Nuri GÜRGÜR

Avukat

Türk Milliyetçiliği’nin Fikri ve Siyasi Tarihine Işık Tutan “Davanın Davası" Kitabının Düşündürdükleri - 2

12 Eylül 1980 darbe döneminde 587 sanıkla başlayan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Ana Davası, geçen Aralık ayında yayınlanan DAVA’NIN DAVASI kitabında etraflı şekilde anlatılıyor. Bu yazının birinci bölümünde bu davayla ilgili belgelerin yer aldığı çok büyük emekle hazırlanan arşivin hazırlanış hikâyesi ve akıbeti yazılmıştı. İkinci bölümde İddianamenin belkemiğini oluşturan “suçun vasfı”nda çok önemli gördüğüm bir hususa dikkat çekmek istiyorum.

Mahkeme ve savcılık savunmanın görevini yapmasına ilk günden itibaren zorluk çıkardı. Av. Şerafettin Yılmaz’ın duruşma esnasında Genel Merkezde arama yapan askeri timin komutanına soru sormasına izin verilmedi, dinlenmesini istediği dört yüze yakın şahit dinlenmedi, savcının Parti’de ele geçirildiğini iddia edip Konseye sunduğu silahlar ve telsiz cihazının mahkemeye getirilmesini ısrarla istemesine rağmen sonuç alamadı. Bütün bunlara rağmen Savcı Soyer’in TCK’nın 141/3, 146, 149 ve 168’nci maddelerine istinâd eden “suçun niteliği” (vasfı) iddiasını duruşmalar sırasında yaptığı müdahalelerle çürütmeyi başardı. Mahkeme heyeti bir süre sonra Savcının bu husustaki taleplerini haklı çıkaracak hukuken geçerli belgeler sunamadığını, sanık ifadelerinin de iddiaları doğrulamadığını gördü, fakat “suç vasfı”nın değişmiş olduğunu 1987'deki karar duruşmasına kadar açıkça belirtmekten kaçındı. Duruşma Hâkimi Vural Özenirler bu husustaki suskunluğunu Av. Şerafettin Yılmaz’a ortak dostları bir askeri doktorla ilettiği mesajında bir bakıma izaha çalışmıştı; “Şerafettin Bey galiba burasının bir Sıkı Yönetim  Mahkemesi olduğunu unutuyor. “

Fakat suçun vasfının değişmiş olduğunu çok geçmeden Vural Özenirler ve Ali Fahri Kayacan'da gördüler. Bunun sonucu olarak idamları istenen MHP yöneticilerinin tamamına yakını sorgulamanın ardından tahliye edildiler. Necati Gültekin de 1984’te tahliye edilince iki yıldan fazla Mevki Hastanesinde yatmakta olan Türkeş Beğ yalnız kaldı. 1985 yılında Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı Hastaneden O’nun cezaevine gönderilmesini istedi. Hastane sağlık kurulu toplandı, hekimlik onuruna sahip olan 13 doktor ittifakla Türkeş’in sağlık durumunun cezaevinde kalmasına kesinlikle uygun olmadığını belirten bir rapor hazırlayıp imzaladılar. Evren hukukçu danışmanlarıyla da görüşerek tahliye edilmesine ilişkin adımı attı. Böylelikle Soyer’in “çetenin başı” ilan edip infazına çalıştığı Milliyetçi fikri ve siyasi hareketin lideri Türkeş beş buçuk yıl sonra evine, yuvasına kavuşmuş oldu.

12 Eylül darbesi aslında 9 ve 12 Mart 1971’de radikal solcuların Silahlı Kuvvetler içerisine sızarak iktidara el koyma girişimin son anda önlenmesinden sonra yaşanan anarşik olaylara karşı devletin kararlı bir tavır alamamasının, siyasi ve askeri bürokrasi içerisindeki kutuplaşmaların ortaya çıkardığı “sonuç”tur. İktidara sahiplenmek isteyen solcu fraksiyonlar hem siyasi alanda hem de toplumsal kesimlerde ülkücülerin direnişiyle karşılaştı. Olayların 1977 seçimlerinin ardından giderek tırmanmasına paralel şekilde Türkeş ve MHP bu çevrelerin nazarında  “nefret objesi“ haline getirildi. Gazete ve dergilerinde, duvar yazılarında “MHP kapatılsın, Türkeş yargılansın“ sloganı bir nevi ideolojik parola gibi bolca kullanıldı. CHP‘nin 1978 yılındaki 21 aylık iktidar döneminde Ecevit’in yaptığı en büyük yanlış,  radikal bir solcu olan Hasan Fehmi Güneş’i İçişleri Bakanlığı’na getirmesiydi. Güneş en kritik anarşik olayların soruşturmalarına katıldı; adaletin tecellisi maksadıyla değil, sanık pozisyonunda görünen ve ülkücü oldukları bilinen isimlere Türkeş’i suçlayan ifadeler vermeleri için çaba gösterdi. Ankara Güvercinlik Jandarma Birliği içerisinde maruf komünist Zeki Kaman dahil Pol-Der’li polislerle oluşturduğu özel ekibiyle soruşturmalara müdahale etti.

Hasan Fehmi Güneş’in Lokman Kondakçı üzerinden yaptığı girişimler hukuk ve adalet konularında hassasiyeti bulunan, devletin yetkili temsilcilerine güven duymak ihtiyacında olan her vatandaş için unutulmaması gereken ibretlik bir olaydır. Bu olayın bir ucu MHP davasına da yansımıştır.

