Günümüzün insanına özellikle gençlerine batılılaşmayı, yanlışları ve doğrularıyla batılılaşmayı anlatmamız lâzım. Gençlerin yakın tarihimize damgasını vurmuş, günümüze kadar gelen batılılaşma sevdasında düştüğümüz hataları bilmesi şart. Günümüzün genci Batının çok ilerlemiş tekniğinin mahsulü olan pek çok şeyi kullanıyor. Biraz da oyuncak hâline getirerek kullanıyor. Bütün bu teknik konforun kadınıyla, erkeğiyle insanımıza kazandırdığı boş zamanı acaba Batı’nın kullandığı gibi mi kullanıyoruz? Tabii ki hayır, çok üzülerek hayır… O boş zamanı ne yazık ki Batı’nın şikâyet ettiği hatta mücâdele ettiği pek çok faydasız şeyle dolduruyoruz. İşte bütün mesele burada… Batının ürettiğini tepe tepe kullanmak ama onun ürettiklerini üretecek bir seviyeye ulaşamamak…
Zâten Batının istediği de bu değil mi? Gelişmeyen toplumların kendisine ağzı açık hayranlığı sayesinde pazarına pazarlar ilâve etmek. Kendi kültürüne sırt çevirmiş, kökünü budamış, kimliğini kaybetmiş şaşkın insanlardan meydana gelmiş, boş vakitlerini değerlendiremeyen zavallı toplumları eğlence kültürünün tiryâkisi hâline getirmek…Düşünen, düşünmesini bilen kafaların batılılaşma üzerinde kafa yormaları şarttır. Büyük tezatlar arasında yetişmiş Cumhuriyet neslinin kafası karışıktır. Türklüğüyle, Müslümanlığıyla daha pek çok kendine has taraflarıyla batılı olmayı kazasız belâsız nasıl başaracaktır?
Doğu ile Batı’nın bu çok zor karşılaşmasını İngiliz tarihçi Toynbee “Medeniyet Yargılanıyor” adını taşıyan kitabında büyük bir dikkatle incelemiştir. Toynbee’ye göre Doğunun ve Batının ilk karşılaşması Batı’nın çocukluk, İslâm’ın ise en parlak devrinde olmuştur. Müslümanlar bu ilk karşılaşmada Batıyı yok oluşun eşiğine getirmişlerdir. Daha sonra Batı, haçlı ordularıyla saldırmış ama Doğuyu yok edememiştir. Sicilya ve Endülüs Batının olmuştur.
Arnold Toynbee “İslâm fethedilmiştir ama zalim fatihi Batı’yı büyülemiştir” der Acaba hangi sahalarda büyülemiştir? Batının büyük kafalarının ittifak ettiği gibi ilim ve sanat sahasında… Toynbee kitabında ikinci Doğu-Batı karşılaşmasını da anlatır: “İkinci karşılaşma Osmanlılar zamanındadır. Bu devirde Batı İslâm’ın temsilcisi Osmanlı’yı savaşlarla alabildiğine oyalamış, yormuş okyanuslara yelken açarak Amerika’yı keşif ve istilâ etmiş, Hindistan ve Endonezya’ya kadar uzanmıştır” diyerek… Toynbee üçüncü son karşılaşmanın zamanımızdaki karşılaşma olduğunu, Batı’nın Doğu’yu artık siâhla değil, yaşayış şekli ve kültürüyle istilâ ettiğinı yazmıştır. İngiliz tarihçi bu çeşit istilânın Müslüman dünyâsı’nda çeşitli reaksiyonlar doğurduğu meselesine de dikkat çekmiştir. Toynbee’ye göre Doğu, bu silâhsız istilânın karşısında ya kendi kültürüne sıkı sıkı sarılmış, Batı’ya bu şekilde kafa tutmak istemiş yahut Batı kültürüne tamamen uyum sağlayarak batılı olmak sevda ve gayretine düşmüştür. Tarihçiye göre bu reaksiyonlar Doğu’da iki tip liderin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Batılı olmak isteyenlerle, Batılı olmayı kendi kültürüne sımsıkı sarılarak kabul etmeyenleri…
Onun fikrine göre bu iki tip lideri Batının baskısı doğurmuştur. İlericinin de gericinin de muhafazakârın da varoluşlarının tek sebebi BATI’dır. Tarihçi bu noktada çok şaşırtıcı, Doğu’nun kendi meselelerinin cahili aydınlarında görülmeyen, bir yabancı tarihçiden beklenmeyen çok doğru bir teşhiste bulunmuştur: “İslâm âlemi çok hatalıdır. Batı’ya batılılaşarak karşı koymak çözüm değildir. Üstelik Batı’ya sevdalı Türk aydınları taklitçi oldukları için Batı medeniyetine eskinin aksine hiçbir şey katamazlar. ”diyerek…
