Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Milli Ahlakın Dışlanması

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1989-1974) bir dönem lise edebiyat derslerinde adı geçen, kitaplarından alıntı yapılan, hatta imtihanlarda bile hakkında sorular sorulan bir aydınımızdı. Ancak her siyasi dönemde özellikle edebi, sosyal, felsefi vs konuların ders kitapları değiştiği için bazı isimler zaman zaman azalır, yerini bir başkasına bırakır.

Her şeye rağmen Yakup Kadri Karaosmanoğlu neredeyse her dönemde yazdığı eserleriyle zaman zaman gerektiği gibi olmasa da çoğu zaman gündemde kalmıştır. Çünkü önemli bir entelektüel, düşünen bir aydınımızdı. Sorunlara yaklaşımı bir yurtsever ölçüsündeydi. Cumhuriyet dönemindeki inkılap ve ilkeleri de benimsemiş bir entelektüeldi. Bundan ötürü de milletvekili ve diplomat olarak hizmet vermişti. Dönemin önde gelen aydını olduğu gibi, yönetimin de politikacısı ve diplomatı idi. Politik gelişmeleri, siyasi cinayetleri, tek parti dönemini, yine tek muhalif partinin yükselmesi üzerine kapatılışını, aydınların gruplaşmasını, düşünce akımları Atatürkçülük, Milliyetçilik ve Sosyalizm ekollerini, “putları kırıyoruz” diye edebiyat ve fikir adamlarının, Şairi-i Azam Abdülhak Hamit Tarhan başta bazı maruflara karşı organizasyonları, tutuklamaları, yurt dışına kaçan aydınları, gelişmeleri, gelenekleri, örfleri iyi bilen ve yaşayan biriydi Yakup Kadri.

OKUN UCUNDAN

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1915 yılında yazdığı bir makalede hanımlara şöyle seslenir;

“Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegane güzelliği sizin çarşafınız ve peçenizdir. Memnun veya müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor; peçeniz ve çarşafınız. Bunlar ki bana muhabbeti öğretiyor, bahusus memlekete muhabbeti. Peçenizin kutsiyetini şuradan anlayınız ki bir yabancı elin ona uzanması bile gayz nedir, hırs nedir, intikam nedir, kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhta beldeler yıkacak, burç ve barutlar devirecek bir ateşi alevliyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu/Okun Ucundan adlı eseri”

Kahramanmaraş’ta istiklal mücadelesi Fransız askerlerince bir hanımın çarşafına el uzatıp açarak yırtmak istediğinde Sütçü İmam isminde bir kahramanın ortaya çıkıp “kentimiz işgal altında, hürriyetimizden mahrum iken Cuma namazı kılmak caiz değildir?” demesiyle ateşleniyor, büyüyor ve bağımsızlık kazanılıyor. Yakup Kadri bu gelişmeden mülhem mi etkilendi bilmiyorum ama Osman Yüksel Serdengeçti dergisinde Yakup Kadri’nin bu yazısını iktibas ediyor(1958). Cemaatini kara çarşafa endeksleyen Çarşamba İsmail Ağa mensupları edebiyat ve tarih kitaplarının farkında olmadıklarından olsa gerek bu yazıyı fark etmemişler galiba.

 

HİSAR’DA TANIŞMAK

Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile ben tanışmadım, sadece ismini ve kitaplarını biliyorum. Ama yazarımızı tanıyan bir şair, edip ve aydınımız var. Şöyle ki;

Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nda halef-selef olduğumuz kıymetli şairimiz ve değerli ağabeyim Yavuz Bülent Bakiler’e Allah sağlık, sabır ve hayırlı uzun versin, Ankara’da kendisiyle bir zamanlar Anayasa Mahkemesi üyeliği yapan Şair Mehmet Çınarlı’nın (1925-1939) yayınladığı ve bürokrasideki onca kamu görevlisinin edebi çalışmalarının yer aldığı Hisar dergisine bendeniz zaman zaman, Yavuz Bülent Bey sık sık giderdi. Çünkü Yavuz Bülent Hisar Yazı Ailesinden biriydi aynı zamanda.

