Amerikan Kongresi’nde Türkiye’nin F-16 uçakları satın alma isteğine karşı on beş günlük itiraz süresi içerisinde olumsuz bir çıkışın yapılmamış olması, böylece Başkan Biden’ın önünün açılarak anlaşmanın yapılması sürecine girilmesi elbette önemlidir; ama bu sonuç iktidar çevrelerinin vurguladığı tarzda “bir dış politika zaferi“midir? Talebimizin kabul edilme aşamasına gelmesinin neler pahasına sağlandığının, ortağı olduğumuz F-35 Projesinden çıkarılınca bir alt modeli F16‘lara neden mecbur kaldığımızın, bu süreçte askeri ve stratejik açıdan neler kaybettiğimizin dökümünün yapılması gerekmiyor mu? Devletin işleyişinin bütün yönleriyle hukuki kurallara, kurumlara bağlı olduğu demokratik ülkelerde, siyasi iktidarın her kararı, bütçe harcamaları, ulusal güvenlikle ilgili bütün adımları ilgili kurulların yanı sıra Meclis tarafından incelenir. Millî iradeyi temsil ettiğinin ve yasama görevi yaptığının, devletin üç ana direğinden biri olduğunun bilinciyle çalışan Meclis işlevini yerine getirir.
Ülkemizde sekiz yıl önce 15 Temmuz’da yaşanan menfur darbe girişiminden sonra kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistem değişti; 2018’de Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi adı verilen yasama ve yargının yürütmenin gölgesinde kaldığı şimdiki sisteme geçildi. Yetkileri önemli ölçüde azaltılan, bakanlar ve icraatları üzerinde denetim imkânı bulunmayan Meclis’te, birçok konu gibi ihtiyacımız olan savaş uçaklarının, savunma sistemlerinin alımı ve bununla ilgili anlaşmalar da görüşülemedi, tartışılamadı.
Oysa Hava Kuvvetlerimizin gücü açısından hayati önem taşıyan üç konu, F-35 Projesi ortaklığından çıkarılmamız, S- 400 Rus yapımı savunma sistemini almamız ve F-16 uçakları alım talebimiz birbirleriyle doğrudan ilgili olan stratejik/politik meselelerdir. Bunların her biri sadece Savunma Bakanlığını ve hükümeti değil Türk milletinin tamamını yakından ilgilendirecek kadar önemlidir, tartışılmalı konuşulmalı maliyeti Türkiye için çok ağır olan bu işin aslını, sorumlusunu herkes bilmelidir. Halen 5’nci nesil diye adlandırılan ve dünyanın en etkili ve gelişmiş taarruz uçakları olarak bilinen F-35 üretim ortaklığından neden çıkarıldık? Bir alt sistem olan (4’ncü nesil) F-12‘lere neden mecbur kaldık? Bu sürecin belirleyici unsuru konumundaki S-400 leri alırken doğuracağı sonuçları görmek çok mu zordu?
Türkiye Hava gücünün önemini 74 Kıbrıs Harekâtı sırasında bir kere daha görmüştü. Elimizdeki 3’ncü nesil diye adlandırılan F-4’leri bir yandan yenilemeye çalışırken diğer yandan ABD’nin ürettiği daha gelişmiş F-16’lardan almak için 80’li yılların sonuna doğru girişimler başlattık. 1987-95 yılları arasında 160 adet Blok 30 model F-16 THK envanterine girdi. Bunlardan 8’ini hazır halde aldık. Diğerlerinin montajı üretici firmayla yapılan anlaşma çerçevesinde TUSAŞ tarafından ülkemizde yapıldı. Böylelikle hem maliyetleri düşürüldü hem de teknolojisini öğrendik. Bu sayede çok sayıda uçağımızı bir sonraki yıllarda çıkarılan Blok 70/72 modeline revize etme imkanını bulduk böylelikle THK bölgenin en etkili hava gücü olma özelliğini sürdürdü.
Öte yandan ABD‘de havacılık alanındaki etkinliklerini korumak için 80’li yılların başından itibaren daha gelişmiş savaş uçakları yapmak üzere projeler yürütüyordu. 1995 yılında Locheed firmasının ana yüklenicisi olduğu müşterek Taarruz Uçağı F-35 üretimine geçilirken İngiltere de programa dahil oldu. Kısa süre sonra bu yapılanmaya İtalya, Hollanda, Danimarka, Kanada, Avusturalya ve Norveç‘in yanı sıra iki bin yılında Türkiye de katıldı. Bu çok doğru ve yerinde bir karardı, belki de Cumhuriyet döneminin en önemli stratejik anlaşmalarından birini yapmıştık. Anlaşmanın kapsamı 2002 ve 2007 yıllarında genişletildi. Böylelikle Türkiye, önce “Sistem Geliştirme ve Yenileştirme” ardından “Üretim Destek ve Sürekli İyileştirme” Programlarına dahil oldu.
