‘’Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:/Yeryüzünde yer beğen!/Nereye dikilmek istersen,/Söyle, seni oraya dikeyim!’’ (Arif Nihat Asya)
Ata yadigârımız Kıbrıs adasıyla ilgili ne çok efsaneler vardır! Kimileri mitolojiye konu olmuştur Afrodit’i anlatır! Kimi dönemlerde Akdeniz’in orta yerinde korsanlık yapanların sığındığı bir limandır! Doğal güzelliklerin barındığı, duygu yoğunluklarının yaşandığı aşk adasıdır…
Ama son dönemine bakıldığında stratejik konumuyla, çevresindeki doğal gaz yataklarıyla dünya devlerinin ekonomi lokmasıdır!
En çok da Rum-Yunan ikilisinin hayalini kurduğu ama hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan Enosis rüyasını gördüğü adadır…
Bizim tarihimize baktığımızda;
Kıbrıs öncelikle 1571’den, 1878’e 307 yıl boyunca Osmanlı Sancağının dalgalandığı vatan parçamızdır. Sonrası geçen 96 yıllık dönem; bu vatan parçamızdan nasıl ayrı kaldığımızı koparıldığımız süreci; 1974 yılı ise tarih sayfalarımıza şanla zaferle yazdığımız bir kavuşmayı; Anasıyla Yavrusunun yeniden kucaklaştığı zamanı anlatır…
Ve tabii ki ardımızda kalan 43 yılın içinde Akdeniz’in tam da ortasında, Kıbrıs’ta dalgalanmakta olan şanlı bayraklarımızın o muhteşem görüntüsü vardır.
Değerli Okur;
Yıllar sonra bu yazıyı kaleme almamın yegâne nedeni; 30 yıldan beri K.K.T.C devletinde bulunan aslında Guinness rekorlar kitabına girmesi gereken, ‘’Beşparmaklar Dağlarına çizilen Ay Yıldızlı Al Bayraklarımızla’’ ilgilidir.
30 yıl önce o gazi toprakların dağlarına, taşlarına Mehmetçiklerimizin kazıdıkları Ay Yıldızlı Şanlı Bayrağımızın gerçek hikâyesini anlatmaktır.
Ecdat yadigârı bu adaya yakın tarihimizde iz bırakmış, kahramanlıklarıyla efsane olmuş nice kahramanlar vardır. Bunların başında da hepimizin bildiği, tank savaşları literatürüne giren, 1974 Kıbrıs savaşlarında Beşparmak dağlarının tepesine çıkarak düşmanla savaşan ‘tank efsanesi’ gelir.
Ama bundan da önemlisi Yavru Vatan Kıbrıs’ta Beşparmak Dağlarının taşına toprağına çizilen bir de Ay Yıldızlı Al Bayraklarımızın hikâyesi vardır.
İşte bu bayraklarımızla ilgili geçtiğimiz Mayıs ayının başında Rumlar Güney Kıbrıs’ta Londra’da ki işbirlikçileriyle birlikte bu bölgedeki bayraklarımızın kaldırılması/silinmesiyle ilgili bir kampanya başlatmışlardı..!
Kampanyanın amacını ise şöyle açıklanmışlardı:
“Bir başkasının ülkesini silahlarla işgal etmek, bu zulmü bayrakla vahşet çığırtkanlığı yapmak yasa dışıdır. Bu İnsan haklarına aykırıdır. Bu, Kıbrıslı Rumlara karşı bir kışkırtmadır. 1974'te ülkeyi bölen ve binlerce ölü insan, mülteci ve kayıp şahısla felaket yaratan katliamı bizlere her gün hatırlatan bir olaydır.”
Böylesi bir gerekçenin doğruluğunu teyit etmek için adada yaşanan olayların sadece 1955-1974 arasında kalan 11 yıllık zaman dilimine bakmak yeterlidir!
Çünkü bu 11 yıllık süreç Kıbrıs Türk’ünün Rumlara karşı topraklarını, namus ve şerefini korumak adına vermiş oldukları efsanevi direnişi anlatır. Bir o kadar da Rumların yakıp yıktıkları Türk köylerini, katlettikleri binlerce Kıbrıs Türk’ünü, insanlık adına utanç belgesi olarak tarihe geçmiş katliamlarını…
Kıbrıs’ta yarattıkları böylesine acılı bir dönemi yok sayarak, günümüzde de türlü Bizans oyunlarıyla adayı Yunanistan’a bağlamanın peşinde olan Rumların bu girişimine sadece; ‘’yavuz hırsız, ev sahibini bastırır’’ denir!
