Millî marşlar, milletlerin zor ve sıkıntılı günlerinde, varlık-yokluk mücadelesi verdikleri dönemlerde millete bir moral ve ümit kaynağı olarak doğarlar. Türk Millî Marşı olan İstiklâl Marşı da Türk milletinin, vatanını ve bağımsızlığını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, Mustafa Kemal’in önderliğinde verilen Millî Mücadele’nin içinde 103 yıl önce doğmuştur. Bu marşın mimarı, Türk milletinin bütün vasıflarını nefsinde toplayan, manevî duyguları, vatan ve millet sevgisi dorukta olan, bir inanç ve şahsiyet âbidesi Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy tarafından yazılmıştır. İstiklâl Marşı, aynı zamanda Türk İstiklâl Savaşı’nın bir millî destanıdır.
Mustafa Kemal’in önderliğinde 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan Türk İstiklâl Savaşı’nda, Anadolu’nun işgaline karşı mücadele veren Türk milletine ve ordumuza moral ve umut vermek için bir millî marş yazılması hususu gündeme geldi. Özellikle Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ve Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa, millî marşın varlığının önemi üzerinde durdular. Bunun üzerine Maarif Vekâleti 1920’de İstiklâl Marşı yazılması için bir müsabaka açtı. Müsabaka sonunda seçilecek şiirin şairine 500 lira mükâfat verileceği duyuruldu. O günlerde Ankara’da 140 liraya bir çiftlik almak mümkün olduğuna göre, bu çok büyük bir mükâfattı. Müsabakaya 724 şiir katıldı. Edebiyatçılardan oluşan seçici kurul, bu şiirlerden hiçbirini millî marş olmaya değer bulmadı. Burdur Milletvekili Mehmet Âkif, bu müsabakaya “Millî marş para ile yazılmaz” düşüncesiyle katılmamıştı. Halbuki giyecek paltosu bile yoktu. Arkadaşının paltosuyla Meclis’e gidip geliyordu.
Bu konuyu öğrenen Atatürk, Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’e bir talimat vererek Âkif’in bu endişesinin giderilmesini istedi. Hamdullah Suphi Bey, Âkif’e hitaben yazdığı şu mektupla onu yarışmaya katılmaya davet etti: “Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zatı üstadânelerinin matlûb şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır. Asıl endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vâsıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbeti arz ve tekrar eylerim.”
Hamdullah Suphi Bey bu mektubu, şairin yakın dostu Hasan Basri Çantay’a verdi. Çantay, uzun süre uğraştıktan sonra şairi, bu müsabakaya katılmaya ikna etti. Bunun üzerine kaleme sarılan Âkif, ikamet ettiği Taceddin Dergâhı’nın manevî ikliminde ve Ankara’nın o soğuk ve o heyecanlı günlerinde, mum ışığında Türk milletinin duygu ve imanını dile getiren millî marşımızı yazmaya karar verdi.
Bu marşa milletimizin ve ordumuzun ihtiyacı olan bir umut ve moral sözcüğüyle başlaması gerekiyordu. Âkif, bundan sonrasını yakın arkadaşı Eşref Edib’e şöyle anlatıyor:
“Boş odaya girdiğimde, benim bugünkü sıkışıklığımı başka bir müslüman daha yaşadı mı diye düşündüm. Ülkenin her yanı düşmanla boğuşuyor diye düşünürken, Peygamber Efendimizin, Hz. Ebubekir’le Mekke’den Medine’ye Hicreti’ni hatırladım. Ebu Cehil’in yanında binlerce insan vardı. Sevr mağarasına sığındıklarında, Ebubekir’in Peygamberimizin hayatı için endişelendiğini fark edince, “Korkma Ebubekir, Allah bizimledir" deyişini hatırladım. Peygamberimizin daha büyük bir zorlukta teslim olmayışı aklıma geldi ve marşı yazmaya ‘Korkma!’ diyerek başladım.” Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un yazdığı İstiklâl Marşı, 1 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından, kürsüden okunmaya başlandı. Marşın vatan, millet, bayrak, hürriyet ve bağımsızlık aşkı dolu mısraları okundukça, salonda büyük bir alkış tufanı koptu. Meclis’te büyük coşku ve heyecan yaratan şiir, dört defa ayakta dinlendi. 12 Mart 1921 tarihinde de yapılan oylamayla Milli Marş olarak kabul edildi. Mehmet Âkif söylediği gibi, marş için kazandığı 500 liralık para ödülünü almayarak, savaşlarda şehit düşenlerin dul ve yetimlerine yardım eden Darül Mesai isimli kuruluşa bağışladı.
