Nereye Beyler?

Ne istiyorsunuz beyler? Kimden, niçin, hangi intikamı almak istiyorsunuz?

Bu küfürleşme, bu inatlaşma, bu ayrıştırma kimin işine yarıyor? Ayıptır!..Koca koca adamlarsınız!..

Milletin oyu ile seçildiniz ve dünyanın parasını da alıyor ve harcıyorsunuz?

Hiç mi insafınız ve vicdanınız yok!..Câmilerde, şu veya bu sebeple para topluyorsunuz / toplatıyorsunuz da, şu kadar kiliseyi, kendimizin yâni Devlet’imizin bütçesinden imâr ettiğinizle de iftihar ediyorsunuz, niçin?

Vatandaş olarak bizden israf etmemeyi talep ediyorsunuz da; sizde, zerrece tasarruf emâresi mevcut değil!..

Bırakınız emekliyi, zor geçineni ve öğrencileri, çöpten karton, naylon veya bayat ekmek toplayanlara karşı bile, milim merhamet taşımıyorsunuz!..

Bir şehre giriyorsunuz; peşinizde onlarca araba… Hepsi, yabancı markalı…Hepsi, son model!. Bunlar, su bile yaksa, güç yetmez!. Böyle bir tantana, şatafat, gösteriş kimde var, söyler misiniz?!..

“Gazze” diye sokaklarda, meydanlarda kükrüyorsunuz, câmi câmi para toplatıyorsunuz da oraya giden ticârî gemi ve malzemelerin hiçbirinden söz etmiyorsunuz…Niçin?

Ne iktisâdi teması ve ne de siyâsî irtibatı kesiyorsunuz, nasıl iştir?

Ne Kürecik’e, ne İncirlik’e, ne de Manavgat Suyu’na müdahaleyi düşünüyorsunuz! Hiçbirinde, hiçbir baskı uygulamanız mevcut değil!..Bırakınız müdahaleyi, sözünü bile etmiyorsunuz, sebebi nedir?

Varsa yoksa belediye seçimleri!..

Elinizdeki belediyelerde ne yaptınız da şimdikilerde ne olacak!..

 Meselâ; Millî Mücâdele’nin başlatıldığı şehre “Amazon Heykeli” dikip, “Amazon Köyü” inşâ etmek mi yâhut da aynı şehrin beşyüz senelik tarihî eserine ‘asansör’ yapmak mıdır, mârifettir?

T(ı)rafiği mi hâllettiniz, depreme uygun konutları mı yenilediniz, târihî eserleri aslına uygun olarak tâmir mi ettiniz, şehir ve kasabalarımızı birer kültür merkezi hâline mi getirdiniz?

 İki yüzün üzerinde üniversitemiz bulunduğunu hâlde, onların, dünyâ üniversiteleri arasındaki geriliğinden niçin söz edilmiyor?

 Varın, bütün belediyeleri kazanın!..Muhtarlıklara da, siyasî hüviyet verin ve onları da alın!..

Dolar ve yüro karşısında, Türk Lirası’nın durumu meydanda…Hayat pahalılığı uçurumda…

Kişi başına düşen millî gelir, en beğenmediğiniz Avrupa ülkelerinin yarısına bile denk değil, neyle övünüyorsunuz?

 Birkaç ay önce, “Farzedin ki!” (Bknz. M. Halistin Kukul, wwwkapsamhaber.com-10 Kasım 2023) başlıklı  yazımda da ifade ettim, “Farzedin ki, bütün belediyeleri, muhtarlıkları, milletvekilliklerini vesâireyi  kazandınız!..” Emrinize amâde olmayan hiçbir şey de kalmadı, fazladan ne yapacaksınız!..

Arkadaş; nedir bu hâl!..Yanıbaşınızdaki adama söylemediğiniz, atmadığınız iftirayı bırakmıyorsunuz…

Hangi devirde, hangi ülkede yaşıyoruz!…Müslümanlık bu mudur? Milliyetçilik bu mudur? Demokratlık bu mudur? İnsaniyetçilik, medeniyetçilik bu mudur?

