Siyâsî Taassup

Siyasetin asıl maksadı, insana/insanlığa hizmeti hedef edinen mukaddes bir faaliyettir.

Taassup ise, birçoklarının, senelerdir, ‘sâdece dînî değerler üzerinden’ târif edegeldiği bir kelime olarak, değişik mânalarda kullanılır.

Bu sebeple, dindâr kimseler için mutaassıp ifadesi kullanılır. Hâlbuki, günlük mânasıyla mutaassıp, taassup sahibi, yâni, fikrinde ısrarcı olan, bâzen de körükörüne bir şeye bağlı bulunan, muhakemesiz, sabit fikirli kişidir. Bu kişi, başkasını beğenmez’dir. Sâdece “Kendi bildiğini okur” derler ya, öyledir!..

Taassupluk; aynı zamanda, aşırı taraftarlıktır, fanatiklik, bir cephesiyle yobazlık ve bağnazlıktır.

Bu kelimeler ekseriya birbiri yerine kullanıldığı gibi, farklı da kullanılmaları mümkündür. Her fikrin yobazı, her fikrin mutaassıbı, bağnazı, fanatiği, körükörüne bağlısı veya aşırı taraftarı vardır.

Mevzumuz siyaset olduğuna göre, bunu, herhangi bir s(ı)por takımının taraftarlığı gibi mütalaa etmemek lâzımdır.

S(ı)por takımı, mahallemizin, şehrimizin veya başka bir şehrin takımlarından biri olabilir. Rengine, oyuncusuna, o şehre olan ilgimize bağlı olarak ona sempati ve ilgi duyabiliriz. Bir cephesiyle yarışma, bir cephesiyle vücut eğitimi ve bir cephesiyle de eğlencedir.

Siyaset öyle midir?

Hayır!..

Siyasette, doğrudan doğruya ‘halka hizmet “sözkonusudur.

 ‘Fikir’,; bu hizmetin nasıl yapılacağına dâir en önemli hazine ve istikamet tâyininde yegâne vasıtadır.  Çeşitli/türlü/farklı/değişik ve zaman zaman da, birbirilerinin içine gömülü düşünce sistemleri halka arzedilir. Bu fikirlerle; bir devletin nasıl idâre edileceği/edilmesi gerektiği, dış devletlerle olan ve olması muhtemel temasların işleyiş tarzları ortaya konur.

Adâletten sağlığa, eğitimden millî güvenliğe, bayındırlıktan, denizciiiğe, ziraata…kadar her şey murakabe altına alınmak suretiyle ‘ istişâre’, karar verilir, neticeye ulaşılır.

Siyâset; elbette ki, ‘idâre için’ farklı p(i)lânları, değişik görüşleri olan ‘partilerle/fırkalarla’  yürütülür.

Bu da, ‘demokrasi’nin bir icabı olarak, adâlete dayalı bir tarzda idâme edilmek zorundadır.

Yâni; demokratik bir idâre’nin adâletle tahakkuku için ‘partiler’ şarttır, olmazsa olmazı’dır.

Partilerin ise; istişârelerle, mutabakatlarla, şahsî hırs ve menfaatlerden uzakta bulunarak, halka/insanlığa hizmet etmesi gerekir.

Peki, bu durum, tatbikatta yâni uygulamada böyle midir?

Kesinlikle hayır!..Kat’iyyen değildir!..

Dünya devletlerinin başında bulunan ‘kişi’lere bakınız!..Yaşlarını, tahsillerini, maddî durumlarını…vesâireyi bir tarafa bırakınız!..

İçlerinde, üslûbuyla, konuşmalarındaki nezâketle, merhametli tavrıyla, Devletler arası münasebetlerdeki ciddiyetiyle numune teşkil edecek bir tek zat var mıdır?

Hepsi, hemen hemen istisnâsiz, sokak ağzı, sarhoş ağzı, kabadayı ağzı diyebileceğimiz bir lisânla konuşmaktadır.

Her Devlet’in, kendisine, devlet olma vasfını kazandıran, başta ‘millî kültürü/millî değerleri’ olmak üzere, belli müesseseleri vardır.

Bunların hepsi; kanunlar karşısında, birbirleriyle irtibatlıdır ve birbirine hürmetli olmak zorundadır.

Aynı durum, Devletler arası münâsebetlerde de aynı şekilde, millî menfaatlerle sınırlı olarak devamla mükelleftir.  Hiçbirinde, dostluk-düşmanlık, kardeşlik-ağabeylik, ahbaplık-arkadaşlık-akrabalık önceliği yoktur, olmamalıdır!..

‘İstişâre kültürü’ teşekkül etmeyen bir partiler zirvesinden, bunları beklemek, elbette ki, zor hatta imkânsızdır.

Hulâsa olarak diyebilirim ki; bugün, siyaset, sadece Türkiye’de değil; bütün dünyada batakta’dır.

Kaos/karmaşa demiyorum; batak, diyorum. Kaos veya karmaşada çıkış yolu bulunabilir, batakta ise, böyle değildir.

Taassup, yobazlık, körükörüne itaat, benbilirimcilik, fanatiklik, bağnazlık, sabit fikirlilik, muhakemesizlik ve tabiî ki, kibir; işi, ‘partizanlık’ denilen, hak tanımazlığı kadar vardırır!..

Bu da şu demektir ki, taassubun siyâset lisanındaki adı “partizanlık’tır!..

Bilesiniz ki; ‘adâlet’in tecellîsi, âhirete kalmıştır!..