Büyüklerimiz, dil ve gönül hakkında pek çok şey söylemişler ve bize öylesine güzel nasihatlerde bulunmuşlardır ki, her biri birer hazine değerindedir.
Hazret-i Ali: “İnsan, dilinin altında saklıdır” buyururken, niyetlerin terennümünden fiillerimize yâni amellerimize kadar her şeyimizin îzahında ‘dil’in birinci derecede vazifeyle yüklendiğini işaret etmektedir.
Elbette ki; Mevlâna’nın da, Mesnevî’de dediği; “Demek ki, mahremlik dili apayrı bir dil; gönüldeşlikse dildeşlikten de daha iyi. Sözsüz, işâretsiz, yazısız; gönüldeki yüzbinlerce tercüman kopar, belirir” sözü de bunun bir başka tasviri, îzahı, muhakemesidir.
Her ne surette olursa olsun, “dil”, insana verilmiş en büyük nimettir. “..dillerinizin/lisanlarınızın ve renklerinizin/benizlerinizin…ayrı /değişik/farklı oluşunda hikmetler vardır ” meâlindeki ( Rûm -22) âyet-i kerîme, zâten meseleyi kökünden hâllediyor.
Dil, sâdece günlük ihtiyaçların temininde değil, ilim, sanat, siyâset ve din bahislerinde de en kıymetli hazinedir. Kaldı ki, sadece insana lâyık görülen bu nimet, gönül bağının kurulmasında da en müessir unsurdur.
Dil bağı, dildeş’lik; gönül bağı, gönüldeş’lik ve hâl bağı da hâldeş’liktir.
Hem dildeş, hem gönüldeş ve hem de hâldeş olabilmenin bahtiyarlığını yaşamak en güzel ve mükemmel emel olmalıdır!..
Şâir ve ilim adamı Bahtiyar Vahabzâde; 16 Ağustos 1925 tarihinde Azerbaycan’in Şeki vilâyetinde doğmuş ve 13 Şubat 2009’da Bakü’de vefât etmiştir.
Vahabzâde’nin en çok ve hassasiyetle üzerinde durduğu mesele, dil yânî Türkçe meselesiydi.
Millî birlik ruhunun birleştiriciliğini sağlayan en mühim unsurun dil olduğunu sık sık tekrarlardı.
Bu hususta; kendisinden aldığım 26. 09. 2001 târihli mektubundan bir bölümü nakletmek istiyorum:
"Aziz Kardeşim Halistin Kukul,
(…) Türkçe'nin geleceği konusundaki makalenizi büyük memnuniyetle okudum. Benim Azerbaycan'daki 50 yıllık mücadelemin esasını Ana Dili ve onun korunması teşkil ediyor. Siz doğru yazıyorsunuz, haklısınız ki, Türkiye'de dil kurumunun yarattığı (Azerbaycan’da, bu kelime, 'meydana getirmek' yerine çokça kullanılmaktadır. M. H. K.) uyduruk sözler (eser-yapıt, milli-ulusal, hikâye-öykü gibi) siz Türkiye Türkleri'ni Türk Dünyası halklarının dilinden koparıyor. Siz bir yandan ortak dile gelelim diyorsunuz, öte yandan Türk Dünyası ile ortak kelimelerimizi dilinizden çıkarıyorsunuz. Sizin bu konudaki düşüncelerinize katılıyorum. Bu bakımdan sizin "Öğrenci Seçme Sınavı" adlı makaleniz benim kalbimi fazlasıyla rahatlattı. Bu konularla ilgili olarak sizinle karşı karşıya konuşmak arzusundayım. İnşallah Allah nasip ederse dertlerimizi, fikirlerimizi karşılıklı olarak konuşuruz...”
Ne yazık ki, nasip olmadı...Hep yazıştık, yazıyla muhabbet ettik!..Az da olsa telefonlaştık, o kadar!..