Toynbee’nin “Batılılaşma taraftarı Türk, batılılaşma aleyhtârı olan türk’e batılıdan daha düşmandır” hükmünü vermesi ise bizi bizden daha iyi tanıdığının işaretidir. Batıyı bütün kötü taraflarıyla tanıyan ve itiraf etmekten çekinmeyen, bir Avrupa münevverinin tipik örneği olan tarihçi kitabında Batı’nın iki iflah olmaz hastalığı için de İslâmdan yardım istemiştir. Tabii o yardımı yapabilecek vasıfta olan, özüne ihânet edilmemiş İslâm’dan: “Batı bu iki hastalığı için, yâni ırkçılığı ve alkol bağımlılığı için İslâm’dan yardım görmelidir” diyerek ve “İnsanlığın bu günkü durumu bir ırk savaşına yol açacaksa İslâm tarihî görevini yapmak üzere yardıma çağırılmalı” diye de devam ederek…
Ama Toynbee’nin yardıma çağırdığı o Müslümanlık, nerede? Nerede o müslümanlığın üzerine titreyerek, ya benim yüzümden ona bir ufacık leke bulaşırsa diye korkanlar…. Onların hepsi terk ettiler bizleri… Bizlere ise Doğu’nun büyük evlâdı İkbal’in “Sizin İslâm’a yapacağınız en büyük iyilik onu temsile soyunmamanızdır’ diye seslendiği cahillikleri nispetin de cesur da olanların temsil ettiği Müslümünlığa kahrolarak ağlamak kaldı. Hâlbuki bir zamanlar geçmişimizde yâni Batı’yı büyülediğimiz devirlerde neler vardı? Batı’nın hayran olduğu abide eserleriyle bir koskoca mimarî vardı. Şairlerimizin şiirleriyle kucaklaşmış bir harika musiki ve onun ruhlarımıza şifa olan eserleriyle dâhi bestekârlar vardı. Itri’ler, Hâfız Post’lar, Seyyid Nuh’lar İsmail Dede Efendi’ler, Hacı Arif Beyler vardı. Abdülkadir Merâgi’nin coğrafyasından uzanarak Anadolu’muzu kucaklayan ve o mekânla vuslata eren bir gönül ve ruh çağlayanı yıllarca akıp durmuştu.
Uzun yıllar Batı’nın havasını koklamış, onun musikisini de severek dinlemiş bir insan, Yahya Kemal bakın ne diyor bizim musikimiz için: “Çok insan anlayamaz eski musikimizden- Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” … Batı musikisini anlamak, hatta beğenmek ve takdir etmek ama kendisinin olanı aslâ inkâr etmemek… Çünkü kendisinin olanı inkâr etmek soysuzluğa, ihânete, köksüzlüğe, bunalıma, ortada kalmışlığa götürürken vatan açısından büyük bir dramın perdesini de açar. Meselâ harika çocuk olarak Avrupa’ya gönderilen bir Suna Kan gibi “CSO gibi çağdaş müziğin sergilendiği yere nasıl bu gerici müzik girer” diyerek Büyük Itri’yi, Itri konserini o mekâna yasaklayan harika kadınlar çıkar, hayâtı boyunca Klasik Türk musikisi konserine gitmemiş “Michael Jackson’ı severim” diyen, Türk Devletine kim bilir kaça mâlolmuş Suna Kan gibi “harika çocuk”lar veya “harika kadınlar” lar çıkar. İşte bu millet hep böyle tezatlar içinde yaşadı. Kimileri güya millî olan bir eğitimin katıksız ve hatasız ürünleri olarak hep kanatmaya memur oldular, Harika kadınımız Suna Kan gibi öz kültürümüzü ana vatanımızdan kovmak vazifesini üstlendiler.
Toynbee gibi son dinin kaynağına inerek hastalıklarının çaresini onda bulan aydın tipi Avrupa’da halâ vardır. Bakarsınız gelecekte İslâm’ın gerçeğini bize onlar öğretirler. Tarihimizi, Osmanlı ve Cumhuriyet dâhil hataları ve sevaplarıyla da doğrusunu onlardan öğrenir, dinimizi de Atatürk’ümüzü de bir işporta malı gibi satılığa çıkarıp menfaatlerimiz için kullanmak gibi adiliklere düşmeyiz. Belki o zaman asabiyeti ve Allah’tan da halkından da sık sık özür dilemesiyle gündemden düşmeyen Başkanımıza sakinleşsin diye Mozart’dan başka, öz be öz bizim olan dâhi bestekârlarlarımızdan birini dinlemesini tavsiye edebilen kendi kültürünün cahili olmayan sanatkârlarımız da olur. Ne yazık ki halimiz bu… İktidarıyla ve muhalefetiyle… Sakın batılılaştık demeyelim.
Gülerler...
TÜRK KADINI kitabımdan...