Oğuz Çetinoğlu: Günümüzde kullanılan Türkçe ile ilgili genel bir değerlendirme yapar mısınız?
Fethi Murat Doğan: Basın yayının, özellikle televizyonların, Türkçemizin yayılmasında çok etkili olduğunu görüyoruz. Kardeş Türk cumhuriyetlerinde ve Balkanlarda Türkiye Türkçesinin hızla yayılmasında ve Türkiye’de de İstanbul ağzının, kültür Türkçesinin hızla benimsenmesinde basın yayının gücünü, sanırım herkes kabul eder. Öte yandan, Tanzimat’tan bu yana süregelen batı hayranlığı ve taklitçilik, ne yazık ki günümüzde, özellikle basın yayın tarafından körükleniyor! Bize has ne varsa küçümseniyor, aşağılanıyor; buna karşılık, batının dili, kültürü, müziği, mutfağı vs. ise hep yüceltiliyor!
Bazı eski sömürgelerde olduğu gibi, yabancı dilde öğretim yoluyla Türkçemiz ikinci plana itiliyor. Bu ülkenin ezici çoğunluğunun anadili olan millî dilimiz Türkçe, yabancı dilde eğitimle aslında yok edilmeye çalışılırken bir yandan da ‘anadilinde eğitim’ adı altında, ‘etnik dilde’ bölücü eğitim, batı tarafından milletimize dayatılıyor.
Eğitimimizin ‘millî’ yönü, çok zayıflamıştır. Gençlerimize, ne yazık ki, ilk ve ortaöğretimde dil ve târih bilinci veremiyoruz. Yabancı kültürün etkisine karşı millî ve manevî değerlerimizle donatamadığımız için gençlerimiz, batının yozlaşmış kültürünün kolaylıkla etkisinde kalabiliyor. Ayrıca, dilimizi de nerdeyse 300-500 kelimeyle konuşuyorlar! Çok eski ve ana dillerden olan Türkçemiz, bütün bunlardan dolayı, ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bulunuyor.
Çetinoğlu: İnsan topluluklarının ‘millet’ hâline gelişinde ‘dil’ olgusunun yerini yorumlar mısınız?
Doğan: Milletlerin meydana gelişinde, târih, coğrafya, iktisat gibi unsurların yanında, özellikle dil, çok büyük bir öneme sahiptir. Dil, toplumu birleştirdiği gibi, aynı zamanda, toplumun kültürünün de gelecek nesillere aktarılmasını sağlar. Millî edebiyatın, toplumu birleştirmede ve millî ülküleri yaymadaki etkisi, toplumun birlik ve bütünlüğünün çimentosu gibidir.
Toplumları köleleştiren Roma İmparatorluğu ve daha sonraki sömürgeciler de hep kendi hâkimiyetlerini devam ettirebilmek için kendi dillerini her yolla yaymışlar; sözgelişi, Fransızlar Cezayir’de ve diğer sömürgelerinde Fransızcayı, İngilizler de Hindistan ve diğer sömürgelerinde İngilizceyi geçerli kılmışlardır. Dünya sahnesine geç çıkan ABD de aynı yoldan giderek İngilizceyi geçerli kılmak için, sözgelişi ülkemizde, İngilizce eğitimi, anaokulundan liseye, üniversiteye kadar, durmaksızın yaymaktadır. Bundan dolayı, yabancı kültür karşısında Türkçemiz ve milli kültürümüz geri plana itiliyor!
Çetinoğlu: Türk dilindeki bozulmalar, millet olma vasfımızı törpüler, aşındırır mı?
Doğan: Gündelik hayatta sıkça rastladığımız kaba saba ve seviyesiz konuşma, sürekli olarak yerli yersiz yabancı kelimelere, söz kalıplarına vs. yer verilmesi sonucu, dilimiz zayıflar, kültürümüz yozlaşır; dilimizin ‘ilim dili’ olamayacağını iddia eden yetkililer bile çıkabilir! İlim dili olarak gelişmesi engellenmeye çalışılan Türkçemiz için tehlike çanları çalıyor demektir!
Millî kültürümüz, birliğimiz, varlığımız ve geleceğimiz bakımından, tıpkı sınırlarımızı korur gibi, Türkçemizi korumamız ve geliştirmeye çalışmamız gerekir. Bilim alanında yabancı terimlere Türkçe karşılık bulunması için olağanüstü çaba harcamalıyız. Türk Dil Kurumu, üniversiteler ve aydınlarla işbirliği içinde bu çalışmaları ısrarla devam ettirilmelidir.