10 Ekim 1968 tarihli “Örümcek Ağ Bağladı” başlıklı şiirinde, o zamanki kızıl komünist Sovyet rejimine öfkeyle kükrer ve sırayla:
*“Tarihimiz danıldı (inkâr edildi)
Uydurma tarih ile kimliğimiz anıldı
Öz kökünü bilmeyen gözü külli bu millet
Zamanın yollarında her adımda yanıldı…”
*“Dilimiz yasak oldu
Ruhumuz kalbimizde ebedi tutsak oldu”
Ve nihâyet;
“Câmi kapılarında örümcek ağ bağladı”
Diyerek; bu zulüm rejiminin, biri “dil” olan, bu üç temel değerimizi tahrip ettiğini hüzünle haykırır.
“Ana Dili” başlıklı şiiri ise; başlı başına tahlil edilmesi gereken çok değerli uzun sayılabilecek bir şiirdir. Bu ibretlik şiirin ilk iki kıt’asını naklediyorum:
“Dil açanda (1) ilk defa 'ana' söylerik biz
'Ana dili' adlanır bizim ilk dersliyimiz
İlk mahnımız (2) laylanı (3) anamız öz südüyle
İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile.(4)
Bu dil bizim ruhumuz, eşgimiz (5), canımızdır,
Bu dil birbirimizle ehd-i peymanımızdır (6).
Bu dil tanıtmış bize bu dünyada her şeyi
Bu dil ecdadımızın bize goyup getdiyi
En gıymetli mirasdır, onu gözlerimiz tek (7)
Goruyub, nesillere biz de hediyye verek.”
(1.dil açanda: Çocuk konuşmaya başlayınca; 2. mahnı: Şarkı; 3. layla: Ninni; 4. gile gile: Damla damla; 5. eşg: Aşk; 6. ehd-i peyman: Anlaşma, sözleşme; 7.tek: Gibi).
Görüldüğü üzre, şiir; baştan sona kadar, dil bağı-gönül bağı hattâ hâl bağı’nı/millet-teşlik bağını esas almıştır.
Yâni; dildeşlik-gönüldeşlik-hâldeşlik/milletteşlik, âile ocağından vatan kucağına ve Türk Dünyâsı burcuna kadar uzanan bir merhalede cereyân eder.
Vahabzâde; “Azerbaycan-Türkiye” başlıklı şiirinde, iki Devlet arasındaki dil-gönül-hâl bağını işâret ederek şöyle der:
“Bir ananın iki oğlu,
Bir amalın iki golu.
O da ulu, bu da ulu
Azerbaycan-Türkiye.
Dinimiz bir, dilimiz bir,
Ayımız bir, yılımız bir.
Aşkımız bir yolumuz bir
Azerbaycan-Türkiye.
Bir milletiz, iki devlet,
Eyni arzu, eyni niyet
Her ikisi cumhuriyet
Azerbaycan-Türkiye.
Birdir bizim her hâlimiz
Sevincimiz melâlimiz
Bayraklarda hilâlimiz
Azerbaycan-Türkiye.
Ana yurtta yuva kurdum
Ata yurtta gönül verdim
Ana yurdum-ata yurdum
Azerbaycan-Türkiye.”
Tabiîdir ki, şiirde mevzu yapılan her durum, diğer bütün Türk yurtları için de geçerlidir.
Bahtiyar Vahabzâde; Azerbaycan’ın Sovyetler Birliği zulmünden kurtuluşundan sonra, Nisan 1995 tarihinde yazdığı onsekiz kıt’alık “Kendimden Şikâyet” başlıklı şiirinin bir kıt’asında da, şöyle der:
“Bir zamanlar Rusçaydı remlam ışıklar
Şimdi İngilizce dürtülür göze
İtin de diline hürmetimiz var,
Yalnız öz dilimiz yaramır bize.”
Şâirin “öz dilimiz” vurgusu, bütün emperyal emel ve tavırların silinip süpürülmesi, kendimize çekidüzen vermemiz gerektiğinin haklı isyânı’dır.
Bana yazdığı mektubundaki; “50 yıllık mücâdelemin esasını Ana Dil ve onun korunması teşkil ediyor” demesinin sebeplerinden biri ve başta geleni de, işte, budur!..
Bu dil yâni Türkçe; sahiplenilip, korunup, geliştirildiği müddetçe, Türk Dünyâsı’nın en kuvvetli gönül bağı olacaktır!..