. Binaenaleyh gerçeklerin gerçeğidir. Sayfa 304
“Tam murdar öldüğüne yanmaz, öd ağacından tabut ister, sözü.” Sayfa 304
“Bu harekette hızı tutmak, onu yaratmak kadar mühimdir. Siz bizim hareketimizi maziye nakille hızlandırdınız. Ayrıca da cetlerimizin daima inkılapçı ve modern olduklarını gösterdiniz. Herhangi insan bile mazisiyle dargın yaşayamaz. Tarih sadece tenkit için midir? Beğendiğimiz ve sevdiğimiz bir insan hiç tesadüf etmeyecek miyiz? Bu işten herkes memnun olacak göreceksin!” Sayfa 305
“Hiçbir tabiye bu kadar ustalıklı olmazdı. Cemal Bey, bizi vurmak için yalanımızı kabul ediyordu. Filhakika, “vardı, hayır yoktu” şeklinde sonuna kadar devam edebilecek bir münakaşaya girmektense, yalanın bir kısmını kendisine ring yaptıktan sonra oradan bize hücum etmek, bizi vurmak daha tesirliydi. Sayfa 307
“Cemal Bey yalanla mücadele etmesini biliyor. Yalana ancak yalanla karşı konabilir. Bu işte hakikat üzere ısrar sadece sönük bir inat olurdu. Bizi silahımızla vuruyor.” Sayfa 309
“Yaptığınız işe inanmadığınız için böyle düşünüyorsunuz, diyordu. İnsan yaptığı işe sadece menfaat için girerse, yalnız onu düşünürse kendisini sonunda sizin gibi itham eder….
Sizdeki korku kendinize imansızlıktan. Siz siniksiniz. (Sinik: İlişkilerini kar/zarar, arz/talep gibi dikotomilere dayandırarak yasamayı tarz haline getirme durumu) Sadece para için çalışıyor, ferdi saadetinizi düşünüyorsunuz. Sayfa 312
“Biz kabahati üzerine yüklenen insanlarız.” Sayfa 318
Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir. Bu cins insanlardan bize hiçbir zaman hayır gelmez. Sayfa 321
“Dostumuza bir iş bulun... dedi. Çalışmaması icap eden, ataleti müessese için faydalı bir iş… O zaman mesele hallolur. Sayfa 322
“Tamamlama bürosu! Anladınız mı? Gecikmesini istediğimiz işleri oraya havale ederiz. Sayfa 322
“Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.” Sayfa 329
“Ben doğruyu arıyorum. Yahut istiyorum, bir parçacık olsun…
-Doğru ya bütün olur ya hiç olmaz… Dostum, sizin bahsettiğiniz sağlam kıymetler ancak bir lokma, bir hırka yaşamaya razı olanlar içindir. Sizin gibi hepsini birden isteyenler için değil! Bütün ve halis şahsiyet her şeyden evvel kendisiyle yetinmeyi icap ettirir.” Sayfa 349
“İş insanı temizliyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zapt ediyordu. Ne kadar abes ve manasız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihinin büyük sırrı burada idi.” Sayfa 363
“Demek istiyorum ki nasıl bir memuriyet adı kendi fonksiyonunu yaratıyorsa, bizimki gibi bir enstitüde boş bir oda ve salonda kendi fonksiyonunu yaratır.” Sayfa 371
“Hayır yalan söylemiyorlar, diyordum. İkisinde de samimi idiler. Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hala da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar.” Sayfa 374
Hayır… Yine size inanırlar. Fakat menfaatlerine dokunmamak şartıyla… Zaten niçin inanmalarını istiyorsunuz anlamıyorum. Sayfa 375
Eserin Değerlendirilmesi
Eser zaman, saat kavramları ve Hayri İrdal, Halit Ayarcı kahramanları ile modernlik, zaman, bürokrasi, iş dünyası, politika ve estetik kavramlarını inceliyor. Eski insanların hayal, masal dünyalarında ve zamansız mutlu yaşamaları ile modern insanın zamana ayarlı, gerçek gibi görünen ama hiçbir şekilde gerçek olmayan bir başkalarının veya kendilerinin ürettiği hayal dünyasında yaşamalarını gösteriyor. Romanda Hayri İrdal’ın eşi Zehra’nın ölmesi ve halasının ölümden sonra dirilmesivle Doktor Suat’ın psikanalizi öncesi ve sonrası iki ayrı dünyayı betimliyor. Abdüsselam Bey eski Cemal Bey yeni zengini, Seyit Lütfullah eski Doktor Ramiz yeni masal yazıcıyı, ilk eşi Emine eski ikinci eşi Pakize yeni kadını, muvakkit Nuri Efendi eski bürokrat/ girişimci/esnafı Halit Ayarcı yeni girişimci/bürokrat/esnaf taifesini betimliyor. Böyle romanın ilk kısmında bir masal dünyasında geçen olaylar ikinci kısımda özellikle Doktor Ramiz’in psikanaliz seansları sonrası değişiyor. Doktor Ramiz’e göre insan istediği rüyayı görebilir kanısındadır. Hakikaten günümüzde herkes kendi ürettiği, tasarladığı rüyalarda yaşamaya çalışıyor. Değerler sönükleşip kayboluyor, her şey izafileşiyor. Burada post-modernizm eleştirisi var
İlk neşri Yeni İstanbul gazetesinde ve 1954 yılında yapılan bu roman sanki Post-truth (gerçek ötesi) tanımını Hannah Arendt’den önce yapıyor. (“Azizim Hayri İrdal, diyordu, sevgili dostum, göreceksin ki bu kitap çok sevilecek. Siz yalan diye bir şey mevcuttur, sanıyorsunuz. Hayır, yalan yoktur. Böyle meselelerde yalan olmaz Ahmet Zamani bugün için yalan olamaz, bilakis hakikatin ta kendisi olur. Ne vakit yalan olurdu bilir misiniz, hem de korkunç bir yalan? Eğer bizim kendisine yüklediğimiz fikirlerle, yazdığını söylediğimiz eserlerle on yedinci asır sonunda yaşasaydı, işte o zaman yalan olurdu. Çünkü asrından ayrılırdı. Asrını delip geçerdi. Bu da imkânsız tabii! Bu meselelerde yalan veya hakikat diye bir şey yoktur. Asrına uymak onun adamı olmak vardır. Ahmet Zamani Efendi bizim asrımızın ihtiyacıdır. Bu ihtiyacı on yedinci asrın sonunda tatmin ediyor; işte bu kadar. Binaenaleyh gerçeklerin gerçeğidir. Sayfa 304)
Benim şimdiye kadar okuduğum en iyi roman ve romancımız! Elbette başka iyi romancılarımız var. Okumanızı tavsiye ederim.