T(ı)rafik kazasında ölenlerimiz, depremde, mâden ocaklarında kaybettiklerimiz, göz göre göre öldürülen gencecik kadınlarımız, ümitsiz ve p(i)sikolojik kaos yaşayan gençliğimiz, bunalmış ihtiyarlarımız…sıkıntılarına çâre ararlarken…siz; hangi ülkenin hangi, milletin, hangi dinin insanına hitapta bulunuyorsunuz, anlamakta zorlanıyorum!..

İsmet Paşa’yı da, Celâl Bayar’ı da, Adnan Menderesi de…Osman Bölükbaşı’yı, Cevdet Sunay’ı da…hattâ Cemal Gürsel’i de gördüm, dinledim…Sevdim-sevmedim, tasvip ettim-etmedim ammâ hiçbirinde bu kadar nezâketsizliğe ve fikirsizliğe şahit olmadım.

Tabii ki, -bana göre- yakın zamanın siyasî liderleri, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit veya Turgut Özal’da da, hiçbir zaman, bu derecede ölçü kaçmamıştır.

 Biz; sizin ‘emir eriniz “ MİYİZ?

Bizden hem rey talep edeceksiniz hem de hakaretli sözler edeceksiniz, idrâkiniz, insâfınız bu kadar mı yerlerde sürünür oldu? Nedir bu kibriniz, aşağılamanız, tepeden bakmanız!..

“Soykırım Çemberindeki Dünya” (Bknz. M. Halistin Kukul, Wwwkapsamhaber.com-23 Ekim 2023) başlıklı makalem, sizlere hiçbir uyarı sağlamadı mı?

 Bu makalemde; ‘çemberde’,  hattâ ‘kıskaçta’ olan ülkenin ‘Türkiye’ olduğunu vurguladım. Dünyaya bu kadar mı uzaksınız? Dünyayı okumanız böyle midir?

Resmî ifadelere göre, 6 Şubat 2023 depreminde 53.00’nin üzerinde insan kaybımız olduğu söyleniyor. Bir o kadar da yaralı veya kayıp varmış!..

Peki; yaraları sarıp, sükûneti sağlayıp, milleti huzura kavuşturup kucaklaştırmanız gerekirken, hâlâ gerginleştirme peşindesiniz! Niçin?

Geride bıraktığım ‘seksen bir senelik ömrümde’, bilhassa p(i)sikolojik olarak, bu kadar bunaldığımı hiç hatırlamıyorum!..

 Daha ne istiyorsunuz!..Hadi, Anayasa Mahkemesi’ni de yâni “Anayasa”yı da tanımıyorsunuz…Lütfen, açıklayın ve deyin ki, “Son hedefimiz şudur!”

Çinli Tuğgeneral Liu Yazhou’nun 03 Eylül 2018 tarihli “Batı Bölge Teorisi” başlıklı makalesinden bir bölüm nakletmek istiyorum.  Hiç sanmıyor ve inanmıyorum ammâ, belki, bâzılarınızın aklını başına getirir.

 Şöyle diyor, Liu Yazhou:

“Çin’in batısı harika bir yerdir. Batı (Doğu Türkistan’ı içine alan Orta Asya coğrafyası)’ya yönelmek bizim için sadece stratejik seçenek değil, aynı zamanda ümidimiz, hatta bizim neslin kaderidir. Mükemmel konumu (dünya merkezine yakın) bize güçlü bir motivasyon sağlıyor. Batı’ya sınır bölgesi olmaktan ziyade ilerlemek için hedefteki bölge olarak görmeliyiz.”  (Bknz. akademiye.org./tr/?p=1798)

Bir başka ibretlik örnek daha sunuyorum:

20 Mart 2017 tarihinde 102 yaşında ölen Yahudi asıllı Amerikalı petrol milyarderi David Rockefeller’in “Yüz Yılın İtirafı “ adlı kitabından sâdece iki başlık nakledeceğim:

Birincisi: “Türkiye, coğrafî ve stratejik bakımdan çok önemli bir ülkedir. Bu yüzden üzerinde daha fazla durmak istiyorum. Bu ülke bizim için çok önemlidir ve Türklere bırakılacak kadar önemsiz değildir.