Yavuz Bülent Bakiler roman, öykü ve makaleleriyle Türk Toplumundaki değişikliği eserlerine yansıtan, Türk Dil Kurumu’nun kurucusu, diplomat, politikacı ve yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Hisar Dergisinde buluşmuşlar. Yakup Kadri Bey cumhuriyet öncesi ve sonrasını, tek parti dönemini, bir siyasi partinin devletleşmesini, kavgaları ve yaşadıklarını öyle bir anlatmış ki, Yavuz Bülent Bakiler “Üstad bunları yazabilir miyim? Bir röportaj olarak 1950’den beri yıllardır edebiyat, fikir ve sanat dergisi olarak bir akımın temsilcisi Hisar’da yayınlayabilir miyim?” deyince önce kızmış, sonra büyük bir tepki göstermiş. “Rızam olmadan yayınlarsan tekzip ederim, dava da açarım” diye de eklemiş. Böylece konu kapanmış ama Yavuz Bülent Bakiler hafızasına not almış.

KENDİSİNİ HIRPALAMIŞ BİR EDİP

Yavuz Bülent Bakiler ısrar etmiş, hukukçu ve avukat olduğunu, kanunları iyi bildiğini, dolayısıyla anlattıklarını bu çerçevede değerlendireceğini söylese de Yakup Kadri Bey kabul etmemiş, hatta çok tedirgin olmuş, sonra da kalkıp gitmiş. Oysa Yakup Kadri Bey İstiklal Savaşı sırasında Anadolu’ya geçmiş, Türk’ün milli şuuru ile yoğrulmanın coşkunluğu içinde Sakarya ve Garp Cephesini dolaşmış bir yazar. Mardin ve sonra Manisa milletvekilliğinde bulunmuş. Kendi tespitiyle “Zoraki Diplomat” olarak Prag, Lahey, Tahran ve Bern Büyükelçilikleri yapmış bir aydın.

Ahmet Kabaklı Hoca’nın tespitiyle mistik duygulu, mücadeleci, devrimci, milliyetçi, medeniyetçi, gelişmeye inanmış bir Atatürkçü, laik, ömrü boyunca uyuşturmaya çalışmış hem tekçi (ferdiyetçi), hem toplumcu bir sanat adamı. Mantıklı bir asaba sahip. Yükseklerdeki kimselerin sarhoşluğunu fark eden bir yazar. Gelişmelerden bunalıma girdiğini kendisi eserlerinde anlatıyor. Dolayısıyla kendi tahlilini de yaparak kendisini de hırpalamış bir edip. Düşünmeyi hep önde tutmuş. Ancak Yakup Kadri tasfiyeci akımları da bütünüyle hoş görmez. Tarih ve toplum ilişkilerini iyi biliyor. İnsan için sanat, hayat için sanat görüşünü savunmuş.

MİLLİYETİ VE AHLAKI ÖTEKİLEŞTİRMEK

Yakup Kadri’ye göre; devrim; edebiyat yapmak, inkılap kahramanlarını övmek değil, milli ruhu aramak ve yeni bir fikirler getirmektir. Nur Baba’da meşrutiyette bozulmuş Bektaşi dergahlarını anlatır.

Panorama’da ise cumhuriyetin kuruluşundan, 1950 yıllarına kadar yurdun ve toplumun geçirdiği türlü değişme safhalarını, geniş çevreleri, zümreleri ve birçok tipleri eserlerinde ele alır. Yani politika, basın, ticaret, üniversite, birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi görünen kişiler tarafından temsil edilmekte ve bunlar uzak temaslarla birbirine bağlanmaktadır.

Panorama’da ayrıca aydın ve aristokrat tabakanın yanı sıra, fakir fukara, bunalım içindeki ruh hastaları, bilge adamlar, vurguncular, yerli ve batılı aileler artarda ve iç içe halkalar halinde ele alınır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Başkent Ankara’da yaşayan insanlar ve temsil ettikleri gruplar hatırlatılır. Artık sürekli bir iktidar ve güç vardır. Devletin uçsuz bucaksız yetkileri mevcuttur. Milli mücadele heyecanıyla yola çıkanların “devlet partisi” artık çözülmeye ve tekel olmaya başlamış, muhalefet tükenmiştir. Bütün politik hayat, liderin gözüne girmekten ibarettir. Çünkü insanlara makam mevki veren, hatta milletvekili yapan o’dur.

İşte Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanında o kadar ileri devrimcilik ve inkılapçılıkla tanınmış bir eski valiyi, cuk gibi yerinde oturan belediye başkanını, arsa spekülatörlerini, kodamanlarını ve sonradan görmeleri anlatır. Milli mücadele ahlakı artık dışlanmıştır. Sırtını devlete dayayan politikacılar öndedir ve yandaşlarına nimetler dağıtılır.