Türkiye’nin bu programlara katılımı sonucunda TUSAŞ’ın yanı sıra Havelsan, Aselsan, Aysaş, Alp Havacılık şirketleri ile F-35’erin çeşitli parçalarını üretmeleri için anlaşmalar yapıldı. Alp Havacılık ana burunun iniş takımlarının, bazı yapısal parçalarıyla motoru için parçalar üretimine başladı. Türk firmalarına bu program çerçevesinde 12 milyar dolara yakın paranın gireceği hesaplanıyordu. Ayrıca Eskişehir savaş uçaklarının ana bakım ve onarım merkezi haline getirilecekti.
Türkiye 100 adet F-35 almak üzere anlaşma yaptı. İlk altı uçak için 1,5 milyar dolar ödendi. 2018 yılında ilk parti 6 uçak Türkiye ‘ye verilecekti. İki pilotumuz ilk uçağı almak üzere Amerika’ya giderek eğitim almaya başladı. Uçuş miadını dolduran F-4‘lerin tasfiye edilmesi, 80 kadar F-16’nın modernize edilmesi planlanmıştı. Fakat bu dönemde Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi almak maksadıyla anlaşma yapılması bu sürecin sonu oldu. ABD ve NATO Genel Sekreterliği Rus savunma sisteminin NATO yerleşik askeri düzeninin işleyişinin içeriden vurulması anlamına geleceğini öne sürerek itiraz ediyorlardı.
Türkiye önceki yıllarda ABD’nin bazı NATO üyelerine verdiği Patriot Hava Savunma sisteminden almak için girişimler yapmış fakat Washington satmamakta direnmişti. Israrımız ve S-400’lerin gündeme gelmesi üzerine satar gibi oldularsa da yüksek fiyat istendiğinden anlaşma sağlanamamıştı. Washington’un talebimize gösterdiği tavır son derece anlamsız ve küstahçaydı. Ankara bu konuda karşılaştığı tavırdan dolayı alternatif aramakta haklı olduğuna güvenerek Rusya ile anlaşma imzaladı. S-400 füzelerin ilk partisinin gelmesi üzerine Washington tepki olarak bir yandan Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması, uçakların verilmemesi işlemlerini başlatırken, diğer yandan ülkemize Rusya ile ekonomik ilişkileri bulunan ülkeler için çıkarılan CAAS ambargo yasasını uygulamaya koydu.
Ankara hukuki yollardan gerekli itirazları yapsa da sonuç alamadı. Ancak hava kuvvetlerimizin savaş uçağına ihtiyacı vardı; karşılamak amacıyla temaslar başlatıldı. Almanya, İngiltere, İspanya ortak yapımı savaş uçaklarından alma isteğimizi Berlin geri çevirdi. Elimizdeki F-16’ların revizyon ve modernleşme ihtiyacını karşılamak için gerekli malzemeleri sadece ABD’den sağlayabiliyorduk, kısacası havada yüzde 90 Amerika’ya bağımlı durumdaydık. Bu çemberi kırmak maksadıyla 2018 yılında millî muharip savaş uçağı (MMU) projesi başlatıldı. TUSAŞ’ın ana yüklenici olduğu 5’nci nesil savaş uçağının ilkinin 2024’te uçmaya başlaması 2030’dan başlayarak THK envanterinde yer alacağı açıklandı. Dileriz proje başarıya ulaşır.
Yunanistan 35 adet F-35 almak üzere, İsrail çoktan aldı. Türkiye’nin hava gücünün zaafa uğramasının engellenmesi için en azından F-16 sorununun bir an önce çözümlenmesi gerekiyor. Rasyonel devlet politikalarına sadece ekonomide değil her alanda ihtiyacımız var. Önünü arkasını doğru hesaplamadan risk almamızın bedeli ortada. 2,5 milyar dolar ödediğimiz S-400’ler geldiklerinden beri, beş yıldır depoda duruyor. Ne atabiliyoruz ne de satabiliyoruz. Washington‘dan “Rusya’ya iade ederseniz tekrar F-35 projesine alabiliriz“ mesajı geliyorsa da bunu geri çeviriyoruz. Etraflı düşünülmeden danışılmadan atılan adımların yol açtığı bu sorunların sorumlusu bizde genellikle ortaya çıkmaz. Yanlışın her türlü bedelini bu meselede olduğu gibi millet olarak ödemeye mecbur kalıyoruz.