İkincisi: “Büyük İsrail Devletinin sularının büyük kısmının kaynakları Türkiye toprakları üzerindedir.”

Adamlardaki ‘hedef’i görüyor musunuz?

Peki, biz ne yapıyoruz? Çevremiz bu kadar sarılmış; üzerimizde bu kadar baskı varken, nelerle meşgul oluyoruz?

İşte; ‘Vah ki, vah!’ buna denilir.

Bunların bâzılarını, sözünü ettiğim “Soykırım Çemberindeki Dünya” başlıklı makalemde yazmıştım. Esâsen, bu çemberdeki ‘dünya’ değil’, biziz, Türkiye’dir, demiştim.

Biri, Çin’den; diğeri, İsrail/Yahudi Amerikası’ndan iki numûne arzettim. Yetmez mi?

İllâ da, Rusya’yı, Yunanistan’ı, İngiltere’yi, İtalya’yı, Almanya’yı veya F(ı)ransa’yı ve şu, İslâm düşmanı olarak ilân ettiğimiz ve sonra da kendisinin NATO Genel Sekreterliği’ne yeşil ışık yaktığımız Rasmussen’in memleketi Danimarka’yı ve NATO’ya girişine vize verdiğimiz, terör örgütü PKK’yı himâye eden İşveç’i de söylemem mi gerekiyor?

Bir insan, mevkisi ne olursa olsun, hata yapabilir. Hatasız kul mu olur!..Hizmet için vaatte de bulunur, ammâ vaat diye “yalan söylemez/vaat satmaz” iftira atmaz, halkı bölmez, halkın bir bölümüne eziyet etmez.

Her milletin hedefleri vardır: Bizim, Türk Milleti ve Türk Devleti olarak hedefimiz /hedeflerimiz ne(ler)dir?

Yolcu garantili hava alanları mı?

Yolcu garantili köprüler mi?

Kur korumalı hesaplar mı?

Hasta garantili hastahâneler mi?

Yabancıya satış için vatan topraklarımız mı?

Dünya ilim âlemini sarsacak üniversiteler açmak ve ilim adamları yetiştirmek mi?

Verimli arazilerimizde dünyanın en mükemmel meyve ve sebzelerini yetiştirmek mi?

Kültür ve sanatta, dünyanın alnına mühür vuracak şiir, roman, mîmâri eserlerine yol aralamak mı?

Dünyada belki de hiçbir millete nasip olmayan üç tarafı denizlerle çevrili olan bu yarımadayı hayran kalınacak en mâmur bir diyâr yapmak mı?

Denizciliğimizi, bulunduğumuz jeo-politik ve s(ı)tratejik önemine lâyık bir yere çıkarabilmek mi?

İlk defa, 1961 yılında Erzincan Askerî Lisesi’ni bitirip Harbiyeli olunca, ‘eğitim için’, İzmir Menteş Kampı’na t(i)renle giderken geçtiğim o muhteşem fakat beynimde büklüm büklüm ıstırabını yaşadığım KONYA OVASI, bugün, hâlâ bütün çıplaklığıyla aynı vaziyette duruyor!..

Gözlerini, İstanbul Kanalı’na dikenlerin, Anadolu’nun merkezinde bulunan bu muhteşem toprakları ihyâ edip, şenlendirmelerini beklerdim. Fakat, heyhat, ne mümkün!..