GÜÇ BOZAR, MUTLAK GÜÇ DAHA DA ÇÖZER

Yakup Kadri’nin ıstırabı ise bu ahlaki çözülmedir. Oysa milli mücadele ahlakının artarak sürmesi gerekir. Esasında bütün romanlar yazarın kendisini anlatır, görüşlerini yansıtır. Nitekim roman kahramanı şöyle konuşur Panorama’da “İnkılabın köksüz öncüleriyiz. Sayımız o kadar az ki her an milyonların içinde kaybolup gitme tehlikesi ile karşı karşıyayız.” Çünkü güç bozar, mutlak güç fazlasıyla bozar.

Yavuz Bülent Bakiler aynı zamanda iyi bir okuyucu olduğu için bütün bunları biliyor, ancak Yakup Kadri müsaade etmediği için yazmıyor, yazamıyor. Ancak hafıza ve hatırasında olduğu için zaman zaman konu eder, anlatır. Dolayısıyla iyi ki Panorama romanı var da Yakup Kadri ne diyecek ise orada söylüyor. Sanki günümüzü de yaşıyor gibi oluyoruz.

Belki gibisi de fazla.

Gazi Mutafa Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı iken dünyada hakkındaki yazıları, dergileri ve kitapları orijinaline uygun biçimde tercümesini istiyor. Başta da Yüzbaşı H.C. Armstrong’un Grey Wolf-Bozkurt Mustafa Kemal adlı eser İngilizce’den Türkçe’ye olduğu gibi tercüme ediliyor. Eleştirilen bölümler de tercümede yer alıyor. Mustafa Kemal, yabancıların yeni cumhuriyete nasıl baktığını görmekten memnundur. Ancak Mustafa Kemal’in vefatı sonrası  bu eleştirel bölümler her nedense çıkarılıyor. Kemal Tahir’in Sarı Gazi dediği Mustafa Kemal eleştirilerden çekinmiyor, böylece karşıtların görüşünü de öğreniyor. Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabı da öyle; bir milletvekili gazeteci yazarın görüşlerini ihtiva ediyor. Mustafa Kemal ile alakalı Türkçe ve yabancı dillerde yazılan eser sayısı da üstelik, bir hayli fazla.

TOPÇU’YU UNUTMAK VE AKİF’İ HATIRLAMAMAK

Günümüze gelince Recep Tayyip Erdoğan ile ilk kitap incelemesini, cumhurbaşkanının çalışma arkadaşlarından Gazeteci Milletvekili Hüseyin Besli, Bir liderin Doğuşu adıyla yayınladı ve Tarık Abdülcelil tarafından Arapça’ya da tercüme edildi. Kitap eleştirel değil, tam tersi bir çalışma.

Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk’un Recep Tayyip Erdoğan Bir Dönemin Öyküsü kitabı ise analitik bir görüşle ele alınmış. Belki daha da faydalı olmuştur.

Turkuaz’ın yayınladığı ve cumhurbaşkanın konuşmalarından oluşan “Daha Adil Bir Dünya Mümkün: Recep Tayyip Erdoğan” isimli eser de en azından referanslı ve yorumlu dip notlarıyla değerlendirilse belki daha da kalıcı olabilirdi. Çeyrek asır yönetime, birkaç eser çok az.

Evet bugün ne Yakup Kadri ve Falih Rıfkı gibi yazarlar, diplomatlar ve politikacılar var, ne de eleştirel düşünce ile kaleme alınmış kitaplar, yazılar. Her şeyde, hep bardağın dolu tarafı öne çıkarılmış, eksiklikler ve fazlalıklar görülmemiş. Tam tersi yapılsaydı, belki de bugün enflasyonu, hayat pahalılığını, zamları, işsizliği, vergi adaletsizliğini, liyakatsizliği, adaletsizliği, hukuksuzluğu, rüşveti, mülakatı, torpili tartışmayacak, atama bekleyen öğretmenleri, yurt dışına giden hekimlerimizi değil de, daha güzel ve daha şık bir gündemi konuşacaktık.

“Eleştiri bir fikri tamamlamaktır” diyen Nurettin Topçu’yu unutursanız, istiklalin ve istikbalin şairi Mehmet Akif Ersoy’u hatırınızdan çıkarırsanız olacağı da bu. Ne deresiniz?