Söz konusu seyahat olunca, tercihimi hep o yönde kullanmaya çalışırım. Akça Koca Kültür Platformu tarafından düzenlenen birçok seyahate, çalışma şartlarım sebebiyle çok fazla katılamadım. Ancak söz konusu; ülkemizin doğusundaki en büyük şehirlerden biri olan VAN ve çevresi olunca hiç tereddüt etmeden iştirak etmeye karar verdim. Bu tür seyahatlere evlatlarla birlikte katılınca daha çok keyif aldığımı söylemek isterim. Kızlarımın her ikisininde çalışma hayatları her zaman buna imkân vermiyor. Fakat birlikte seyahat ettiğiniz güzel dostların varlığı, bu boşluğu biraz olsun hafifletiyor.
2003 ve 2008 yıllarında VAN ve çevresindeki bazı illere gitmiş olmama rağmen, o günkü şartlarda doyurucu olarak gezemediğim için katılmamın doğru bir tercih olduğunu düşündüm.
Bu tür gezilerin amacı; gidilen yörenin tarihi, dini, kültürel, ekonomik değerlerinin yanında doğal güzelliklerini, iklimini, yöresel lezzetlerini, yöresel el sanatlarını ve yöre insanını keşfetmeye yönelik olmalıdır. Evet, “VAN” gezimizin bu amaçlara uygun gerçekleştiği kanaatindeyim.
İlk gün güzel bir yolculuğun ardından Van Ferit Melen Havaalanına iniş yaptıktan sonra, çıkışta rehberlerimiz Özkan DENİZ ve Ahmet ERDOĞAN tarafından karşılanıp, yemek mönüsünün tamamının yöresel mutfak ürünlerinden oluşan nefis öğlen yemeğini Adem Şef’in Restoranı’nda yiyip yol yorgunluğumuzu attıktan sonra gittiğimiz Van Müzesi ve hemen yanıbaşında bulunan Van Kalesi’nin heybetli görüntüsü ve tarihi geçmişi hepimizi etkileyen bir mekan olarak akıllarımızda kaldı. Akşam kalacağımız Van Evliya Çelebi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Uygulama Otelimize girişimizi yaptıktan sonra grubumuz için düzenlenen türkü gecesinde yöresel sanatçılarla birlikte, zaman zaman da onlara iştirak ederek keyifli bir akşam geçirdik.
2. gün sabah kahvaltıdan sonra Van Gölü (Van Denizi) ‘nde yaptığımız tekne gezisinde, gözlerimiz Van Gölü Canavarı’nı arasa da maalesef görmek kısmet olmadı. Tekne ile ulaştığımız ve dünyanın her yerinden ziyaretçi alan ve ancak yılda 1 defa toplu ayin yapılmasına izin verilen Akdamar Adası’ndaki Ermeni Kilisesi, tarihi ve özellikleri itibariyle Türk Milletinin ve T.C. Devleti’nin engin hoşgörüsünü yansıtan tarihi ve dini bir mekân olarak hafızalarımızda yer etmiştir.
