Beş asır önce Osmanlı’nın Anadolu’daki toprakları ile Rumeli’deki toprakları arasında bir fesat yuvası gibi, bir cadı kazanı gibi kaynayan Bizans’ı, Türk ve Müslüman İstanbul yapan Fâtih aynı zamanda mânânın da zaferini ispat ediyordu.
Ne yazık ki 20. asır insanı hâdiseleri daha çok maddî yanları ile anlamaya müsaittir.
Fetih hâdisesi mucizevî büyüklüğüne, İslâm’ın madde ve mânâ münasebetindeki ilâhî ölçü ile kavuşmuştur. Ve o fethi gerçekleştiren kumandan da, onun ordusu da maddeyi ve mânâyı hak ettiği yere oturtan en son dinin kaynağından beslenmişlerdir. Fetih, bu günkü asra damgasını vuran batı menşeli maddeciliği biraz olsun hırpalamadan anlaşılamayacak bir hâdisedir. Batının ise, maddeciliğin aslî ve hakikî üreticisi olarak izah edemeyeceği, sadece şaşabileceği bir vak’adır. Dozu yavaş yavaş artan, en yüksek miktara geldiğinde ise, bir zararı yokmuş gibi hissedilen batılılığın pençesine düşmüş olan bizlerin dramını şâirimiz Yahya Kemâl anlamış gibidir:
“Sızlar bâzı saatler dayanılmaz bir acı
Kökü toprakta kalıp, kendi kesilmiş ağacı
Ruh arar başka teselli her esen rüzgârda
Ne yazık doğmuyoruz şimdi o topraklarda”
Evet artık o topraklarda, o ruhu ve maddeyi bir arada yürütebilmiş mesut ve büyük insanların topraklarında doğmuyoruz. Hepimiz az veya çok buhran içindeyiz. Kimimiz ruhumuzu hiç hissetmiyor, kimimiz ise onun maddenin ağırlığı altındaki inleyişleriyle hasta gibi yaşıyoruz. Ona dost olan nizamın dışına düşmüşüz Toprağımızı vatan yapan kendi inancımızın rüzgârı değil. Batının hoyrat ve acımasız kasırgası ile yaşamaya uğraşıyoruz. Batının göbeğini kestiği sadece madde etrafında örülmüş fikir sistemlerinin hallaç pamuğu gibi attığı bir atmosfer içinde, bir fetih yıldönümünü idrak etmek, onu bütün hakikati ile anlamak zor…
Fâtih’i sadece bir büyük kumandan, bir büyük asker olarak değil, bir büyük mânâ adamı, en doğrusu “Mücâhid Fâtih” olarak düşünebilir misiniz? Maddenin olanca çıplaklığı ile cirit attığı bir dünyadan mânânın bütün haşmeti ile göz ve gönül doldurduğu beş asır önceki bir mekâna dönmek kolay mı?
Etrafındaki dalkavukları ve metresleri ile belki bir Napolyon’un askerî ve siyasî dehâsını anlayabilecek yapıdaki 20. asır insanına Fâtih’in gönül ve mânâ yanını anlatabilir misiniz? Napolyon’un mu, Firavun’un mu büyük Frederik’in mi. Deli Petro’nun mu bir Akşemseddin’i vardı?
Akşemseddin’in mürşitlikte düğümlenmiş mânâsını bir batı aydınına veya bir batı taklitçisi Türk aydınına nasıl izah edersiniz?
Yunus’a “ozan”, Mevlâna’ya “düşünür” diyen bizim Batı ile kokuşmuş kafalarımız, Şark’ın velîsi ile Garb’ın filozofunu, Doğu’nun mürşîdi ile Batı’nın hocasını veya öğretmenini ayıracak ölçüden mahrumdur.
FETH’İN MÂNÂSI
İtiraf edelim ki hepimiz Fâtih’in ve feth’in maddî cephesini, madde plânındaki büyüklüğünü anlamak için yetiştirilmiş bir nesiliz. Hâlbuki İslâm inancında fetih, bir mânânın emrettiği şeydir. İkdisâdî çıkarlar için değil, inanç için, dünyayı en son dinin gerçeğindeki nura boğmak için yapılır.
İstanbul da o mânâ için fethedilmiştir. İktisadi bir düşünceyi tahrik etmeyecek kadar fakir olan Bizans batıl bir dünya görüşünün ortadan kalkması için fethedilmiştir.
Hz. Peygamber’in, o Mekke Ümmîsinin tek başına başlattığı Hakka dâvet harekâtı ile fetih arasında fark yoktur Köhne Bizans’ı çok kısa zamanda Türk ve Müslüman manzarası ile ufuklaştıran Fâtih’in kılıcı değil inancıdır. Çünkü sadece kılıçla yapılan fetihler o memlekete mânevî bir hava veremezler. O hava ve ruh, esen hoyrat rüzgârlara rağmen bâzı semtlerde hâlâ hissedilir.
Eyüp bunlardan biridir. Şair Henri de Reigner, Eyüp’ü ziyaretinde, mezarına sarıklı bir taşın dikilemeyeceğine üzülmüştü. Eyüp selvilerinin altında yatanlara bakarak “Kendimi senin ölülerinle kardeş hissettim” demişti. Demek ki İstanbul’u fetheden ruh bir Katolik’i bugün bile fethedebilmektedir. İstanbul’u 12. muhasarada fetheden Fâtih’in ilk işi Ayasofya’nın kapısına şu Hadis- i şerifi koymak olmuştur.
“Kostantaniye ergeç bir gün fetholunacaktır
Onu fethedecek emir ne güzel emirdir, onun
Askerleri ne güzel ne bahtiyar askerlerdir”
Fâtih’in bu hareketi fetih emrinin ilk kaynağını göstermektedir. Müslüman Arapları İstanbul’un surlarına koşturan bu Hadis-i şerif, bu peygamber sözü Müslüman Türkleri de bıkmadan usanmadan Bizans önlerine koşturmuştur.
Emri veren Allah’ın son peygamberidir. Alanlar ise bütün Müslümanlar. Gerçekleştiren de İkinci Sultan Mehmed Han ve ordusu. Ama sevinenler bütün Müslüman dünyası.