Çetinoğlu: Türkçemizdeki Arapça ve Farsça kelimelere tepki olarak, sâdelik akımında aşırıya kaçılınca, uydurma kelimeler kullanıma girdi. Daha sonra da İngilizce ve Fransızcadan kelimeler alındı. Gelişmeler, ‘dilde ırkçılık yapılmaması gerekir’ diyenlerin hoşgörü sınırlarını zorluyor mu?
Doğan: İlim alanındaki terimlere bulunan uygun Türkçe karşılıkların kullanılması, sınırlı sayıda insanı ilgilendirdiği için, nispeten kolaydır; ancak, milyonlarca insanın konuşup yazdığı ve benimsediği kelimeleri, ‘öztürkçe olmadığı’ gerekçesiyle tasfiye etmeye çalışmak, hem başarısızlıkla karşılaşır hem de dilimize ve kültürümüze zarar verir. Bu uygulama sonucu, dilimiz fakirleşir ve yarım yüzyıldır İngilizcenin istilası karşısında görüldüğü gibi, Türkçemizin direnme gücü zayıflar.
Aslında ‘öztürkçe’ derken belki de bilmeden ve hiç düşünmeden, İngilizcenin yayılması için elverişli bir ortam meydana getirildi! Çok sayıda kelimeden sadece birkaç örnek vermek gerekirse… Sözgelişi, ‘merkez’ kelimesine soğuk bakılırken ‘center’ (sentır) yaygınlaşmaya başlamıştır. Yine ‘kıstas’ kelimesine karşılık ‘ölçüt’ teklif edilirken ‘kriter’; ‘azami’ / ‘en çok’ varken ‘maksimum’; ‘asgari’ / ‘en az’ varken minimum; ‘mesele’ yerine, ‘problem’; ‘siyaset’ ve ‘siyasî’ kelimelerine karşılık ‘siyasa’ ve ‘siyasal’ diyelim derken çoktan beri ‘politika’ ve ‘politik’; ‘iktisat’ , ‘iktisadî’ yerine, ‘ekonomi’, ‘ekonomik’ vs. gibi yabancı kelimelerinin yaygınlaşmasıyla ilgili nice örnekler, Türkçemizin bütün sözvarlıklarını kararlılıkla savunmamız gerektiği konusunda uyarıcı olmalıdır.
Çetinoğlu: Kültürlerarası kelime alışverişinin sınırı ve şartları var mıdır, nelerdir?
Doğan: Toplumlar arasında kelime alışverişi kaçınılmazdır. Rusça, Romence, Bulgarca, Yunanca ve diğer dillerde çok sayıda Türkçe kelime olduğu gibi, bizde de bu ve diğer dillerden geçmiş birçok kelime vardır; ancak, önceleri Fransızca ve daha sonra da İngilizcenin ülkemizdeki etkisini, bu çerçevede ele almak mümkün değildir. Bir kültür emperyalizmiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İngilizcenin istilası, İngiliz-Amerikan kültürünü de toplumumuza boca etmektedir.
Çetinoğlu: Babanın kız kardeşi ‘hala ’ ile ‘şimdiye kadar ’ anlamındaki ‘hâlâ ’ kelimesinin yazılışı, inceltme işâreti (^) ile halletmek mümkün. Kimileri, ‘cümlenin gelişinden anlaşılır ’ diyerek (^) işâretini hiç kullanmazken, kimileri de yalnızca birinci veya ikinci ‘a’ nın üzerine koyuyor. Burada bir karmaşa var.
‘İnsan öldürme ’ anlamındaki ‘katil ’ kelimesi ile ‘insan öldüren ’ anlamındaki ‘katil ’ kelimesi, farklı telaffuz ediliyor. Yazılış şekli ise aynı. Burada bir ‘kural noksanlığı ’ söz konusu. Alfâbemize; X, Q, W ile nazal N harflerinin konulmasını isteyenler, ‘kâr ’ ile ‘kar ’ kelimelerini ayırt edecek düzenlemeyi akıllarına getirmiyorlar. Ay ismi olan ‘Kasım ’ ile erkek adı ‘Kasım ’ aynı şekilde yazılmasına rağmen farklı okunmalı.
Türk alfâbesinde ve imla kurallarında ciddî bir düzenleme gerektiğini düşünüyor musunuz?