Bitlis’teki öğle yemeği molası ve kısa şehir turunun ardından, Kubbet-ül İslam olarak adlandırılan Ahlat İlçesi’nde bulunan, yaklaşık 200 dönüm arazi içindeki 8.200 civarında mezara ait ve Ahlat Taşı olarak bilinen koyu kahve renkli taşlar üzerine, Selçuklu Sanatı’nın ince ince işlenmiş motiflerini havi mezar taşlarını bağrında muhafaza eden, UNESCO Dünya Mirası asıl listesine alınmış ve yaklaşık 1.000 yıllık geçmişi ile dünyanın en büyük Türk-İslam Mezarlığı olan “Selçuklu Meydan Mezarlığı” nı, hafifce çiseleyen yağmur altında ziyaret edip dua etme imkanı bulduk. Gördüğümüz mezar taşlarının üzerindeki motifler ve mezarlığın manevi atmosferi sanırım ki herkesi etkileyen bir unsur olmuştur. Türk-İslam dünyası açısından çok önemli olan bu mezarlığın, önemine binaen Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılan yeni düzenlemeler ile daha görkemli hale geldiğini görmek de ayrı mutluluk kaynağı oldu. Ahlat’a gelmişken, 2019 yılında Erciş ilçesinde, görevli iken geçirdiği trafik kazasında kaybettiğimiz Hereke’li hemşehrimiz, yakın arkadaşımız Kültür Bakanlığı Bakan Yardımcısı merhum Prof. Dr. Ahmet Haluk DURSUN’un hatıra ve hizmetlerinin unutulmaması için isminin verildiği caddeyi de görüp, ruhuna fatihamızı da gönderme imkânı bulduk. Bugünkü programımızda VAN Gölü’nün yaklaşık 500 km.lik çevresinin tamamını dolaşmış olduk. Akşam otelimizdeki akşam yemeğinden sonra grubumuzun aksakallısı Alaattin Ağabeyin tavsiyeleri doğrultusunda, 10 kişilik bir grupla otelin bahçesinde başlayan yürüyüş, 4 arkadaşımızın firarı ile 6 kişi olarak devam edip, Van Gölü kıyısındaki yürüyüş yolunu takiben, tahminen 3.000 adım atıldıktan sonra fevkalade dinç (!) bir şekilde sona erdi.
Bugün 03 Mayıs 2024, günlerden Cuma ve gezimizin 3.günü. Gezi programımıza göre bugünkü hedefimiz Muradiye Şelalesi ve Doğubayazıt’ta bulunan İshak Paşa Sarayı ile Ahmed-i Hani Türbesi.
Van Gölünün ve sabah kahvaltısının verdiği enerjiyle otelimizden hareketle, şehrin kuzey doğusuna doğru yola çıkıp, 80 km.lik bir yolculuk yaptıktan sonra Muradiye İlçesi’nden adını alan şelaleye geldik. Tendürek Dağı’nın eteklerinden başlayıp Van Gölü’ne uzanan Bend-i Mahi çayının üzerindeki şelale, kış mevsiminin sonu ve bugünlerde bölgenin yoğun yağış altında olması sebebiyle olsa gerek, bütün azameti ile bizleri karşıladı. Grubumuzun yoğun ilgisi ve heyecanı ile bol bol çekilen videoların, fotoğrafların ve hafızalarımıza nakşettiğimiz güzelliklerin ardından, dinlenme için verilen arada keyifle kahvelerimizi yudumlayıp tekrar yola revan olduk.
Yolculuk sırasında sağımızda, solumuzda bulunan karlı dağları seyrederek Çaldıran İlçesine doğru giderken, Çaldıran Ovası’nda 1514 ‘de Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in ordularını perişan eden Yavuz Sultan Selim komutasındaki Osmanlı Ordusu askerlerinin atlarının, adeta nal seslerini duyup, kazandıkları büyük zaferi hayal ederek yola devam ettik.
Yurdumuzun en doğusunda bulunan ve İran’a açılan Gürbulak Sınır Kapısına giden yolun geçtiği Doğubayazıt İlçesi girişinde, rehberimizin ikazıyla, Türkiye’nin çatısı Ağrı Dağı’nı görmeye çalıştık. Ancak havanın kapalı olması ve yoğun sis bulutları net bir şekilde görmemizi engelliyordu. Ağrı Dağını görme umutlarımızı ilerleyen saatlere bırakarak yakındaki dağların sırtlarında gördüğümüz İshak Paşa Sarayı’na doğru yolumuza devam ederek bölgeye ulaştık. Saraya yürüme mesafesinde bulunan ve Sarayın manevi sultanı olduğu, türbesine 3 defa girip çıkmadı iseniz buralara bir kere daha geleceğiniz rivayet edilen mübarek bir zat olan Ahmed-i Hani türbesini ziyaret ettik. Sonra, yanı başındaki camiye geçerek Cuma namazlarımızı eda ettik. Cuma çıkışı türbenin etrafını sarmalayan heybetli kayalıkları seyrederken hafifçe çiseleyen yağmur altında, Doğubayazıt ovasını seyrederek 10 dakikalık bir yürüyüş sonunda İshak Paşa Sarayı’na vardık.