Rumların değişmez bu iki yüz yüzlülüğüne bir kez daha dikkat çektikten sonra; o gazi topraklarda savaşan, yıllarca görev yapan, bayraklarımızın o dağların taşına toprağına nasıl kazındığını bilen, gören bir Kıbrıs Gazisi olarak bu gerçeği anlatmamın en önemli nedeni:
Hem tarihimize ama en çok da 43 yıl önce Şanlı Bayrağımızı kanları, canları pahasına o dağlara tepelere diken, topraklarına kazıyan; Girne’de, Kutsovendi’de, Buffavento’da, Gazimağosa’da kalelerin burçlarına bir daha inmemek üzere çeken Aziz Şehitlerimize, hala hayatta olan Kıbrıs Gazilerimize olan borcum/uzdur diye düşündüm.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki!
20 Temmuz 1974 - 16 Ağustos 1974 tarihleri arasında Kıbrıs’ta cereyan eden her iki savaşa da kıdemli üsteğmen rütbesiyle bölük komutanı olarak katıldığım bu süreçte tutmuş olduğum günlükler, savaşa katılan birliklerin harp cerideleri ama en önemlisi yaşadıklarım, gördüklerim; bu savaşın ve anlatacağım gerçeğin en önemli kanıtıdır.
Ama esas olarak, 1974 Kıbrıs Savaşlarına ait yaşanan her ne varsa; Genelkurmay ATASE Başkanlığında belgeleriyle birlikte oradadır…
Ancak aradan neredeyse yarım asır geçmişse, birileri tarihi gerçeklerin üzerine kendi gerçeğini yazmak istiyorsa; işte o zaman o gerçeğin bilenlerce anlatılmasının, yazılmasının gerekliliğine de inanıyorum. Tabii ki konuyu çarpıtmadan, gerçek dışı hiçbir şey eklemeden ama eksik de bırakmadan…
Şimdi bundan 30 yıl öncesine gidiyor, Kıbrıs adasının en güzel mevsimine 1987 yılının ilkbaharına, Mayıs ayına dönüyor, yakın tarihimize şanla şerefle yazılan o tarih sayfalarını aralıyorum:
‘’ ……………..Savaştan tam 11 yıl sonra bu defa Binbaşı rütbesiyle yine Kıbrıs’taydım. 28 Mayıs 1985’te ikinci kez göreve geldiğim Kıbrıs’tan dönüşüme aylar kalmıştı. Çünkü iki yıllık görev sürem dolmak üzereydi, Türkiye’ye dönecektim…
Üsteğmen rütbesiyle savaşı yaşadığım o önemli süreç sonrasında köprülerin altından çok sular akmış, adada değişmeyen şey kalmamıştı adeta! (Bk. Unutanlar, Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız Kıbrıs/20 Temmuz 1974/ve Sonrası, Atilla Çilingir-2004)
Ama adada değişmeyen, değişmeyecek olan bir şey vardı ki! O da; gönderlere çektiğimiz, dağına taşına kazıdığımız Ay Yıldızlı Al Bayraklarımızla, K.K.T.C devletinin hudut boylarını koruyup kollayan Kahraman Mehmetçiklerimizin nöbetleri sırasında ettikleri hudut yemini idi.
Bu yemin; Yüce Türk Ulusunun savaş meydanlarının yenilmez askeri Mehmetçiklerimizin milletine, vatanına, devletine olan sadakatini anlatır, Rum askerlerinin yüreğine korku salardı…
O dönemde ben de Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında görevliydim. Adadaki komando birliğimiz; Beşparmak Dağlarında ‘kartal yuvası’ adını verdiğimiz, 1974’te Rum komandolarından ele geçirdiğimiz eski adıyla Kutsovendi (şimdiki adıyla Taşkent köyü) yakınlarındaki Komando kampında eğitim yapmaktaydılar…
Onların sabahın seher vaktinde spor yaparken o yiğit gür sesleriyle söyledikleri ‘’yaylalar, yaylalar; diloy, diloy yaylalar’’ türküsü, adada adeta bir top mermisi gibi patlar; Beşparmaklardan, Trodoslara yankılanır, Rum kesiminden de duyulan bu sesten Rumlar rahatsız olduğu/korktuğu için bunu defalarca BG karargâhına (Barış Gücü) şikâyet ederlerdi…
Bu yıllarda adadaki Barış Kuvvetleri Komutanımız (rahmetle, büyük bir saygı ve sevgiyle anıyorum) Korgeneral Sn. Sabahattin Akıncı Paşamızdı. Kendisi Albay rütbesiyle 1974 Kıbrıs savaşlarına katılmış mükemmel bir komutandı.