Âkif, İstiklâl Marşı’nda 261 kelime kullanmıştır. Bu kelimelerin 170’i Türkçedir, 91’i Türkçeleşmiş Türkçedir. Türkçeleşmiş kelimelerin 76’sı Arapça’dan, 15’i Farsçadan gelmedir. Âkif’e göre dil konusundaki ölçü, millettir. Milletin dili, milletin zevki, milletin anlayışıdır. O, fikirlerinin herkes tarafından anlaşılması için sade Türkçe kullanmıştır. O, en yüksek fikirlerin Türkçe ile ifade ile edilebileceğini savunmuştur. O, dil konusunda diyordu ki: “Türkçenin millî bir vakarı olmalıdır. Böyle olmadıkça medeni bir dilimiz var diyemeyiz. Dil, bizi ayakta tutan, şahsiyetimizi koruyan, kültürümüzü bugünden yarına taşıyacak olan sihirli gücümüzdür.” Hasan Basri Çantay’ın ifadesiyle «Âkif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak öldü.»
Mehmet Âkif’in yazdığı İstiklâl Marşı, Türk milleti ve ordumuz için bir moral, heyecan ve ümit meşalesi oldu. O yıllarda işgali protesto için yayınlanan ve millî ruhu besleyecek millî heyecanı ayakta tutacak “mefkûre kartlarında” hep bu marşın mısraları yer almaktadır. Kuvayı Millîye’nin posta pulları dahi bu marşın mısralarıyla süsleniyordu.
Türk ordularının bütün savaşları sırasında, subay ve askerlerimizin, şehitlerimizin ceplerinden bu şiir çıkıyordu. “İstiklâl Marşı’nın sesi, düşmandan İzmir’i alan büyük kuvvetler arasında” sayılıyordu. Nitekim Türk ordularının İzmir’e doğru yürüyüşe geçtikleri sıralarda, İzmir’e girdiğimizde, Edirne’nin kurtuluşunun beklendiği günlerde hemen bütün gazetelerin birinci sahifeleri bu marşın mısralarıyla doludur.
İstiklâl Marşı hakkında Atatürk şunları söylemiştir: «... Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lâzımdır. İstiklâl Marşı’nda istiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de şurasıdır: “Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklâl aşkı bu milletin ruhudur.»
Âkif, İstiklâl Marşı’nı “O benim değil, milletin malıdır” diyerek Safahat isimli eserine almamış, kahraman Türk ordusuna armağan etmiştir. Vefatından kısa bir süre önce kendisini ziyaret eden gençlerin İstiklâl Marşı’nın değiştirilmek istendiğini söylemeleri üzerine Âkif şunları söyler:
"Ankara... Ya Rabbî, ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik... Hele Bursa’nın düştüğü gün...Ya Sakarya günleri... Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla yese düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydik? Ne topumuz vardı ne tüfeğimiz... Fakat imanımız büyüktü:
Doğacaktır, sana vadettiği günler Hakk’ın!...
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın...
Bu, ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün... İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır...
O günler ne samimi ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hâtırasıdır. O şiir bir daha yazılmaz... Onu kimse yazamaz... Onu ben de yazamam... Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.
Allah bu millete bir daha istiklâl marşı yazdırmasın!"
İstiklâl Marşımızın kabulünün 103. yılını kutluyorum. Marşın manevi mimarı Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un ruhu şâd, mekânı cennet olsun.