Akşemseddin tarafından yazılan "Mâddetü'l-Hayât" adlı eserin asıl metni, Latinize edilmiş şekli ve günümüz Türkçesine aktarılmış biçimi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi tarafından neşredilmiş.
"Mâddetü'l-Hayât" kitabının ismini bugünkü dile çeviren Üniversite, eserin asıl metnini de sâdeleştirirken (!) neler yapmış neler...
***
Asıl metinle onun sâdeleştirilmiş (!) hâlini karşılaştırarak gördüğüm tuhaflıklara bir yığın örnek verebilirim.
Akşemseddin bir yerde demiş ki meselâ: "Kaçan ki bunlar hallola ve biribirine karşı ve biribirinden kuvvet bulalar..."
Üniversite, bu cümleyi kendi zavallı Türkçesine şöyle çevirmiş:
"Her ne zaman ki bu elementler çözelti hâline getirilip biribirine bileşim olacak şekilde özellik kazandıklarında o zaman güç bulurlar."
Akşemseddin 11 kelime, üniversite 19 kelimeyle anlatmış...
***
"Hocam, nahır elden gitmiş, sen alaca danayı soruyorsun!" diyeceksiniz.
Tek kelimeyle, haklısınız.
Adamakıllı bir kültür, sanat, edebiyat hedefimiz var mı ki bu olsun...
1920 ve 1930’ların Türkçesini, yâni Hâlide Edip Adıvar, Sabahattin Ali, Yâkup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nûri Güntekin gibi romancıların dilini dahi bugünkü nesiller anlamıyor...
Avrupalının 300 yaşındaki kitapları hâlâ genç; bizim 50’likler ihtiyarlamış sayılır...
***
Bugünkü Türkçe ve edebiyat hocaları arasında Mehmed Âkif’in Safahat’ı ile Tevfik Fikret’in Rübâb-ı Şikeste’sini -bırakın anlamayı- baştan sona doğru okuyabilecek olan yüzde bir bile değildir, iddiâ ediyorum.
Bu bir kusur ise bu kusur onlarda değil, onları Mehmed Âkif, Reşat Nûri vb. yerine uyduruk ve kılkuyruk "sınav" Türkçesiyle yetiştiren sistemde...
***
"Dil Devrimi"nin böyle netîceleri var.
Peki, bunları gören, anlayan, anlatan var mı?
Varsa yoksa slogan, alkış, tezâhürat...
"Dilimizin Zenginlikleri" falan deyip durmakla Türkçe zengin olmaz.
Kan kaybına devam...
Bütün gerçekler gibi bu da acı...