Bin üçyüzlü yılların sonlarında; biri Anadolu’da, diğeri Türkistan’da, Türk kökenli iki hükümdar cihana, tek başına hükmedebilmek için çalışıyordu.
Emir Timur, Cengiz İmparatorluğu’nu yeniden kurmak için İran’ı almış, Hindistan’a seferler düzenliyordu. Azerbaycan ve Bağdat emirleri Sultan Ahmed ve Karakoyunlu Kara Yusuf, Yıldırım Beyazıd’a sığınmışlardı.
Yıldırım Beyazıd ise bir taraftan Avrupa içlerine doğru ilerlerken diğer taraftan, Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak oluşturan Anadolu beyliklerini topraklarına katmak için çalışıyordu.
Daha o dönemlerde Osmanlı Devleti’nin fetih politikası belirli esaslara oturtulmuştu. Türkmen beylikleri üstünlük kurma, sindirme ve ezme gibi amaçlar güdülmeden hâkimiyet altına alınıyordu. Germiyanoğlu Beyliği ile evlilik yolu kullanılarak birleşme sağlandı. Hâmidoğulları Beyliğinin toprakları para ile satın alındı. Karesi Beyliği, hükümdarının Bizans tekfurunun kızı ile evlenip ittifak oluşturarak Osmanlı Devleti’ne karşı savaş hazırlığına giriştiği için fethedildi. Saruhanoğlu Beyliği ile, Osmanlılara savaş ilân ettiği için savaşıldı. Aydınoğlu Beyi, Osmanlı Devleti aleyhine Bizans İmparatoriçesi ile bir anlaşma yapmıştı. Önce bu anlaşmanın hükümsüz sayılması kendisinden istenildi. İstek, sert bir dille reddedildiği için savaş kaçınılmaz hâle gelmişti. Bu şekilde Osmanlı Devleti’nin sınırları Fırat kıyılarına dayandı.
Cihan devleti olmayı tasarlayan iki büyük devletin sınırdaş olmasına az kalmıştı.
Nitekim Ankara Savaşı’ndan sonra Emir Timur’a elçiler göndermişler, tebrik etmişler, Timur da gönderdiği elçiler aracılığı ile başka bir isteklerinin olup olmadığını sormuştur.
Osmanlı Devleti ile savaşa tutuşan ve yenilen Saruhan, Aydın, Menteşe, Teke, Kastamonu ve Candaroğulları beyliklerinin hükümdarları, giriştikleri savaşlarda yenildikten sonra Emir Timur’a sığındılar. Bunlar hükümdarlıklarını sürdürebilmek için Timur’dan destek istediler. Diğer taraftan, Niğbolu’da Osmanlı ordusuna yenilen Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika başta olmak üzere Batı Hıristiyanlığı; Emir Timur’u Yıldırım Beyazıd’a karşı kışkırtıyordu.
ANLAŞMAZLIKLARDAN SAVAŞ DOĞDU
Her iki taraf ta kazandığı zaferlerden dolayı mağrurdu. Emir Timur, Azerbaycan ve Bağdat emirlerinin kendisine teslim edilmesini istedi. Yıldırım Beyazıd bu isteği sert bir dille ve ağır hakaretler içeren bir mektupla reddetti. Bunun üzerine Timur, 9 Ağustos 1400 târihinde Sivas’ı kuşattı. Teslim olunması hâlinde kan dökülmeyeceği taahhüdünde bulunduğu için, isteği kabul edildi ve kuşatmanın başlamasından 18 gün sonra, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın şehre girdi. Hemen o gün, 4.000 kişilik kale muhafızlarını diri diri toprağa gömdürdü. Verdiği söz kendisine hazırlatılınca: Bir tek kişinin bile kanı akıtılmamıştır. Cevabını verdi.
Yıldırım Beyazıd da intikam için Emir Timur’a tâbi olan Erzincan ve havâlisinin hükümdârı Mutahharten Bey’in üzerine yürüdü. 1401 yılının Temmuz ayında Erzincan’ı zapt etti.
İki tarafı anlaştırmaya çalışan elçiler başarılı olamayınca Emir Timur ve Yıldırım Beyazıd’ın orduları, Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldiler.
Târih kitaplarında yazıldığına göre Osmanlı ordusundaki Tatarlar saf değiştirdiler. Yıldırım Beyazıd bu sebeple savaşı kaybetti.
Hemen belirtelim: Buradaki Tatarlar, Kara Tatarlar olarak anılan, Kırım ve Kazan Türklerinden tamamen ayrı bir etnik gruptur. Konuyu daha etraflı inceleyenler, Tatarların geçişinin genelleştirilemeyeceğini, münferit geçişlerin ise savaşın gidişatını fazlaca etkilemediğini belirtiyorlar. Yukarıda isimleri yazılan Anadolu beyliklerinden gelip Osmanlı ordusuna katılan askerlerin, hükümdarlarının Timur ordusunda bayrak açmaları sebebiyle saf değiştirmeleri ile savaşın kaderi belirlenmiştir. Yıldırım Beyazıd, 28 Temmuz 1402 (1) târihinde savaşı kaybetti.
Ankara Savaşı; sebepleri, cereyan tarzı ve karşılıklı kayıplar itibâriyle Orta Çağın en büyük meydan savaşıdır.
HANGİ TATARLAR?
Yukarıda isimleri belirtilen Anadolu beyliklerinden gelen askerlerle birlikte saf değiştiren Tatarların, Kara Tatar olarak anılan ve ayrı bir etnik kökene mensup oldukları, Anadolu’da, Kırım’da, Kazan’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan, Tatar olarak anılan Türklerle bir ilgilerinin bulunmadığı hususunda, târihçiler arasında tam ittifak vardır. Bâzı araştırmacılar, Tatarların tamamını Moğol boylarının aileleri olarak göstermişlerse de, bu iddianın gerçekle ilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.
