Ferdî duygular; dil, dîn, bayrak, târih ve coğrafya gibi müşterek mefhûmlarla umûmîleşir ve bu, "umûmî bir mizaç" hâlinde yine ferde akseder. Bu umûmî mizaçtır ki, milletleri târih sahnesinde devamlı kılar. Maddî ve mânevî cepheleriyle, milletin bütün fertleri tarafından aynı gaaye içersinde yaşanılan hayat ve yürünen hedef; bütün çileleri ve sevinçleriyle edebiyâtı, mûsıkîsi, mîmârîsi ve târihî birikimiyle yoğrula yoğrula tek "şuûr" hâlini alır ki, biz, buna, "kültür" deriz.
Türk İstiklâl Marşı, Türk Milleti'nin, tek fert olarak ve topyekûn millet olarak kültürünün anayasasıdır; böyle de olmalıdır.
İstiklâl Marşı'mız-başlık hâriç- 257 kelimeden meydana getirilmiş bir millî kahramanlık destânıdır. Birkaç kelimesi müstesnâ, Marş, bugün dahi konuşulan Türkçe ile yazılmıştır: "Cüdâ, cerihâ, rûh-u mücerred, izmihlâl" kelimeleri hâriç tutulursa, Marş'ı, hiçbir Türk vatandaşının anlamaması imkânsızdır.
Eşref Edib'den nakledildiğine göre, merhûm Mehmet Âkif, dil hakkında şöyle demektedir:
" Bir gün lisanın sâdeleşmesinden bahsolunuyordu. Ben dedim:
- Şimdi Türk edebiyâtından Arabî, Farisî kelimeleri kaldırıyorlar. Bu hususta siz ne dersiniz?
- Biz bunu zaten yapıyorduk. Ancak bu birden olmaz. Yavaş yavaş olmak lâzım. Benim safahatlarım sırasıyla tetkik olunursa görülür. Meselâ Âsım, diğerlerine nisbetle daha çok sâde ve Türkçedir."
İstiklâl Marşı'mızda, "millî mefhûmları" canlandıran kelimeleri şöyle sıralayabiliriz: "yurt (3), millet (4), vatan (3), ırk (2), sancak (1), ocak (1), hilâl (3), (istiklâl (1), toprak (2), (ata (1), yer (1), şafak (1), kan (2), bayrak (1), hür, hürriyet (2), kahraman (1) olmak üzere, toplam yirmi dokuz millî mefhûm ifade eden kelime zikredilmektedir.
İstiklâl Marşı'mızdaki İslâmî unsurları ifade eden kelimeler ise şöyledir: Hakk (3), helâl (2), îmân (2) cennet (2), şühedâ (1), Hudâ (1), İlâhî (2), mâbed (1), ezan (1), secde (1), tapmak (1), şehid (1), rûh-u mücerred (1), kefensiz (1).
Ayrıca; hemen hemen her mısrâda "ben" kelimesi, "umûmî mizaç"ın bir sembolü olarak "millet" yerine kullanılmaktadır. Yine, yedinci mısrâdaki "sana" kelimesi, "umûmî mizaç"ın sembolü olan "bayrak"tır. Böylece; toplam olarak otuz iki millî ve yirmi İslâmî olmak üzere, mevzûmuz içine dâhil edebileceğimiz elli iki kelime mevcuttur.
İstiklâl Marşı'mızdaki birçok kelimenin fiil, sıfat, zarf, edat, bağlaç gibi kelime çeşitlerinden olduğu düşünülürse, bu mefhûmları ifade eden "isim ve zamirlerin" çokluğu ortaya çıkar.
Bugün, dünyâda istiklâline kavuşmuş her milletin bir istiklâl marşı vardır. Ancak, Türk İstiklâl Marşı kadar milletin rûhuna uyan ve mizacını aksettiren, onun hislerine bütünüyle tercüman olabilen bir başka marş yoktur.
Elbette ki, böyle bir mukayese ayrı bir mevzûdur. Sâdece şu kadarını belirtmek isterim ki, İngilizler, "Tanrı Kıraliçeyi korusun"(=God bless the Quinn!) derken; F(ı)ransızlar da 1792'de Rhin ordusu için yazılmış Marseillaise adlı marşlarında, "Haydi vatan evlâtları, zafer günü geldi" (=Allons les enfants de patrie, le jour de gloire est arrive) demektedirler.