Yapımı 99 yıl süren sarayda, Osmanlı Döneminde yapılmış olmasına karşın Türk-İslam kültürüyle yoğrulmuş Selçuklu Sanatından izler taşıyan çok güzel örneklerin bulunduğunu gördük. Sarayın hemen hemen tamamını gezerek rehberimizden bilgiler aldık. Harem odalarının demir parmaklıkları ardından Doğubayazıt Ovasının doyumsuz manzarasını seyretmeyi de ihmal etmeden sarayın, Osmanlı mimarisinin, Anadolu’da günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olarak kabul edildiğini de öğrendik.
Doğubayazıt’taki öğle yemeğimizi, yolumuz üzerindeki Ararat Restoran’da yine yöresel lezzetlerin sunulduğu bir sofrada yedikten sonra, hemen yanı başında bulunan binada faaliyet gösteren Halk Eğitim Merkezi’nin halı ve kilim dokuma atölye ve satış salonlarında çayımızı yudumlarken, yörenin motiflerini taşıyan halı ve kilimleri de hayranlıkla seyrettik. Daha sonra ilçe merkezinde, bize verilen serbest zaman içinde caddeleri, sokakları arşınlayıp alışveriş yapma imkânı bulduk. Bu arada gözümüz Ağrı Dağı’nın başındaki sisin açılıp açılmadığında. İlk gördüğümüz andakinden daha iyi bir görüntü yakaladığımızı düşünerek telefonlarımızla fotoğraflarını da çekerek Doğubayazıt’a veda edip ayrıldık. Geç bir saatte Van’a geldik. Günün programı henüz bitmedi. Grubumuz için geç bir saate kadar açık tutulan, yöresel el sanatlarından biri olan “SAVAT GÜMÜŞ İŞLEMECİLİĞİ” yapılan bir atölye ve satış mağazasını ziyaret edeceğiz. Öncelikle grubumuza bu sanat ile ilgili bilgiler verildi. Bu tekniğin özü; Gümüşün kazınarak savat (gümüş, bakır, kurşun ve kükürt) karışımının 450 derece sıcaklıkta eritilerek üzerine dökülüp işlenmesi sanatıdır. Çok çeşitli süs eşyaları yapılmaktadır. Hatıra ve hediye olarak bu savat gümüşü ürünlerden yapılan alışverişlerden sonra, binanın hemen yanı başındaki sembolik “KEDİ EVİ” nde, Van kedilerini görmek üzere gittik. Ancak kapalı olması sebebiyle sadece pencereden 3-5 kediyi görerek oradan ayrıldık.
Otelde aldığımız akşam yemeğinden sonra, grubumuzda bulunan Sevgili İrem ÖZYURT ve Ömer Faruk KAÇAR kardeşlerimizin çaldıkları bağlamaya eşlik eden türkülerini hem dinleyip hem de iştirak ederek adeta bir veda gecesi programını gerçekleştirmiş olduk. Yemek sonrasında çok istekli olmamıza rağmen dışarıda yağan yağmur sebebiyle akşam yürüyüşümüzü yapamadığımız için noksanlık (!) duysak da, lobide birkaç arkadaşımızla sohbetimize eşlik eden çaylarımızı içerek akşamı sonlandırdık.
Oteldeki son gecemiz. Sabah kahvaltı sonrasında hareket edeceğiz ve bir daha otele dönmeyeceğiz. Bu sebeple eşyalarımızı toplayıp valizlerimizi hazırlamamız gerekli. Sabah kahvaltı yapmak üzere yemek salonuna indiğimizde grubumuza özel olarak tahsis edilmiş olan U şeklindeki masanın, otele Gebze’den yeni gelen bir grup tarafından işgale uğradığını görünce, sahiplik duygularımız kabarsa da sessizce kahvaltılarımızı yapıp süratle otobüsteki yerlerimizi aldık.
