Bu yazıma, bana âit olmayan bir başlıkla başladım:
“Erbâb-ı teşâür çoğaldı şâir azaldı.
Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı”
Söz, Muallim Naci’nin!..
Yâni; şâirliğe özenenler/teşâür erbâbı/şâir gibiler/kendini şâir yerine koyanlar çoğaldı, şâirler azaldı. Tabiatıyla; şâirin sâdece adı kaldı!..Ama, “erbâb” ne?
Bu sözü; muhakkaktır ki, “şâirlik” iddiasında bulunan hiç kimse üzerine almaz. Çünkü; insan nefsi bunu kabullenemez/kabullenemiyor!.. Fakat, kaçış da yok, çıkış da!
Hele bu sıralar çok dehşetli manzaralarla karşılaşıyorum: Usta şâir-usta yazar/üstad şâir-üstâd yazar/erişilmez mısralar…Mısra da demiyorlar, “dize” diyorlar!..Hani tütün yaprağı da dizilir ya, öyle!..Ve tabiî ki, bu, ancak bu kadar güzel yazılabilirdi, gibi sözler!..
Doğrusunu söyleyeyim, ölçü kaçmıştır. Hava, pus-bulanıktır!..Zemin, hiç de sağlam basılacak bir hâlde değildir!..
Kendini beğenme, kibir artmış; muhakeme kaybolmuştur!..
Kopye, taklit çok ileri safhalardadır. Öyle ki, eskinin bile kimyâsı bozulmaya yüz tutmuştur!..
‘Akademik murakabe”, sıfır derecededir ve zâten, Türk edebiyatında veya san’atında ‘tenkit’ten eser yoktur!..Sâdece, övme ve yerme vardır!..
Şu anda; kendini şâir sananlar çoğaldı ve maalesef, şiir azalmadı, taban yaptı!...
Açınız bir dergiyi…Dergi 60-70 sayfa, içinde sayfa sayısından çok şiir var!
Bâzıları da var ki, “mısra dedikleri”uzun uzun cümlelerin altına iki-üç satırlık birkaç kelimelik yazılar yazıp karmakarışık beşli-dörtlü-altılı kıt’alarla inşâya girişmişler!..
Anlayabilirsen, anla!..Âhenk yok, mısra düzeni yok, vezin yok, mâna saçmalarda!..
Zâten, ‘serbest’ kelimesinin mânası değiştirildikten sonra her şey uçtu!..Kelime’ye “sözcük”; ‘serbest’e ise, “özgür’ dendikten sonra, ne sayısı kaldı ne de kalıbı, edâsı!..
Arûz yazanlar ise, tek nefes, ne diyeceklerinin şaşkını!..Bâzıları da var ki, Arapça ve Farsça’sız yazamıyarlar. Hâliyle; birtakım Arapça ve Farsça kelime ve terkipleri yeniden Türkçe’ye sokuyorlar..Mısra aralarında birkaç Türkçe kelime seziliyor!..Onlar da, tâbirimi hoş görünüz, sırıtıyorlar!..İğrenç diyebilirim!..
Bir şâir adayının kendisini Ahmed Yesevî, Yûnus, Fuzûlî, Karacaoğlan, Yahya Kemâl, Necip Fâzıl, Mehmet Âkif …sayması/sanması çok güzel bir şeydir!..Çok güzel bir şey de sen, hâlâ onların hiçbirini okumamışsın ki!..
Nasıl güzellik bu?
Akşam yazdığını, sabahleyin piyasaya çıkaranlar ise haddinden fazla!..
Yayınlamada hiçbir sıkıntı yok; feysbukta da hemen yayınlıyorlar ve âcilen ‘takdir’ bekliyorlar!..Ne yazık ki, takdir de ediliyorlar!..
Eskiden, dergilerde bir “sanat fidanlığı” vardı. Benim yazdığım Hisar’da vardı, Türk Edebiyatı’nda vardı, olmayanların bâzıları da mektup’la (yanlış değil, mektupla) ilgililerle müşâverede bulunurdu. Yâni; denilmek istenilirdi ki, “Arkadaş/şâir-yazar kardeşim; yazdığınız şiir, hikâye, makale, her neyse güzel fakat şurası şurası şurası da şöyle olsa!..”
Yâni, zor da olsa, istişâre edilirdi!..
Cevap alındıktan sonra, duruma göre, yazı yayına girerdi, yayınlanırdı.
Şimdi, neler var neler!..
Ömründe hiç şiir yazmamış veya yazıp da yayınla(ya)mamış yetmişlik seksenlik mühendisler, doktorlar, p(u)rofesörler var!..Bunlar; ne yazık ki, onbeş-onaltı yaş şiiri yazıyorlar; acemilikleri her hâllerinden/mısrâlarında belli oluyor!..Bâzen de gülünç duruma düşüyorlar!..
Hiç kimseyle bir şiir teatisinde bulunmamış, fakat kitap bile yazmış, zât-ı muhteremlerde az değil!..
Desem ki, Âşık Veysel’i okudu da o an’aneden yürüyor, o da değil!..
Kelime, kelime değil; mısra, mısra değil; uyum, uyum değil; fikir desen, bâzen barut, bâzen sâdece duman!..
Bâzı şeyler vardır ki,’ şiir tadında’, der, keyif alırız. Hâlbuki, şiir dediklerimizin maalesef tadına varamıyoruz!.. Bütün mes’ele buradadır!..
Mehmet Emin Yurdakul, “Şâirleri haykırmayan bir millet sevenleri öksüz kalmış yetim çocuk gibidir” derken, “fikrî, bedî ve hissî” yüksek bir ses duymak istemektedir
Son söz, Yûnus Emre’nin olsun: “Kişi bile söz demini!”