Terörün bir parlayıp bir söndüğü/söndürüldüğü zamanlardaydı. Fakültede, bir ders arası, hoca arkadaşlarla sohbet ediyorduk.
Birçok şehirde, sıkıyönetim vardı. Ülke, çok zor günler geçiriyordu!..
Arkadaşlardan biri, çok ilgimi çeken bir misâlle durumu îzah etti. Bu misâli, kendisi de başka bir yerden duymuş.
Bu; o gündür bu gündür zihnimi hep meşgul etmiştir.
Dedi ki; “Devlet, bir file benzer. Bu fili; fareler kulağından kemirir; karıncalar, gövdesinde gezinir; kediler-köpekler mırlayıp-hırlayıp, onu ısırır; çakallar, kuyruğundan çeker; kirpiler, başı üstünde dolanır; yılanlar, zaman zaman koynuna bile girer de…
Arkadaşlar, bu fil, bir kıpırdadı mı, bunların hepsi yerle bir olur, silinip süpürülür giderler!.. İşte, bugün, yaşadıklarımız budur!.. Fil, ayağa kalkmıştır!..”
Güzel, cezbeci, okşayıcı, vazgeçirici, iknâ edici hattâ gururlandırıcı sözler!..
Filin ayağa kalkmasındaki, heves, arzu, direniş ve hamaset, bana bir zafer gibi görünmedi desem yalan olur!..
Aslında; ‘aldatıcı’, ‘rehâvete sürükleyici’, ‘gaflete daldırıcı’, belki de ‘bananeci-vurdumduymazcı-nemelâzımcı’ bir tavırdı bu!..
Zîra, “Nasıl olsa, ‘fil, hep uyanık’tı. Fil varken bana/bize bir şey olmazdı!” düşüncesi, aslında, uyumaya hasret bir milletin emeli oluyordu. Kendimizi kandırmaydı!..
Hep böyle gelip geçmedi mi bu fasıllar!..
Bu sözlerin üzerinden belki de kırk sene geçmiştir!..
Her milletin bir ‘fil’i var ve bu her fil, yaşamak ve gelişmek için nice mücâdeleler vermiştir/veriyor/verecektir.
Meselâ; Alman fili ve Japon fili, târihlerinin bir zamanında târümâr oldukları hâlde, kıpırdadılar ve ayağa da kalktılar. Hem de öyle bir kalkış ki,’ bizim fili’, fersah fersah öne geçtiler bile!..
Diyeceğim şu ki; bu söz, kırk senedir kafama takılır durur. Takılır mı, asılır mı, orada konaklar mı, ne desem, onu da bilmiyorum!..
Bu durumda; ‘bizim fili’, karıncalar, kemirgenler, sürüngenler…ısırır, sokar, dişlerken, kuyruğunu çeker, boynunu okşar, boğazına doğru el atıp gırtlağını sıkmaya çalışırken; kimi, onu tekmeler, yumruklarken hangi ‘sabır’ buna müsaade edebiliyor ki, bu filin kendisine gelme zamanını bekleyeceğiz?
“Fil, bir kıpırdadı mı, bir ayağa kalktı mı?” Ne demektir?
Fil’in üzerinde oyun mu oynanır, oyun mu oynuyoruz, oyun mu oynayacağız?
Bu fil, ya kıpırdayamaz, ayağa kalkamaz hâle gelirse ne olacak?
Siz; onun üzerinde sâdece karıncaların, farelerin, sincapların, çakalların dolaştığını mı sanıyorsunuz?
Sırtlanlar, arslanlar, kaplanlar, vaşaklar, kobralar ne güne duruyor?
Ne bu fareleri, karıncaları, kedileri, köpekleri, akrepleri küçümseyip ihmâl etmek gerekir, ne de kurdu, arslanı, sırtlanı!..
Vatanımız Türkiye’ye ve hattâ diğer Türk vatanlarına bakınız: Bizden başka ‘esâret’te yaşayan başka bir millet var mıdır?
Bugün; bütün dış mihrakların yıkıcı-bölücü-tahrip edici uzantıları vatanımızda cirit atıyor.
-Tedbir?
-Maalesef!
-Niçin?
‘Niçin’ sorusu, niçin cevapsızdır?
‘Niçin’e, niçin cevap bulamıyoruz?
Kendi târihimize/Türk târihine dönelim!.Birkaç örnek arzedeceğim!..
Hani; yüzyirmi civarında devlet ve onaltı imparatorluk kurduk ve yıktık, ‘hava’mız var ya, hiç ‘yıkma/yıkılma’ sebepleri üzerinde düşünmedik de, hep hamasetle ‘kurduk’ diye öğünüp, bununla, biraz da kendimizi kandırdık.
Kürşad, dedik; Alp-Arslan, dedik; Fâtih, Yavuz, Kanunî dedik; Atatürk, dedik!..
Tabiî ki, daha nice kişilerin adını söyledik!.En azından, neslimizi/soyumuzu/ırkımızı tanımak bakımından Hunları, Gök-Türkleri… Orhun Kitâbelerini…gençlerimize öğretebildik mi?
Öyleyse, kurulmaya ve yıkılmaya dâir sâdece üç örnek vereyim!..
Birincisi; Sümerler-Akadlar meselesidir. Sümerler, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın tespitlerine göre, günümüzden 4500 yıl kadar önce, Mezopotamya’da büyük bir medeniyeti kurmuşlar ve refah içinde yaşıyorlardı. Sonra; buraya, Arabistan içlerinden, kafileler hâlinde işçiler gelmeye başlamış. Bunlara, Akad adı veriliyormuş. Bâzı Sümerliler, ucuz, işçilik adına bunları koruyor; bâzıları da bunların huzuru bozduklarını ileri sürerek, burada kalmalarını istemiyormuş.
Netîcede; Akadlar, hem ekonomik olarak ve hem de nüfus olarak çoğalmışlar. Sümerlere baş kaldırmışlar ve koca devleti yıkmışlar.
Yâni; fil, artık kıpırdayamamış!..
1526 yılında Muhammed Bâbür Şah tarafından Hindistan’da kurulan, büyük Türk Devletlerinden/imparatorluklarından biri olan “BÂBÜR/GÜRGÂNİYE DEVLETİ”nin mâcerâsını okuyunuz!.Bu muhteşem devlet, 332 yılın sonunda 1858’de nasıl silinip gitmiş!..
Koskocaman Türk Bâbür/Gürgâniye İmparatorluğu’ndan hangi iz kaldı!..
Fil; ne oldu, diye sormaya hacet var mı?
1299 yılında, Osman Gaazi tarafından kurulan muhteşem Osmanlı-Türk Cihân Devleti’nin/İmparatorluğu’nun altıyüz sene sonra, hangi sırtlanlar, kaplanlar, panterler, vaşaklar tarafından parça parça edilip çökertilip yıkıldığına da bir daha göz atınız!..
Koskoca fil, he hâle geldi!.Yavrulaya yavrulaya bir hâl oldu!..
Göz atınız, sözün gelişidir: Ciddiyetle, sabırla, ilmî verilere sâdık kalarak fakat ürpererek, bu muhteşem kuruluşu ve çöküşü, titizlikle tahlil ediniz!..
Yirmi iki milyon kilometre karelik koskocaman Devlet’in elimizden nasıl kayıp gittiğinin muhasebesini yapınız!..
Demek ki, fil’in kıpırdayamadığı zamanlar da oluyormuş! Allah korusun!..