Hedef bu sefer Van’ın güney doğusundaki güzellikleri keşfetmek. Yolculuğumuz esnasında, Gürpınar İlçesi’nde 1980-1988 yılları arasında yapılan ve sulama ve enerji üretimi amaçlı Zernek Barajını gördükten sonra, ileride Güzelsu mevkiinde yolun sol tarafındaki heybetli bir kayalığın üstünde, bütün ihtişamı ile HOŞAP KALESİ’ni görüyoruz. Yapılan kazılar ve incelemeler neticesinde kalenin Urartular tarafından kurulduğu, Bizans, Vaspurakan (Ermeni), Abbâsî, Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevî dönemlerinde kullanıldığı, son şeklini ise Osmanlı Devleti’ne bağlı Mahmûdî Beyliği zamanında aldığı tespit edilmiştir. Kale şu anda ziyarete kapalı olduğundan içine giremesek de kale kapısı önünde gördüğümüz surlar, kaleye ait kitabe ve işlemeler kalenin ihtişamını, güzelliğini ve önemini bizlere anlatmaya yetmiştir. Kale ziyaretimizden sonraki durağımız, yörede ve seyahat literatüründe “VANADOKYA” ismiyle anılan ve ülkemizin çeşitli yerlerinde görülen peri bacalarına benzeyen bölge. Van-Başkale Hakkâri yolundan ayrıldıktan sonra Albayrak köyünü geçip peri bacalarının bulunduğu Yavuzlar köyüne doğru giderken çok büyük hayvan sürülerinin, sağlı-sollu uçsuz bucaksız meralardaki yemyeşil çayırlarda, mendereslerin etrafında yayıldıklarına şahit olduk. Yaklaşık 10 km.lik bir yolculuktan sonra Yavuzlar Köyü’ne ulaştık. Bizi köyün küçük çocukları karşılarken, peri bacalarına doğru yürüyüşümüzde de eşlik edip bizlerle konuşarak tanımaya çalıştılar. Çocukların hepsinin, “Ne iş yapıyorsunuz?”, “Kaç yaşındasınız?”, “Nereden geliyorsunuz?” gibi benzer soruları, belli ki öğretmenlerinin okulda kendilerine öğrettiği ve gelen misafirlerle ilgilenmek ve iletişim kurmaları için verdikleri tavsiyelerin sonucu idi. Arkadaşlarımızın çocuklara sordukları “Büyüyünce ne olmak istiyorsunuz.?” sorusuna, hemen hemen hepsinin büyük hedeflere yönelik ve güzel bir Türkçe ile verdikleri cevapları da hepimizi şaşırttı. Peri Bacaları civarında yaklaşık 1 saat süren gezinti sonrası köyün ortasındaki bir bahçede içtiğimiz yorgunluk çayı her şeye değerdi.
Ülkemizdeki bir doğal güzelliği daha görüp, gezebilmenin verdiği sevinçle otobüsümüzdeki yerlerimizi alıp dönüşe geçerek öğle yemeğimizi yiyeceğimiz restorana doğru hareket ettik. Gideceğimiz restoranın adı “NORDUZ SOFRASI”. Adını bölgede yetiştirilen bir koyun cinsi olan “NORDUZ” dan almış. Türkiye’de sadece bu bölgede yetişen ve endemik bir tür olan bu koyun cinsi bölgede bulunan köylerdeki yoğun göç sebebiyle bir dönem yok olma tehlikesi yaşamış ise de göç etmeyen tek köy olan Geçerli Köyü bu türe sahip çıkmış, türün ve gen yapısının korunmasına vesile olmuştur. Koruma altında olduğu söylenen saf ırkın 1000’lere kadar düşen hayvan sayısı bugünlerde 250.000 civarında bir sayıya ulaşmıştır. Devlet desteği ile de bu türün korunması ve ırkın bozulmadan çoğaltılması sağlanmaktadır. Irkın eti, sütü ve diğer özellikler bakımından diğer koyunlara göre daha kaliteli verim elde edildiği biliniyor. Bu türü diğer türlerden ayıran en büyük fiziksel özellik ise kaburga sayısının diğer türlerden 1 fazla oluşu ki Norduz koyunu 13 kaburgaya sahip.