Doğan: Her şeyden önce siyasî kutuplaşmayı azaltarak işe başlanmalıdır. Siyasî kültürümüz, ne yazık ki, katı kutuplaşmaya çok meyyal, uzlaşmaz ve çatışmacı niteliktedir. Dilimizle ilgili konularda da tamamen siyasî tavırla hareket ediliyor. Bundan dolayı, bir uçtan bir uca savruluyoruz. İşin ilgi çekici bir yanı, geleneği dikkate almamakta, muhafazakâr sayılanlar da benzer bir tavra girebiliyor. Sözgelişi imlada (yazım), bir ara ‘ilkokul’ kelimesini bile ayrı yazmaya kalktılar! Neyse ki, o dönemin ilgili bakanının müdahalesiyle yanlışlık düzeltildi.
‘Etnik ırkçı’ niteliğindeki bölücülük karşısında, alfâbemizde en küçük bir değişikliğe asla izin verilemez. Öte yandan, Türk cumhuriyetlerinin ‘ortak alfâbe’ kullanması için yapılan çalışmalarda, kardeş Türk devletlerinin alfâbelerinde yer alan bazı harfleri dikkate almamız gerekir. Anadolu ağızlarında da yaşamakla birlikte İstanbul ağzında kaybolan bazı sesler var. Bu sesler, kardeş Türk ‘lehçe’lerinde korunduğu gibi, yeni alfâbelerinde de yer alıyor: nazal ‘n’, hırıltılı ‘h’ ‘x’, açık ve kapalı ‘e’ ile ince ‘k’ ve kalın ‘k’nın (q) ayrı gösterilmesi gibi… Bu tür farklılıklar dolayısıyla ilerde bazı eklemeler yapılması söz konusu olabilir ki, bu bölücülerin art niyetli taleplerinden tamamen ayrıdır.
1980 öncesinde, o dönemdeki Türk Dil Kurumu yöneticileri, ‘şapka’ da denen, sesi uzatma ve inceltme işlevi olan düzeltme işaretinin (^) kullanılmasını azaltmaya çalışmışlardı. Bu çerçevede, sözgelişi ‘lâle’ kelimesinin ilk hecesindeki ince ‘L’yi belirten düzeltme işareti ile sıfat yapan nispet ‘i’si’ndeki (î) düzeltme işaretini kaldırmışlardı. Daha sonra nüfus idaresi de karışıklığa yol açabilir düşüncesiyle ‘şapka’yı (^) tamamen kaldırmış! Ayrıca, eskiden dizgide, şimdi de bilgisayarda yazarken doğurduğu güçlük dolayısıyla ‘şapka’nın kullanılması iyice azaldı. Birçokları da bunlardan dolayı ‘şapka’nın tamamen kaldırıldığını sanıyor! Hatta bir yabancı kolejin mezunları, duyarlı bir yaklaşımla, ‘Şapkamı istiyorum’ diye kampanya başlatmışlardı.
Kimseye haksızlık etmek istemeyiz, kalın hecede ince ‘k’ (kâğıt, Kâmil…) ile ince ‘g’yi (yegâne, rüzgâr…) kimse kaldırmadı. Yine ayırt etmek amacıyla da ‘şapka’ kullanıldı ve kullanılıyor: sözgelişi, ‘adet’ (sayı) ile ‘âdet’ (alışkanlık), sizin de belirttiğiniz gibi, ‘kar’ (yağış çeşidi) ile ‘kâr’ (ticarî gelir), ‘hala’ (babamızın kız kardeşi) ile ‘hâlâ’ (şimdiye kadar)… Türk Dil Kurumunun klavyemize ilgisiz kalmasının da bu konuda rolü vardır.
Bilgisayar şirketleri, daha fazla satabilmek için çok çeşitli klavyeler hazırlayabildiği halde, ne yazık ki Türk Dil Kurumu, Türk klavyesinde (‘F’ klavye) ısrarlı olmadığı için yabancı klavye (Q klavye) yaygınlaştığı gibi, klavyede ‘şapka’nın kolayca yazılabilmesi için de çaba harcamadı. Bilindiği gibi, ‘aksan’ da denen buna benzer işaretlerden, mesela Fransızcada daha fazla vardır, ‘şapka’ Fransızcada da vardır Ancak klavyede daha kullanışlı biçimdedir. Yine Almanların ‘umleit’ denen aksanları da klavyelerinde daha kolay yazılabilmektedir.