Kondakçı Almanya’da yaşamaktadır. Bir dönem Avrupa’daki en güçlü ülkücü örgüt olan Federasyonun başkanlığını yapmıştır. Ancak 1978 yılına doğru hem işleri hem psikolojisi bozulur, bunalıma girer. Aydınlık Gazetesi’nin Almanya temsilcisi durumunu fark edince ilişki kurar; Türkeş aleyhinde ifade vermesi karşılığında yardım sağlanacağına inandırılır. Aydınlıkçıların Güneş’i haberdar etmeleri üzerine konuyu sahiplenir. Kondakçı özel bir ekiple Ankara’ya getirilir. İstihbaratın Çiftlik’teki mekânında Hasan Fehmi Güneş tarafından sorgulanır. Yardım yapılacağı Bakan tarafından da teyid edilir. Böylelikle Güneş‘in tam da istediği tarzda Türkeş‘i ağır şekilde suçlayan ve Kondakçı tarafından imzalanan 22 sayfalık bir metin ortaya çıkar. Bunun önemli kısımları bazı gazeteler üzerinden kamuoyuna duyurulur. Nurettin Soyer konudan haberdar olunca ifade metnine ulaşır. Mahkemeye sunduğu iddianamenin Türkeş ile ilgili iskeletini bu metindeki suçlamalar oluşturur.

Dava’nın başladığı günlerde Kondakçı Türkiye’ye döner; ekonomik durumunu düzelmiş rahatlamıştır. Zaten Güneş darbeden evvel Bakanlıktan istifa etmek zorunda kalıp ayrılmıştır. Fakat Nurettin Soyer Kondakçı’nın ifadesini sahiplenmiş aynen iddianamesine koymuş, şahit sıfatıyla ifade vermesi için duruşmaya çağırmak üzeredir. Elindeki en önemli koz bu ifadedir. Çünkü TCK’da suçlamanın sübut bulması için gerekli görülen nitelikte somut deliller, veriler, belgeler bulunmadığı gibi, insanlık dışı vahşi işkenceler uygulanan ülkücü sanıklardan, Türkeş’i suçlayan ifadeler alınamamıştı.

Av. Şerafettin Yılmaz rahmetli Berker İnanoğlu’nun aracılığıyla Kondakçı ile temasa geçer. Bürosunda üç defa gece yarılarına kadar görüşürler. Kondakçı üzgündür, nasıl bir tuzağa çekildiğini fark etmiştir. Duruşmada yazılı ifadesinin kendisini yasal açıdan zor durumda bırakmayacak tarzda ifadesinde söylediklerini tevil edecek bir üslup üzerinde mutabık kalırlar. İki gün sonraki duruşmada şahit sıfatıyla verdiği ifade Soyer için tam bir hayal kırıklığı oldu. Kondakçı’yı iddia makamının tanığı olarak çağrılmasına rağmen söyledikleri O’nu zor durumda bırakmıştı.

Nurettin Soyer, sadece Türkeş ve MHP’sini siyasi, ülkücü hareketi tasfiye etmeyi değil, yüzyılın başından itibaren her alanda etkili olan ve yönlendirici işlev yapan Türk milliyetçiliği fikrini de mahkûm etmek istiyordu. Fakat elinde ideolojik iddialar ve demagojik söylemlerin dışında suçu ceza hukuku açısından geçerli belgeler, veriler, deliller yoktu. Bu noksanlığı telafi etmek için sanıkların en azından bazılarının Türkeş’i suçlamaları gerekiyordu. Bunu sağlamak için özel ekibince C-5 denilen işkence yerinde sanıklara insanlık dışı en ağır işkenceler yaptırdı, ama sonuç alamadı. Kondakçı olayı O’nun açısından tam bir fiyaskoydu.

Davanın başında yanında olan, MHP’lileri tutuklayan As. Hâkim Üstün Günsan emekli olduktan sonra Cumhuriyet Gazetesine verdiği mülakatta bu durumu şöyle anlatıyor: “Asker savcı MHP dosyasını söylentiler sebebiyle erken açmak zorunda kaldı. O dosyanın soruşturması daha uzun sürmeliydi… Savcılar rahat bırakılsaydı, soruşturma daha ayrıntılı, daha kapsamlı yapılsaydı yukarıyla eylemcilerin ilişkisini sağlayan kişiler de ortaya çıkarılabilirdi.“  Günsan’ın sorgu sürecinin yani işkencelerin erken bittiğinden yakınmasıyla Savcı Soyer’in emekli olduktan sonra bir gazeteciye “Dönemin şartları dikkate alındığında işkence yapılmamıştır diyemem“ demesi bu davanın nasıl bir hukuk faciası olduğunun özetidir.

1987 Nisan ayında mahkeme kararını açıklamasından hemen önce “suçun vasfının değişme ihtimali” olması nedeniyle savunmaya ek süre vermesi, bir hafta sonra açıklanan kararda idamları istenen sanıkların tümünün beraat etmesi Dava’nın nasıl bir “peşin hüküm”le açıldığını göstermiştir. Şerafettin Yılmaz’ın başında olduğu Büro, başından itibaren doğru bir strateji izleyerek, bu sonucu hazırlamıştır.

—————————-

Aziz dostlarım değerli okurlarım; Gazze’de, Filistinde, Doğu Türkistan ve Myanmar‘da katliamlar, zulümler, soykırımlar sürerken yüreğimizi kavuran hüzünle hazzını duymasak da bayramınızı tebrik ediyor, cümlenizi en kalbi duygularla, selâm ve muhabbetle selamlıyorum. Türk ve İslâm âleminin huzur ve mutluluk duyabileceği bayramlara erişmesini niyaz ediyorum.