İşte adada böylesi bir dönem yaşanırken; 1987 Mayısının ikinci haftasında Kıbrıs Barış Kuvvetleri Komutanlığını denetlemeye gelecek Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Sn. Necip Torumtay Kıbrıs’a gelmeden önce bitirilmesi kaydıyla; onu adaya getiren uçak Ercan Hava Alanına inmeden önce görebileceği ama daha da önemlisi Rum kesiminden de görülecek bir Türk Bayrağının Beşparmak Dağlarına yapılması-çizilmesi-kazınması emri buradaki komando birliğimize verildi…
‘’Kartal Yuvası’’ dediğimiz Beşparmakların en sarp bölgesinde eğitim yapan komandolarımız, 1974 savaşlarında Ay Yıldızlı bayraklarımızı Beşparmak Dağlarına kanlarıyla canlarıyla çoktan çizmişler, Aziz Şehitlerimizin kanlarıyla renklenen Şanlı Bayraklarımızı 11 yıl önce göndere çekmişlerdi zaten. Ancak böylesi bir görev de onlar için büyük bir gurur kaynağı olacaktı. Çünkü Beşparmak Dağlarına çizilen bayrağımızı bir daha oradan hiçbir güç silemeyecekti…
Aslında 1974 savaşlarında Rum askerlerinin yüreklerine en çok bu komando birliğimiz korku salmış, Beşparmak Dağlarında bu mümtaz askerlerimizin süngüsünü tadan Rum askerleri, onları bir daha unutamamışlardı ama bundan böyle hiç unutamayacaklardı.
1987 yılının Mayıs ayında o dönemdeki adıyla Kutsovendi’de bulunan dağ kaplanlarımız, komutanlarından aldığı emirle Beşparmak Dağlarına Rum kesiminden görünecek büyüklükte neredeyse on futbol sahası büyüklüğündeki Türk Bayrağını beş gün beş gece çalışarak, Beşparmak Dağlarının bugün görülen o bölgesine kazıdılar.
Böylesi bir bayrağın yapımı dünyada ilkti. Rum tarafına ise verilen mesaj çok netti. Yıllarca Kıbrıs Türk Mücahidi ile alay ederek, Mehmetçiğe atfen; ‘’’Ne zaman geleceksin, bu kaçıncı bahar’’ diyen Rumlara:
1987’nin baharında; 1974 yılında Milletçe kazandığımız zafer bir kez daha hatırlatılmış, ‘’Geldik aldık. Dağına taşına Ay Yıldızlı Bayrağımızı kazıdık.’’ Denilmişti/demiştik…’’ (Not: Daha sonraki yıllarda şanlı bayrağımızın yanına K.K.T.C’nin milli bayrağı da çizilmiş, gurur timsali bu bayraklarımız bugün bulundukları toprakları ama daha da önemlisi o şanlı tarih sayfalarımızı aydınlatmaya devam etmektedirler)
İşte K.K.T.C’de Beşparmak Dağlarına bir daha silinmemek üzere kazınan Şanlı Bayraklarımızın gerçek hikâyesi bundan ibarettir.
Yazımı yine büyük vatan şairi Arif Nihat Asya’nın şu dizleriyle bitirmek isterim:
‘’Ey, mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü!/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,/Işık ışık, dalga dalga bayrağım,/Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.’’
Büyük Türk Milleti ne zaman dara düşse, vatan sevdası uğruna tarihe çok önemli izler bırakmış, nice kahramanlık destanları bırakmıştır. Bu destanların tamamı Ay Yıldızlı Şanlı Bayraklarımızın gölgesinde yazılmıştır.
Ey Bayrak:
Uğruna veremediğimiz canı, gölgende yaşatmaya hakkımız yok…