Ancak sözü edilen Kara Tatarlar hakkındaki bilgiler çelişkilidir. Bir kısım târihçiler Kara Tatarların, Cengiz Han’ın ataları olduğunu iddia ederlerken, diğer bir kısım da bunların Türk kökenli olduğunu belirtiyor. Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’a göre Tatarlar, Moğol kabilelerinden birinin adıdır. Togan, Tatarları üç gruba ayırır: 1- Ak Tatarlar, 2- Kara Tatarlar, 3- Vahşi Tatarlar. Bu üç grup, bulundukları bölgeler, sosyal ve askerî yaşayış itibâriyle biri-birinden çok farklıdır. Ak Tatarlar düzgün kıyâfetli, medenî ve ana-babalarına karşı saygılıdır. Uzun yıllar Uygur Türkleri ile iç-içe yaşamışlardır. Gelenekleri, Türkistan’da yaşayan Türk topluluklarının gelenekleriyle bire-bir örtüşür. Sonradan Slavlaşan Bulgar Türkleri, Kırım, Kazan, Astrahan, Kasım ve Sibir hanlıklarının ahalileri, Ak Tatarlar soyundan gelir.
Kara Tatarlar, bir rivâyete göre Cengiz Han’ın atalarıdır. Çok ilkel bir hayat yaşıyorlardı. Çinliler, Türklerden ayrı bir ırk olduğunu belirtmek için Moğolları, Kara Tatar adı ile anıyorlardı. Bunlar Kırmızı yüzlü, büyük yanaklı, kirpikleri ve sakalları çok seyrek, belden yukarısı kısa, bacakları uzun, dolgun vücutlu insanlardı.
Kırgıy olarak da anılan Vahşi Tatarlar ise Kara Tatarlardan daha ilkel insanlardı. Üretimle ilgili hiçbir faaliyetleri yoktu. Toplayıcılık, soygunculuk-çapulculuk ve çok az olarak da avcılıkla geçinirlerdi.
950’li yıllara kadar Moğollar, Tatarların yönetiminde ve himâyesinde yaşıyorlardı. Bu yıllarda Moğollarda, siyâsî birlik yolunda eğilimler belirdi. Millet olma şuuruna eriştiler. Bağımsız bir yönetime sâhip olmak için Tatarlarla şiddetli bir mücâdeleye giriştiler. 1164 yılında yapılan büyük savaşı Tatarlar kazandı. Bu savaşın sonunda Tatarların, Kara Tatarlar olarak anılan grubuna mensup savaşçılar, Cengiz Han’ın babasını katlettiler. Cengiz Han, Kara Tatarların her nerede görülürse öldürülmelerini emretti. 1200 yılına kadar devam eden katliamlarda, büyük bir bölümü öldürüldü. Kara Tatarların kılıç artıkları, Hazer Denizi’nin güneyinden, Anadolu’ya gelip yerleştiler. Aralarında; yine Cengiz Han’ın baskılarından kaçan Peçenekler, Kıpçaklar, Uzlar… gibi başka Türk boyları da vardı.
Peçeneklerin, Kıpçakların ve Uzların bir bölümü de 900’lü yıllarda Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdi. Bizans ordusuna paralı asker olarak hizmet veriyorlardı. Sultan Alparslan ile Romen Diyojen arasındaki Malazgirt Meydan Savaşı’nda saf değiştirerek soydaşları olan Türkler tarafına geçmişler ve Anadolu kapılarının Türklere resmen açılmasına katkıda bulunmuşlardı.
Kara Tatarlar Anadolu’da kısa zamanda çoğaldılar.
Kara Tatarların, Selçuklular üzerinde hâkimiyet kurduktan sonra, Moğollar tarafından Anadolu’nun Moğollaştırılması amacıyla Türkistan’dan getirilip yerleştirildiklerini iddia eden târihçiler de vardır. Bu iddialar, inandırıcı belgelere dayandırılamamıştır.
Cengiz Han’ın başlattığı katliamdan etkilenen Ak Tatarlar, Uygurlara sığındılar. Uygur Devleti yıkılınca, Hazer Denizi’nin kuzeyinden geçerek İdil, Ural, Kama nehirlerinin çevrelerine yerleştiler. Altın Orda, Kırım, Kazan, Astrahan ve Kasım hanlıklarının ahalisi, işte bu Ak Tatarlar soyundan gelmektedir. Şahabeddin Mercanî ve Hâdi Atlasî gibi birçok araştırmacı; Ak Tatarları, Bulgar Türklerinin bir parçası olarak kabul eder.
Yine Zeki Velidi Togan’ın belirttiğine göre Altın Orda Devleti’nde, devletin ve ordunun üst kademesindekiler Moğol, alt kademe ve ahalinin çoğunluğu Bulgar, Oğuz, Hazar, Kıpçak, Başkırd ve Çuvaş kökenli Türklerden oluşuyordu. Eski Türklerle ilgili derin araştırmalar yapan ve dikkate değer güvenilir eserler veren L. Gumilev de aynı görüştedir. Altın Orda hükümdârı Berke adı ile de anılan Bereke Han, İslâmiyet’le şereflendikten sonra, Moğol kökenli üst düzey yöneticiler de zaman içerisinde kültür değişimine uğramışlar, Türkleşmişlerdir.
(1) Bu târih diğer kaynaklarda; 20 Temmuz, 27 Temmuz, 29 Temmuz, 01 Ağustos ve 05 Ağustos 1402 olarak verilmektedir.