Gezdiğimiz yerler, soluduğumuz tertemiz hava ve harcadığımız enerjinin sonucu olsa gerek hepimiz çok acıkmıştık ki imdadımıza, “NORDUZ SOFRASI” ‘nda bizlere ikram edilecek olan Norduz koyununun etinden yapılan yemekler yetişti. Grubumuza hizmet eden garsonlar Norduz çorbasından başlayarak, hızlı bir servisle önümüze getirilen, Beğendili Norduz Sote, Norduz Pirzolası, Keledoş Yatağında Norduz Kavurması, Fırında Kuzu Sırt, Yoğurtlu Sırmo, Kuru Patlıcan Dolması, Çiğ Köfte, közlenmiş soğan, salata, ayran, demirhindi şurubu ve dondurmalı iİrmik helvası’ndan oluşan, böylesine zengin bir mönünün ardından içilen çayla Van gezimizdeki yemek faslını da taçlandırarak sona erdirmiş olduk. Gezimizin sonuna yaklaşmamız sebebiyle grubumuzdaki burukluğu hissetmemek mümkün değil.
Saatler hızla ilerliyor, daha yapacağımız çok iş var. Van’a gelipte otlu Peynir, tereyağı, bal ve diğer yöresel ürünler almadan dönülür mü? Rehberimizin seçimine uyarak girdiğimiz mağazadan alışverişlerimizi tamamlayıp havaalanına doğru yola çıktık. Hepimizin yüzlerinde 4 günlük gezinin yorgunluğu ve bu güzel yurt köşesinden ayrılmanın hüznü vardı. Uçağımızdaki yerlerimizi alıp rahat, problemsiz ve rötarsız bir yolculuktan sonra İstanbul Havaalanına inişimizi yaptık. Evlerimize ve sevdiklerimize bir an önce kavuşmak için hızlı hareketlerle bavullarımızı almak üzere bagaj alım peronlarına gelip, İstanbul’da oturan dostlarla vedalaşma, helalleşme ritüellerini de tamamladık. Kocaeli grubumuzu götürecek olan otobüsteki yerlerimizi aldıktan sonra rahat ve güvenli bir yolculuk sonrası, ilk kalkış noktamızda seyahatimizi sonlandırdık.
Yazımın baş taraflarında bu tür gezilerin amaçlarından bahsetmiştim. Bu amaçların hemen hemen hepsini gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum. Van ve çevresinde görülmesi ve gezilmesi gereken hemen hemen her yeri ziyaret ettik. Güzel yurdumuzun en büyük gölü olan VAN GÖLÜ’nü, Türkiye’nin en yüksek dağı olan AĞRI DAĞI’nın yanında, Küçük Ağrı Dağı’nı, Süphan Dağı’nı, Tendürek Dağı’nı, Artos Dağı’nı doya doya seyrettik. Van Müzesi’ni, Van Kalesi’ni, Tatvan ve Bitlis’i, Selçuklu Meydan Mezarlığı’nı, Akdamar Kilisesi’ni, Muradiye Şelalesi’ni, Doğubayazıt İlçesi’ni, İshak Paşa Sarayı’nı, Ahmed-i Hani Türbesi’ni, Hoşap Kalesi’ni, Zernek Barajı’nı, Vanadokya’yı ve daha nicelerini içimize sindire sindire gezdik. Sevdiklerimize götürmek üzere yöresel el sanatı ürünlerinden aldık. (Bu arada bende naçizane tesbih koleksiyonuma katmak üzere bir adedi sıkma kehribar olmak üzere 4 adet tesbih ve kızlarım ve eşim için de savat gümüş işlemeli sembolik hediyeler aldım.) Fırsat buldukça yöre insanları ile sohbet etmeye çalıştık. Güzel ülkemizin batısında, insanların denize girdiği bir mevsimde, gezdiğimiz yerlerde zirveleri ve etekleri karlı dağları gördük. Neredeyse bu seyahatimizde 4 mevsimi yaşadık. Yağmurun bolca yağdığı gezi süresince hiç ıslanmadık desek yeridir. Genellikle otobüsümüzle seyahat ettiğimiz zamanlarda yağan yoğun yağmur, hedefimize vardığımızda duruyor ve adeta bizim orayı rahatça gezebilmemiz için bizlere imkân veriyordu. Selçuklu Meydan Mezarlığı’nı ziyaret edip Allah rızası için okuduğumuz fatihaları gönderirken yağan yağmurun, bu mezarlıkta medfun olan Türk-İslam erlerinin ruhlarına Rabbimizin hediyesi olan rahmet damlaları olduğunu düşünüyorum. 1100 yıllık bu mezarlıktaki manevi atmosferde, bizlerde Allah’ın bu rahmetinden müstefid olduk.
