19 Nisan 2008’de ATO Salonunda toplanan Türk Ocakları Kurultayı’na öğleye doğru ara verildi. Bazı eski dostlarla benim 2. kattaki odamda yemek yiyorduk. Kapı aniden açıldı, Ayvaz Gökdemir sevinçli anlarında yüzünü kaplayan tatlı tebessümüyle parmağını sallayarak siteme başladı “beni bu Kurultay’a getirmediniz de ne oldu? Bakın işte geldim.“
Doğrusu O’nu getirmeye cesaret edememiştik, çünkü ciddi sağlık sorunları vardı. Ama sabahleyin kalkmış, özenle hazırlanmış, eşi Sevgi hanımın endişeli bakışlarını görmezlikten gelerek kızı Hülya’nın arabasıyla öğlene yakın toplantıya gelmişti. Fakat içeriye girmek yerine yemek arasına kadar fuayede oturarak etrafında toplanan Ocak’lı kardeşleriyle sohbet edip hasret gidermişti. Tabii hepimiz gelişine çok sevinmiştik. Toplantının tekrar başlamasına doğru bizler kalktık, O iki arkadaşımızla bir süre daha kalmak istedi. Onlarla konuşurken başı yavaşça yana omuzuna düşüyor, salondaki iki doktor arkadaşımız hemen müdahale etseler de yararı olmadı; fani âlemdeki 66 yıllık misafirliğini tamamlayarak ebedi âleme avdet eylemişti.
O’nunla 1963 yılı başlarında ÜKK‘nde tanışıp hemen dost olmuştuk. Bu sıradan bir dostluk değildi. Ayvaz vefatından birkaç ay önce Türk Yurdu Dergisinde Kerküklü şehidimiz Nejdet Koçak hakkındaki yazısında aramızdaki o dönemdeki ilişkiyi şöyle anlatmıştı: “Hakk dostluğunu hedef alan idealist genç adamlardık. Kendimizi ve birbirimizi eğitip geliştirmek, birbirimize gözcü ve bekçi olmak ve milletimize mükemmel hizmetler sunmak arzusunda idik. Nasipse manevi bir ruh inkılabının öncüleri olmaktı muradımız. Allah rızası için üst üste konulan ellerin üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi… ”Allah’ın eli” olacaktır diye inanıyorduk…. Tasavvufu sever tasavvuf kavramlarını da çok kullanırdık. Büyüklerine çok hürmetimiz vardı ancak hiçbir tarikata intisabımız yoktu… Anlaşılıyor ki bizim tarihteki modelimiz “derviş gaziler” di. Derviş terbiyesi almış hizmet akıncıları olacaktık.”
Ayvaz Gökdemir’e, ailevi ilişkilerinden ötürü “bacanağım“ diye hitap edecek kadar yakın olan Acar Okan O’nu şöyle anlatıyor: “Dostumdu, kardeşimdi, arkadaşımdı, ülküdaşımdı. Milliyetçiliğin, gerçek Müslümanlığın en yüksek temsilini şahsında taşıyordu. Düşmanına karşı bile adildi. İnsan severdi, merhametli idi. Çok kaliteli bir kafa yapısına sahipti. Gerçek Münevver’in en son örneklerindendir. Çok okur, çok düşünür, çok yazar, bu birikiminin sonucu olarak da çok hikmetli konuşurdu. Çok iyi bir maarifçiydi Çok iyi bir idareci, çok iyi bir siyasetçiydi .”
1975’te Öğretmen Okulları Genel Müdürü olduğunda henüz 32 yaşındaydı. Maarifin ve öğretmenlik mesleğinin meselelerini, Eğitim Enstitülerinin durumunu yakından bildiğinden zamanla yarışırcasına çalışmaya başladı, çünkü fazla zamanının olmadığının, siyasi desteğinin bulunmadığının farkındaydı. Enstitülerin başına çoğu kendisi gibi genç, ülkücülerden oluşan idareciler getirdi. Genel Müdürlerinin cesur, kararlı ve başarmakta azimli oluşunu örnek alan okul müdürleri, aynı heyecan ve kararlılıkla işe koyuldular; böylelikle enstitülerin havası yurt çapında hızla değişti, birer milliyetçilik ocağı haline gelerek çevrelerinde etkili olmaya başladılar.
Ama Türk eğitim sisteminde meydana gelen bu tarihi reform sadece muhalefetin ve solcu basının tepkilerinden ibaret kalmadı, iktidarın içerisinde de rahatsızlığa yol açtı. Nitekim 77’de hükümet yeniden kurulduğunda Ali Naili Erdem Bakan olmadı, Ayvaz Gökdemir görevinden alınarak Enstitülerdeki millî canlanış bastırılmaya çalışıldı. Solcular, kozmopolit kesimler Ayvaz Gökdemir’in sürekli aleyhinde oldular: O’nu hırpalamaya, zor durumda ve etkisiz bırakmaya, önünü kesmeye çalıştılar. Gökdemir’in hem mesleki hem de siyasi hayatı sürekli mücadeleyle geçti. Mütevazı bir Anadolu ailesinin mensubuydu. Parası yoktu, imkânları her bakımdan sınırlıydı. Üstelik 1988 yılında sağlık sorunları başlamıştı. Fakat asla pes etmedi, iki defa Bakanlık yaptı, üç defa farklı kentlerden aday yapılsa bile seçilerek Milletvekili oldu. Meclis kürsünden yaptığı gündem dışı konuşmaların hepsi ülkemizin, milletimizin temel meselelerine ışık tutar nitelikte millî mesajlardır.
Can dostumdu, Fikri yapısını, entelektüel niteliklerini, düşünce derinliğini, millî ve manevi / dini değerlere bağlılığını, Türklüğe olan aşkını, yöneticilik kapasitesini, kişisel özelliklerini, cesaretini 46 yıl boyunca çok yakından gördüm. Bütün bu özelliklerine bakarak ve olabildiğince objektif kalmaya çalışarak şu hükme varıyorum: Türkiye Ayvaz Gökdemir ‘den yeterince yararlanamadı, siyasi çevresi, özelikle karar makamlarında olanlar O’nun atak ve cesur çıkışlarından tedirgin oldular, güçlensin istemediler. Daha elem verici olan ömrünün son sekiz yılında sık sık hastaneye yatmak zorunda kalacak kadar fazla sağlık sorunları vardı. Aziz kardeşimi bir kere daha kalbi duygularla muhabbetle, rahmetle, özlemle anıyor, eksikliğini her an hissediyorum. Menzili mübarek, makamı âli, mekânı inşallah cennet olsun, ruhu şad olsun.