Düzeltme işareti, hem uzatma hem de inceltme işlevine sahip olduğundan, bazı durumlarda karışıklığa yol açabilir diye konmuyor. Sözgelişi, ilk hecesi uzun olan ‘kanun’, ‘katil’, ‘Kasım’ (ad) gibi…
İmladaki keyfiliğe, başıboşluğa son vermemiz gerekiyor. Geleneği ve mutabakatı göz önünde tutmalı, ‘en az çaba yasası’nı da dikkate almalıyız. Kendi klavyemizi (‘F’ klavye) yaygınlaştırmalı ve ‘şapka’nın da tek tuşla yazılabileceği değişikliği sağlamalıyız. Başta Türk Dil Kurumu olmak üzere, üniversitelerin ilgili bölümleri ve bütün aydınlarımızın bu konuda çaba harcaması gerekir. Türk Dil Kurumu, birleştirici bir tutum ve yaklaşımla bu girişime önderlik etmelidir.
Çetinoğlu: Türk alfâbesinde rakamların şekli belirlenmiş iken, Sizce; ‘IV. Murat’, ‘XVIII. yüzyıl’ şeklinde Romen rakamı kullanmak ihtiyacı neden duyuluyor?
Doğan: Ansiklopedi ve kitaplarda yaygın olarak kullanılmakla birlikte, daha anlaşılır olanı tercih etmek gerektiği kanaatindeyim.
Çetinoğlu: Çok değil, 10-15 yıl önce gazetelerde ‘Yaşayan Türkçe’, ‘Doğru Türkçe’ ve benzeri genel başlıklar altında; gazete ve dergilerde yapılan dil yanlışları teşhir edilir, doğrusu belirtilirdi. Artık bu tür çalışmalara rastlanmıyor. Dil yanlışı yapanlar mı azaldı, yoksa ‘yazsam da faydası yok ’ ümitsizliği mi benliğimizi sardı?
Doğan: Ne yazık ki böyle bir durum da var. Genel olarak dilimize verilen değerin azalması, eğitimin niteliğinin sürekli düşmesi ve kültürel yozlaşmanın kanıksanması sonucu, çok önemli dil ve imla yanlışları, hatta bilgi yanlışları da pek dikkati ve ilgiyi çekmiyor!
Çetinoğlu: İlkokulda iken öğretmişlerdi: Üçüncü tekil şahıs için kullanılan ‘O’ zamiri, sonraki cümle içinde kullanılırsa, büyük harfle yazmak gerekir. Türk Dil Kurumu bu kuralı mı değiştirdi, yoksa çok kişi hatâlı mı yazıyor?
Doğan: Özneyi belirtmek için düşünülmüş olsa da şimdi sadece Hz. Muhammet ile Atatürk için kullanılması yerleşti.
Çetinoğlu: Yine ilkokulda öğretmişlerdi: ‘Bir gemi dâima batıya giderse, doğuya ulaşır.’ Cümlesinde yön bildiren kelimelerin baş harfleri küçük, ‘Doğu Türkistan ’, ‘Güney Anadolu ’ şeklinde özel isimlerden önce yazıldığında ise büyük harfle yazılır. Bu kural da değişti mi?
Doğan: Hayır değişmedi. Sorunuzdan da anlaşıldığı gibi, kuralların sık sık değiştiği bir durum, ister istemez karışıklık doğurur. Yerleşmiş imla kurallarıyla sık sık oynamak doğru değildir.
Bu vesileyle ‘tek başına bir ordu gibi’, Türkçemizi ve kültürümüzü, yurt içinde ve dışında kararlılıkla savunan ve yabancı dilde eğitime karşı mücadele eden değerli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu hocamızı rahmetle anmak, değerbilirliğin bir gereğidir. Bütün vatanseverleri, aslında Anayasamıza da açıkça aykırı olan ve sömürge ülkelerde görülen yabancı dilde eğitime karşı çıkmaya dâvet ediyorum.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
Doğan: Görüş ve düşüncelerimi okuyucularınıza ve ilgililere iletmeme vesile olduğunuz için ben de teşekkür ederim.
FETHİ MURAT DOĞAN
Polatlı-1951 doğumludur. İlk ve ortaokulu Polatlı’da bitirdikten sonra Ankara Bahçelievler Öğretmen Okuluna girdi. Öğrenimini Bolu Öğretmen Okulunda tamamlayarak 1971 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü kazandı.
O dönemin gençlik hareketleri içinde yer aldı.
Yükseköğrenimini İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde tamamladı.
Taksim Atatürk Lisesinde edebiyat öğretmenliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesinde Türkçe okutmanlığı yaptı. Çeşitli gazete, ansiklopedi ve yayınevlerinde çalıştı. On beş yıl Yıldız Teknik Üniversitesinde Türkçe okutmanlığı yaptıktan sonra yaş haddinden emekli oldu.