Doğubayazıt dönüşünde Allah’ın hikmeti bir tabiat olayına da şahit olmaya çalıştık. Hepimizin bildiği gibi sadece Van Gölü’nde yaşayan ve endemik bir canlı olan İnci Kefallerinin tatlı sulara doğru olan göçünü görmek maksadıyla yolumuzdaki Bend-i Mahi çayının üzerindeki köprüde durarak martıların coşkunca akan çay üzerinde heyecanla uçtuklarını ve zaman zaman suya dalıp çıkarak avlanmaya çalıştıklarını izlememize rağmen balıkların göçünün henüz başlamadığını düşünerek yolumuza devam ettik.
Dikkat ederseniz anlattığım konularda (Norduz Sofrası hariç) yediğimiz yemeklerden çok fazla bahsetmemeye çalıştım. Bana göre gezilerin amaçlarından biri olan gezilen yerlerin yöresel lezzetlerini de tatmak olduğu göz ardı edilmemiş olmalı ki, Van’a ayak basmamızdan itibaren gezimiz, damaklarımızı şenlendiren yöresel yemekler yenilerek başlamış ve evlerimize götürmek üzere yöresel lezzetler alınarak sona ermiştir. Otel dışında yediğimiz bütün öğünlerdeki yemek seçimlerinin çok doğru bir şekilde yapıldığına hep beraber şahit olduk. Ancak dünyaca ünlü “VAN KAHVALTISI” nın eksikliğinin, beni ve benim gibi düşünenleri bir kere daha VAN ‘a gitmek zorunda bırakacağını zannediyorum. Yöresel lezzetler içerisinde hamur tatlılarının çok fazla yer almadığını da benimle beraber, birçok dostumuzda herhalde hissetmiştir. Bu konudaki noksanlığın tarafımdan dile getirilmesinden sonra Ayşegül ve Coşkun Kardeşlerimin her fırsatta önlerine gelen türlü çeşit tatlıları yemeyerek bana ikram ettiklerini göz ardı edemem.
Bu kadar geniş bir bölgeyi bu kadar dar zamanda dolaşarak gezi programının %100 gerçekleşmesini beklemek doğru değildir. Ancak Van Kalesi’nin etraflıca gezilememesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi bünyesindeki Kedi Evi ziyaretinin yapılamaması ve (mideme düşkün bir kişi olarak eksikliğini hissettiğim ve) yukarıda da belirttiğim gibi dünyaca ünlü, yaklaşık 40 çeşitten oluşan gerçek “Van Kahvaltısı” nın yapılamaması, Ahlat’a kadar gidip meşhur Ahlat Bastonu alınamaması, şahsen beni ve benim gibi düşünenleri bir kere daha bu bölgeye gelmek durumunda bırakacaktır. Bunların gezimizde eksiklik bulmak maksadıyla yazılmadığını söylemek isterim.
Gezimizin bu denli huzurlu, güvenli ve keyifli geçmesinin bir sebebini de ayrıca anlatmak istiyorum. Gezi güzergahlarımızın hemen hepsinde ve özellikle yerleşim bölgelerinin giriş çıkışlarında yapılan güvenlik kontrolleri ile terör, kaçakçılık, yasa dışı göç gibi kanunsuzlukların önlenmesine yönelik tedbirlerin alınmış olması idi. Görevli güvenlik kuvvetlerinin hassas bir şekilde yaptıkları kontroller ve titiz çalışmaları sonucunda bölge ve seyahat güvenliğinin arttığını, bunun bir sonucu olarak da bölge ekonomisinin, turizmin canlandığını, huzur ve güven ortamının sağlanması ile mutluluk ve refah seviyesinin yükseldiğini de gözlemledik. Ayrıca bazı güzergahlarımız etrafındaki hâkim tepelere kurulan KALEKOL’lar vasıtasıyla da daha stratejik güvenlik tedbirlerinin alındığını görmek bizlerin de ve eminim ki bütün vatandaşlarımızın da kendilerini güvende hissetmelerini sağlamaktadır. Rabbim; bölgenin ve ülkemizin güvenliği ve bekası için çok zor şartlarda, ölümüne mücadele eden askerimize, polisimize, jandarmamıza ve diğer güvenlik güçlerimize güç, kuvvet ve mücadele azmi versin. Rabbim ayaklarına, tekerlerine taş değdirmesin.
