Obruk: İzmit’e bağlı Güvercinlik köyünün, bir km Kuzey Doğusunda bir mevki’nin adı. Erik çukuru denilen bölge ille de iç içe, çevresi akıntı ve ormanlarla çevrilmiş hafif eğimli bir arazi.
Bizim köylerimizde, özellikle altmışlı yetmişli yıllarda hemen hemen her çocuk, kendi hayvanının koyunun veya hindisinin çobanıydı.
Bizlerde öyle büyüdük. Hayvan, koyun ve hindi güderek büyüdük.
Sabahları akşamdan kalan bir yemek varsa veya ne hazırsa sabah alelacele onu yer, hayvanları Ahırdan veya Ağıldan çıkarır, doğru meraya veya otu bol olan arazilere götürürdük. Çünkü Hava ısınınca ve güneş yakmaya başladı mı, güttüğün hayvanlar sıcakta otlamaz. Hele koyunlar, toplanıp, top top olurlar ve gölgeye koşarlar. Ya Ağaç gölgesine, ya da Ormana giderler.
Çobanın günlük yiyeceği ise ÇANTAR denilen ekmek torbasındadır. Torbada ekmek vardır, yanında az bir parça peynir ve soğan bulunur. Bazen de soğan kabuğu ile haşlanarak bütün olarak pişirilmiş bir tavuk yumurtası.
Genelde, yumurta işi de ayda 2-3 yumurtayı geçmez. Sırtımızdaki çantalardaki ekmekler sıcaktan kurur taş gibi olurdu, öğlen ekmeği bıçakla bile zor keserdik.
İşte; Böyle bir ortamda (İzmit’in Güvercinlik Köyünde) hayvanları otlatırken obruk mevkiinde, kendi kendime çocuk aklımla da konuşmaya başladım.
İlkokul 4. Sınıfındaydım (Obruk: Heyelan ve çökmelerin çok olduğu arazilere verilen addır).
Diyordum ki; ‘’ Ben gelecek sene ilkokulu bitireceğim. Muhakkak okumalıyım. Büyükler okutmazlarsa bile İzmit’e kaçmalıyım. Babamın asker arkadaşı var. Kuyumcu Fikret Ok. Ona gider anlatırım, okumak istediğimi söylerim. Fikret amcada babamları ikna eder veya beni okutur’’ diye düşünüyordum. Çünkü benim gözümde Şehirde birinci sınıf insanlar yaşar. Köyde yaşayanlar üçüncü sınıf bile değildir. Bu köyde durmamalıyım diyordum.
İlkokuldaki derslerimde, iyi olmalı ki öğretmenlerde köye kadar gelip, bu çocuğu okutmalısın diye. Hane büyüklerime sık sık tembihlerde bulunuyorlardı.
Okulumuz, köye bir buçuk km uzağındaki Ambarcı köyünde idi. Yolda yoktu o zamanlar, toprak yoldan gider, hatta bazen de tarlalardan okula giderdik.
Yine şöyle düşünüyordum ‘’ Ben ortaokulu ve sanat okulunu zorda olsa bir şekilde okurum. Bir fabrikaya girerim. Ama çocuklarımı okutur. Onların öğretmen veya mühendis olmalarını sağlarım’’ diyordum. Kendimin daha ilerisini okuyabileceğimi hayal bile edemiyordum.
O günlerin şartları ve çocuk psikoloji ile görebildiğim, hedeflediğim o kadardı.
Zaten köylerimizde de ortaokulu, liseyi bile bitiren örnek olacak hiç de kimse yoktu.
Sonuçta, ilkokulu da bitirdim. Çok zor şartlarda olsa bile İzmit’e gelmeyi de bir şekilde sağladım. Santraldaki yıkılan Mimar Sinan lisesinin ortaokul kısmının ilk mezunları olarak okulu bitirdik. Hemen arkadan da İzmit Sanat Okulu sınavlarına girdim. Başarılı olarak ta Torna-Tesviye bölümüne kaydımızı yaptırdık. Bu bölümü de iyi derece ile 1972- 1973 Eğitim öğretim yılında bitirerek, Gölcük tersanesinde işe başladım. Üç yıl çalıştım, para biriktirdim ve 1976-1977 Eğitim – Öğretim döneminde de Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi, TARİH bölümüne sözlü ve yazılı sınavlar sonucunda da kaydımı yaptırdım.
Çok şükür, hayal ettiğim arzuladığım mesleği de böylelikle elde etmiş oldum.
Halende öğretmenliğe bir şekilde devam ediyorum. Eğitim- öğretim alanındaki güzellikleri de dolu dolu yaşadım. Bazen eğitmen bazen de idareci olarak yaşamaya da devam ediyorum.