Halk arasında sıkça kullandığımız bir tâbirdir. Bâzen imtihan dünyası, bâzen imtihan yeri ve bâzen de imtihan âlemi deriz.
Bu dünyâ, yer veya âlem, hangisini söylersek söyleyelim aynı kapıya çıkıyor.
Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde: “Dünyâ, âhiretin tarlasıdır” buyurmaktadır.
Bu mübârek sözde, iki mekân vardır: “Dünyâ” ve “âhiret”.
Dünyâ, “tarla”dır yâni ekilen, mahsul beklenen/elde edilen yerdir. Neyin “tarlası”dır, diye sorarsak, “Âhiretin” cevâbını alırız ki, esas ‘imtihan yerinin”, burası yâni dünyâ olmadığı, orası yâni “âhiret”olduğunu anlarız.
Hasat; ‘beşerî kanunlar’ hükmünce ve ‘vicdânî değerler’e bağlı olarak, elbette ki, dünyâda da alınabilir. Hâliyle; kendine mahsus ‘hesap’ da, burada görülebilir. ‘Hasat’ın, hangi usûl ve şartlarda ve nasıl elde edildiği de, söz konusu olur. Ancak; ‘emîn’ olunacak, tam bir ‘adâlet’ sağlandı denilebilecek hâle ulaşmak ve hattâ, bundan, ‘iknâ’ durumundaki huzur pek de sağlanamaz.
Öyleyse; “amel”, dünyada ve esas ‘hesap’ ise, “ilâhî adâletin tecelligâhı’ olan “âhiret”tedir ve hesap ile, yâni “imtihan” ile, mahsul ne kadar ise, o nispette hasat da alınacaktır.
Dünyâ, geçicidir, fânî’dir. Bir konaklama yeri, bir oyalanma mekânı veya bir okul/ bir dershâne’dir.
İnsanoğlu olarak bizler, burada, dersimizi çalışırız ve imtihan mekânına göçeriz.
Mukaddes Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet “imtihan” ile ilgilidir. Meselâ; “İnsanlar, “inandık” demekle imtihan edilmekten bırakılacaklarını mı zannederler” (Ankebût, 2)
Demek ki, “inanmak” ilk şarttır fakat yeterli değildir.
Yâni; sâdece “inandık” demek, insan olarak bizi, mes’uliyetten kurtarmıyor.
Muhakkaktır ki, dünyâdaki her ‘söz’ ve her amel/davranış/tavır/hâl/vaziyet/durum’, bizim için, dünyâda da, bir imtihan unsurudur. Ancak, esas muhasebe yeri, imtihan mekânı “âhiret”tir.
Bir başka âyette de şöyle buyurulur: “O hâlde, mallarınız ve evlâtlarınız sizin için bir imtihandır.” (Tegaâbün, 15)
Evet, “imtihan”dır. Her faaliyetimiz de, hattâ; yapmadıklarımız; yapmamız gerekip de, yapamadıklarımız da, buna dâhildir!..
Demek ki; bu imtihanları başarıyla geçebilmek için, ‘fânî’ diye vasıflandırılan, bu ‘geçici dünya’yı iyi değerlendirmek, faydalı işler yapmak lâzımdır.
Peygamber Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadır: “Akıllı kişi, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise, arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma umandır.”
Târih boyunca olduğu gibi, yaşadığımız zaman diliminde de yâni bugünlerde ve bu yıllarda da, muhakeme yapabilenlerimiz için gerek şahsî söz ve tavırlarımızda ve gerekse, umuma hitap eden mes’ul ve salâhiyetilerin söz ve tavırlarında bunu sıkça müşahede etmekteyiz.
Hani, “Kabahat kürk olsa, kimse üzerine/sırtına almaz” mes’uliyetsizliği, çağımızı sarmış gidiyor. Bundan, topyekûn, kurtulmamız şarttır.
Mal ve evlât çokluğu, bizi, şımartmamalıdır. Zenginlik, kibre daldırmamalı; fakirlik, üzüntüye sevk etmemelidir. Sağlıkta da, hastalıkta da, ‘imtihan hesabı’ yapmamız gerekir.
Sevginin, saygının, tevâzûnun, müsamahanın, tatlı dilin itibar ve kıymeti hiçbir zaman eksilmez.
“Ne zaman insana bir zarar dokunsa, bize niyaz eder. Sonra fazlımızdan ona nimet versek: “Bu bana ancak bilgimden verildi” der. Hayır. Bu (nimet) bir imtihandır. Fakat çoğu bunu bilmez.” (Zümer, 49)
Demek ki, işin içine, ‘nankörlük’ ve ‘kibir’ de girmektedir. Mağdurken, ‘niyaz’, ferahtayken, ‘benlik’, bu işin diğer bir esrarlı cephesidir.
Dünyada, emrine her şeyin verildiği insan, emredilen ibâdetlerin yanında; kendinden ve âilesinden başlamak üzere, yaşadığı cemiyete ‘faydası’ nispetinde imtihanda başarı kazanabilir/kazanmalıdır/kazanmalıyız.
Hasetlik, kindârlık, yalancılık, dedikoduculuk…gibi, cemiyet düzenini bozucu faaliyetlerden uzak durmak, dörtbaşı mâmûr insan olmanın özü/esâsı olduğu gibi, imtihanı kazanmanın da önemli temel taşlarındandır.
Yûnus Emre’nin;
“Bu dünyada üç kişi Hak dîdârın görmeye
Bir dikçi bir kovcı biri gammâzdır beşe”
Dediği “kişi” olmamak lâzımdır. Yâni; “Bu dünyada”, dikçi (âsî/isyânkâr), kovucu/dedikoducu ve “gammâz/gıybetçi” olmayacaksın. Zîra; böyle kişilerin, ”Hak dîdârı”nı görmesi mümkün değildir.
Yûnus Emre, bir başka beytinde de şöyle der:
“Bu dünyaya gelen kişi âhır yine gitse gerek
Müsâfirdür vatanına bir gün sefer itse gerek”
Bilinmelidir ki, “bu dünyaya gelen her kişi” sonunda bir başka mekâna/âhirete gidecek/göçecektir. Bu, bize/insanoğluna bildirilen alenî bir tebliğdir.
O hâlde; insanoğlunun, dünyanın bir imtihan yeri değil, bir gayret, bir çalışma, bir hazırlık yeri, bir dershâne olduğunu, hattâ şiirde ifade edildiği gibi, kendisinin, burada bir “misâfir” olduğunu idrâk etmesi gerekir.
İmtihan Dünyası, aslında, ‘dünyânın imtihanı’dır!..
Zilzâl sûresinin 7. ve 8. âyetlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Zerre kadar hayır yapan sevabını; zerre kadar şer yapan cezasını görür”.
“Hayır” ve “şer”, nerede yapılacaktır? Elbette ki, dünyâda!..Peki; “sevab” ve “cezâ” yâni mahkeme/hesap nerede, işte besbelli!..
Mülk sûresinin 2. âyetinde ise, şöyle buyurulur: “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını sınamak/denemek/imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur”.
Kalanı, tamamen, kişinin kendisinin bileceği iş’tir!..