Türk İstiklâl Marşı, ferdî şuûrdan, müşterek millî şuûra, müşterek millî şuûrdan cihânşümûl şuûra yükselişin şâhâne bir terennümüdür. İnsana, insanca yaşamasının fazîletini; millete, târih içinde müşterek kültür şuûruna sâhip olarak devam etmenin, sevgi, saygı, geçmişe bağlılık ve geleceğe umut ve güvenle bakmanın destânî bir tezahürüdür.
Türk İstiklâl Marşı, bunun için ferdîdir, bunun için millîdir ve insanda aslolması icap eden mizaca hitap etmesi bakımından da cihâhşümûldür.
Sözgelimi:
"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlıyacak,
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!"
Mısrâları, ne derecede ferdî unsurlar taşıyor görünüyorsa, o derece millî ve cihânşümûl bir mâhiyet taşımaktadır. Meselâ; ikinci mısrâdaki "yurt" benimdir, milletimindir ve her millî topluluk için de kendinindir.
Yukarıda tespit edilen millî ve İslâmî unsurlar arzeden kelimelerden "şafak", "al sancak"ın "yüzdüğü", millî yâni bize âit bir mekândır. Kezâ; "ocak", yine en küçük millî mekân olan âile'dir. "Ocak", "yurt", "vatan", "toprak", "yer" kelimeleri, yaşanılan mekânı temsil ederler.
Mekân mefhûmu "ocak"la, "millet" mefhûmu da "ben"le başlamaktadır.
"Ben", "millet", "ırk", "ata", "kan", "şehid", "kahraman" kelimeleri, zaman içinde, mekâna sâhip çıkan insanları gösterir.
"Sancak", "hilâl" ve "bayrak", milleti temsil eden müşterek sembollerdir.
Dîğer taraftan; Marş, İslâmî muhtevâyla yüklüdür: Üç defa tekrarlanan "Hakk", aynı mânâya gelen "Hudâ" ile, iki defa tekrarlanan "İlâhî" kelimeleri bunu göstermektedir.
İslâmî muhtevâlı kelimelerden "helâl", "cennet", "şühedâ, şehid", "ezan", "secde" gibi kelimeler, geniş tutulan zaman içinde, maddî mekânı uhrevîleştiren, mukaddesleştiren, gaayeleştiren ifadelerdir:
"Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı."
Mısrâlarndaki "toprak", alelâde bir toprak değildir. O'nda, "kefensiz yatan binlerce şehid" vardır yâni târih içinde insan (Türk milleti) vardır.
"Sen şehîd oğlusun, incitme yazıktır atanı,
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı."
"Sen" ile "ben" aynı insandır. "Şehîd oğlu" olmak, millî ve İslâmî bir imtiyaz, gurur duyulacak bir hâldir. "Ata" ile "sen", târihin, nesilden nesile devredilmesidir. "Cennet vatan", dünyâlara bedel değil, ondan da üstündür ve dünyâlara değişilmeyendir.
"Cânı, cânanı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin, tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ."
"Cân" ile "cânân" ve "bütün varım", mahallî veya millî unsurlardır. Bütün bunların yokluğu "vatan"ın yokluğu yanında nedir ki? Zîrâ "vatan", her şeyimizdir.
'Millî ve İslâmî' temi en derin bir ulvîyet içinde ele alan:
"Rûhumunsende, İlâhî şudur ancak emeli:
Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli,
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli."
Ve:
"O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki başım!"
Mısrâlarında, tek maksat, "mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli"nin değmemesi, "şehâdetleri dînin temeli " olan "ezanların, ebedî yurdumun üstünde inlemesi"dir.
Eğer böyle olursa;
Fışkırır rûh-u mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer belki başım!"
Görülüyor ki, Türk İstiklâl Marşı'nda, "Ocak"tan "Arş"a ulaşan mekân genişliğinde yüzmekteyiz. Millî ve İslâmî mefhûmlar, tam bir âhenk içinde, tam bir örgü hâlindedir.
Ve bu örgünün çelik ağlarla kaynaştığı son mısrâları:
"Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl."
"Hür-hürriyet" ve Türk milletini temsil eden "bayrak", birbirinin ayrılmazıdır.
Ve şüphesiz ki; "Hak'a tapan", bir "millet"in ise, "istiklâl hakkıdır."
Burada; "Hakk-Millet- İstiklâl" kelimeleri, bir millî formül gibi gönülden gönüle, nesilden nesile bir çağlayan misâli çağlayarak akmaktadır...Elbette ki, asırlar boyunca, çağlayarak da akacaktır!..
MİLLÎ KÜLTÜR DERGİSİ, SAYI: 58, EYLÜL 1987, SF. 63-64