“GİDEMEDİĞİN YER SENİN DEĞİLDİR.” diye bir söz var bilirsiniz. Gezimizdeki bazı güzergahlara hiç gidilemiyor, bazılarına ise sadece gündüz yolculuk yapılmasına müsaade ediliyordu. Şükürler olsun ki şu anda Güzel Yurdumuzun en ücra köşelerine bile rahatça gidebiliyoruz. Geçen sene birlikte yaptığımız Erzincan-Erzurum-Kars ve Tunceli İllerini kapsayan gezimizde bunun bir örneği. Sınırlarımız içindeki her yere korkmadan gidebiliriz. Çünkü bu ülke bizim, bu ülke gerçek sahiplerinin. Allah devletimize güç kuvvet versin.
Gezimizin bir bölümünde espri ve rekabet konusu olan bir şeyden bahsetmeden geçemeyeceğim. İshak Paşa Sarayı gezisini tamamlayarak saraydan çıkıp girişin önündeki otoparkta beklerken Alaattin Ağabey ile birlikte bir satıcının önünde bazı taşlar gördük. İlgimiz sebebiyle, elimizde bulunmayan ve Obsidyen olduğunu bildiğim ve satıcının ifadesine göre alnınıza sürdüğünüzde özellikle baş ağrısını giderdiğini, bunun dışında her türlü diş ağrısı, karın ağrısı, bel ağrısı, eklem ağrısı, gönül ağrısı vs. gibi ağrılarla, hassaten gelin-kaynana anlaşmazlıklarında arabulucu rolü ile etkili olduğu söylenen bu taşla birlikte, kesici bir aletle kazınıp tozu cilde sürüldüğünde cildi yumuşatan fakat ne taşı olduğunu bilmediğimiz bir başka taşı sıkı bir pazarlık neticesi 100 TL. bedelle satın aldık. Sonradan bu taşlardan grubumuzdaki bir arkadaşımızın daha aldığını öğrendik. Oradan ayrılıp öğlen yemeğimizi yemek üzere Ararat Restoran’a geldiğimizde bazı arkadaşlarımızın bizim aldığımız taşlar ile ilgili spekülatif sözler söylediklerini duyup, arzu ederlerse bu kadar hikmetli bir taşı tekrar geri dönüp sarayın oradan temin edebileceklerini söylememize rağmen taşlarımızı küçümsemeye ve değersizleştirmeye devam ettiler. Gidemezdiler, gitseler de alamazdılar. Çünkü bu taşlar ancak ve ancak otobüsteki o 3 kişiye nasip olmuştu. Sonradan bu taşı bizden para karşılığı almaya kalksalar da bu seferde fiyatı beğenmediler. Fiyatın neden yükseldiğini bir türlü kabul edemediler.
Bilselerdi ki bu taşlar, temin edilip satıldığı yer itibariyle güçlerini, Ahmed-i Hâni isimli mübarek zatın türbesi ile İshak Paşa Sarayı’nda yaşamış olan diğer mübarek zatların ruhaniyetlerinden almakta idi. Bu çekişme böyle sürüp giderken Van’a dönüş yolumuzun bir yerinde otobüsümüzün yol kenarında durduğunu ve bazı muhalif arkadaşlarımızın otobüsten atlayıp yerlerden birtakım şeyler topladıklarını gördük. Otobüse gelip ellerindeki taşları göstererek “İşte sizin taşlarınızın aynısı, hem de bedava, sizler boşuna elinizdeki taşlara para verdiniz “ deseler de ellerindeki şekilsiz, yamuk yumuk ve kısmen elimizdeki taşlara görüntü itibariyle benzeyen alelade taşlarla, bizim taşlarımızı karşılaştırmaya devam ettiler. Bu yaptıklarından ve de bizim taşlarımızın güç ve kudretinden istifade edememenin pişmanlığını yaşasalar da bu saatten sonra taşlarımızın hikmetlerinden maalesef istifade edemeyeceklerdir.