Bunu, şöyle de hulâsa edebilirim: İHYÂ EDİN KONYA’yı, DOYURSUN BÜTÜN DÜNYÂ’yı!..

Bilinmelidir ki, bu; bir s(ı)logan değil; bir gerçeğin ifadesidir!..

Türkiye, senelerden beri dillendirilen bir “deprem tehlikesi”yle karşı karşıya bulunuyor. Hatta; 06 Şubat 2023 tarihinde, ölü sayısı hâlâ tartışmalı olan büyük bir felâkete mâruz kaldı(k). Kahrolduk, perişan olduk…Binlerce insanımız vefât etti, binlercesi yaralandı, milyarlarca liralık malımız hebâ oldu, servetimiz kayboldu.

  • Hâlâ, rehâvette, hâlâ sen-ben telâşında ve söz dalaşındayız!..
  • Bu binaları yapanlara, “müteahhitlik belgesini kim verdi”?
  • Bu binalarda “oturma ruhsatı”nda kimlerin imzası var?
  • Bu binalarda oturulabilir diye, “imâr affını” kimler çıkardı?
  • Erzincan İliç’teki mâden faciasının mes’ulleri kimlerdir?

Ne yazık ki, ortada hiç kimseler yok! Mes’uliyeti üzerine alan hiçbir ‘salâhiyetli’ mevcut değil!..

İktisâdî ve sosyo-kültürel şartlar ağırlaşmış; evlenmeler azalmış, boşanmalar fazlalaşmış; nüfus artış hızımız düşmüş, gerilemiş; dışardan göçler çoğalmış ve demokrafik yapımız tehlikeli bir hâl arzetmeye başlamıştır… Çâre düşünen, çâre üreten, çâre bulan var mıdır?

Başka?

 Zinâdan, yalandan, fâizden, yalancılıktan, iftiradan, itimatsızlıktan, merhametsizlikten…şikâyet o kadar arttı ki, çâre için herkes birbirinin yüzüne bakıyor.

Fakat bu bakış, bildiğiniz o bakış değil! Şaşkın, bakıştır!..

Böyle olmasına rağmen, bizim birçok ilâhiyat p(u)rofesörümüz, televizyon ekranlarında veya  çıkardıkları kasetlerde, bunların hiçbiri yokmuş, hiçbiri yaşanmıyormuş gibi, hâlâ, “kandil var mıdır; başörtüsü, saçları mı örtmeli, başı mı; bone veya  türban, başörtüsü sayılır mı; namazın kazası olur mu; kadınlar pantalonla namaz kılabilir mi; çorap üstüne mesh olur mu; çarşaf, nasıl bir örtü/örtünme türüdür; kabir azabı var mı/yok mudur; ölü defnedildikten sonra telkin verilir mi, verilmez mi; Kur’ân kerimde, şunlar şunlar ve şunlar mevcut değildir gibi hususlarda söz etmektedirler.

Hâlbuki, sosyal nizamın sarsılması demek olan bâzı hâdiseler, ileri derecede, tehlike arzeder vaziyettedir ve bunlar, cemiyette, iyiden iyiye vücut bulmuşlardır.

 Bir ilâhiyat p(u)rofesörü; şu anda, zinâ gibi, Kur’ân-ı Kerîmin/Allahü Teâlâ’nın yasakladığı bir fiilin niçin serbest bırakıldığını söyleyemeyecek ise; fâiz’in her geçen gün zirvede dolaştığının İslâmî bakımdan meşruiyetinin ne olduğunu haykıramayacak ise; yalan’ın ve iftira’nın son sınıra dayandığını ve haddi aştığını ifade edemeyecekse; adam kayırmanın  hak yemek hattâ kul hakkı olduğunu beyan edemeyecekse; eline silâh alan birinin, çocuklarının gözü önünde gencecik karısını takır takır vurup öldürene Kur’ân-ı Kerim hükmünce îdâm cezâsı verilmesi gerektiğini müdafaa etmeyecekse; Suriye’den elini kolunu sallayıp gelenler için (mazlumlar hâriç) ensar ve muhacirlik böyle olmaz demeyecek/diyemeyecekse ve bu söylediklerimizin hiçbirine  çâre bulmak değil, onu söylemekten de imtinâ edecekse; deprem meselesinde, önce gerekli ‘tedbirler’in alınması hususunu beyanla, ‘kader’ meselesinin, ‘tedbir’ ile birlikte mütâlaa edilmesi gerektiğini âyet-i kerimeler ve hadîs-i şerîflerle açıklamayacak/açıklayamayacak ise,  diğerlerini anlatması için,  hiç de, âcil bir hâl yoktur!..

Bu mübârek dînin icâb ve emirlerini, Avrupalılar’ın ve sâir emperyalistlerin baskısıyla uygulayamayanlar, diğer İslâm beldelerine gidip nasıl savaşacak ve oraları, nasıl kurtarıp ihyâ edeceklerdir?

 Bilinen bir husustur; denilir ki, “Bizans yıkılırken, papazlar, meleklerin cinsiyetlerini tartışırmış!..” ve Fâtih’in muzaffer orduları, sabaha karşı, gemilerle Hâliç’e girerken, Bizanslılar, “Bu Müslümanlar/Türkler, bize sihir yapıyor” diye seyirdeymişler….

Teşbihte hata olmaz, değil mi? Böyleymiş!..

Jeoloji p(u)rofesörleri; memleketimizde vuku bulan ve vuku bulması muhtemel, çok vahim ve korkunç deprem tehlikesinin tedbirlerinin bir an önce alınması için, milyonların karşısında gözyaşı döküp “ağlarken”, tehlike karşısında müşterek harekette bulunulması için gayret göstermesi gerekenlerin rehâveti düşündürücüdür!..

Yaşını başını almış, saçı sakalı beyazlaşmış bu ilim adamları, ekran karşısında, milletin huzurunda, gözyaşlarını tutamıyorlar, niçin?..

 Bu ilim adamlarının, verdiği ilmî bilgiler yanında, gözyaşı dökmesindeki ‘insanî’ tavrı, ayrıca düşünmemiz ve ondan ibret almamız gerekmez mi?

Bu da mı kimseye bir ilhâm, daha doğrusu bir tedirginlik, bir endişe, bir vahamet hissi vermiyor?

Ne oldu bize, böyle?

Tıpkı, koronavirüsü hastalığı salgını esnâsında doktorlarımızın ve bütün sağlıkçılarımızın canhıraş gayretleri gibi, şimdi de bu ilim adamlarımız çâreler arıyor, teklifler sunuyorlar; bunun, ne kadar büyük bir emek, ne kadar yüksek bir millî şuûr ve kadar insan sevgisiyle dolu bir fedakârlık olduğunun idrâkinde olarak, takdirle karşılanması gerekmez mi?!..

Hepsine, teşekkür borçlu olduğumuz bu ilim adamlarımızdan isimlerini tespit edebildiklerim şunlardır:

Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, Prof. Dr. Celâl Şengör, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Japon Prof. Dr. Shinji Toda, Prof. Dr. Şükrü Ersoy, Prof. Dr. Hüseyin Öztürk, Prof. Dr. Hasan Sözbilir, Prof. Dr. Haluk Özener, Prof. Dr. Mehmet Fatih Altan, Prof. Dr. Candan Gökçeoğlu, Prof. Dr. Cenk Yaltırak…

Millî birlik; ferdî ve zümrevî menfaatlerin fevkinde düşünmekle ve bu merhaleleri aşmakla sağlanır.

Gösterişin, bunda, asla ve kat’iyyen yeri yoktur ve olmamalıdır!..

Bilinmelidir ki; Türk Milleti’nin varlığı, her şeyin üzerindedir!..