Fevkalade çalışılarak hazırlandığı belli olan program gereği bölgenin en mutena yerlerini, doğal güzelliklerini, tarihi, kültürel ve dini yapılarını gezdik, gördük. Yöresel lezzetlerini tadabildik. Seyahatlerimiz esnasında çantalarımızdaki nefis atıştırmalık yiyeceklerimizi paylaştık. Birbirimizi daha iyi tanıma fırsatımız oldu. Bol bol fotoğraflar çekip önceki birikimlerimize ilave ettik. Anılar biriktirdik. Dostluklarımızı pekiştirdik. Eğlendik, türküler söyledik. Birbirimizi kırmadık ve gördüğümüz basit hatalar karşısında yutkunduk, bir şey söylememeyi tercih ettik. Gereksiz yere kimseyi beklemedik. Seyahat kültürü olan dostlarla beraber yolculuk yapmanın keyfini yaşadık.
Sevgili Dostlar; yıllar öncesinden hatırımda kalan bir dörtlük aklıma geldi.
Yaz diyorum kaleme,
Heyhat: yazmıyor.
Düşünmek ne kadar acı,
Yazmak ne kadar zor.
Gerçekten yazmanın ne kadar zor olduğunu zannederdim. 1974 senesinde lise son sınıfta kompozisyon dersinden de bütünlemeye kalmıştım. Bütünleme imtihanında, milli ve manevi değerlerimizle ilgili bir kompozisyon yazmamız isteniyordu. Aynı yılın Temmuz ayında gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı sebebiyle yaşadığımız heyecanlı ve yüreklerimizi kabartan günler ve olaylar yaşıyorduk. Bu duygularla girdiğim bütünleme imtihanında 3,5 sahifeye yakın bir kompozisyon yazarak yüksek bir notla mezun oldum. Bu cümleden olarak;
Van gezimizde dostlarla birlikte olduğumuz, keyifli, mutlu, neşeli, huzurlu, sağlıklı, ruhen dinlendiğimiz ve motivasyonu yüksek bir 4 gün geçirdik. Yaşadığımız bu memnuniyetin bir sonucu olarak Hasan Başkan’ın bütün arkadaşlardan ısrarla istediği gezi notlarını, 1-2 sahife yazabileceğimi düşünerek yazmaya başladım. Bu kadar uzun yazabileceğimi ben de beklemiyordum. Güzel şeyler yaşadık, güzel şeyler düşündük. Aldığım bu pozitif enerji ile de gezimizi uzun uzun anlattığım uzunca bir hatırat ortaya çıktı. Umarım sıkılmadan okumuşsunuzdur.
Bu gezimizin planlanmasından sonuna kadar ki süreçte emeği geçen başta Sn. Ayşegül ve Coşkun KARAKADILAR kardeşlerimiz ve Başkanımız Sn. Hasan UZUNHASANOĞLU olmak üzere, çalıp söyledikleri türkülerle bizleri neşelendiren grubumuz üyesi sevgili İrem ÖZYURT ve Ömer Faruk KAÇAR kardeşlerimize, rehberlerimiz Sn. Özkan DENİZ ve Ahmet ERDOĞAN beylere, güvenli ve keyifli seyahat etmemizi sağlayan bütün kaptan şoförlerimize, Van Evliya Çelebi Uygulama Oteli’nin yönetici ve diğer hizmet personeline teşekkür ediyorum.
Yolculuk esnasında birbirimize yiyecekler ikram ettik, yapılan ikramlardan yedik. Yeri geldi birbirimize yardım ettik. Birbirimize şakalar yaptık, birbirimize takıldık. Varsa birbirimize geçen haklarımızı helal edelim.
Her şeyden önemlisi; kâh karada, kâh havada, kâh denizde seyahat ederek binlerce kilometre yollar katettik. Zayiatsız, kazasız, belasız, hasarsız ve sağlıklı bir şekilde yuvalarımıza ve sevdiklerimize kavuştuk.
Rabbimize şükürler olsun
Her şey dostlarla güzel. İyi ki varsınız.