Teknolojide yaşanan hızlı gelişmeler, çağımızda yeni bir ihtiyacı gündeme getirdi: Değişim.
Değişim arzuları, değişmez hedef hâline geldi. İnsanlar artık bir şeylerin değişmesiyle de yetinmiyor. Olabildiğince hızlı değişimler bekliyor.
Türkiye’mizde de hızlı bir değişim süreci yaşanıyor. Geçmiş dönemlerde benzerleri 100 – 150 yılda gerçekleşen değişimler, günümüzde bir – bir buçuk yılda tamamlanıyor. Değişimlerin hızlı olması sebebiyle pek çok kişi, olup – bitenlerin farkında değil.
Hızlı değişimler, çoğu zaman kayıplara yol açıyor. Bazı özelliklerimizi kaybediyoruz. Kaybedilen özellikler içerisinde öyleleri var ki, insanlığın sonu anlamına geliyor. Sevgi, iyilik etme, dostluk kurma, merhamet, yardımlaşma, çevreye ve topluma karşılıksız hizmet etme, topluma ait olan ve toplumu ayakta tutan nesne ve kavramları koruma gibi özelliklerimizde aşınmalar oluyor. Bunlar, yaşamayı kolaylaştıran, hayatı yaşanılır kılan özelliklerimizdi.
İyi dilekler, yerini yeni ve yavan – anlamsız alışkanlıklara bırakıyor. Göğe açılan eller birer birer kapanıyor. ‘Kendine iyi bak!’ Emri verildiğinde, her şeyin iyi olacağı zannediliyor.
Tekâmül = ilerleme / gelişme şeklinde olması gereken değişimler; çok defa soysuzlaşma, bozulma, moral değerlerden, millî benlikten uzaklaşma şeklinde gerçekleşiyor. Temelinde İslâm bulunan kültürümüze yabancılaşıyoruz. Bir tarafta değişim olgusunu, olumsuzluklara yol açtığı için kabul etmeyenler, diğer tarafta sonsuza kadar ve hızlı değişim isteyenler var. İki grup arasında fay hatları oluşuyor. Özellikle birinci grupta bulunan anne – babalar ile ikinci grupta olmayı tercih eden yeni nesil arasındaki sürtüşmeler, aile bağlarını zayıflatan boyutlara ulaşıyor.
Değişim hep olacak. Değişenler de olacak, değişmeyenler de… Günler, takvimlerden kopartılan yapraklarla bir bir eksilirken, geçip giden zaman, huzurlu anlarda zevkle dinlenmiş sihirli bir melodi gibi özlemle hatırlanacak. Değişime kurban ettiğimiz güzellikler gibi… Hayat geri gelmeyeceği gibi, o güzellikler de geri gelmeyecek. Güzele ve mükemmele ufuklar açan değişimleri kabullenirken, kaybolduğunda iç çekerek anacağımız, arayacağımız güzellikleri koruyabilsek, ne kadar güzel olurdu.
Zaman zaman, ‘Geçmiş bayramlar ne güzeldi…’ Diyerek söyleniriz. Bayramlar değişmedi. Biz değiştik, alışkanlıklarımız, hasletlerimiz, zevklerimiz değişti. Yalnızca değişmedi, kayba uğradı. Kayıplarımıza tekrar kavuşabilirsek, bayramlar, eskisi gibi güzel olacak.
Kaybettikten sonra kıymetini anladığımız değerlerden biri de tabîi hayat. Yaşama tarzımız değiştiği için tabiatı kirletiyoruz. Havayı, suyu, çevreyi kirletiyoruz. Kirli ortamlarda temiz insanlar yetişmiyor. Temiz duygular gelişmiyor. Yok olan ormanlar, denizde -karada- havada soyu tükenen hayvanlar… Kendi ellerimizle kendimizi olumsuzluklara yolcu ediyoruz.
Zaman ilerlerken, değişirken, değişime diretilmesi mümkün olmayabilir. Bisiklet üzerindeki insanın durunca düşmesi gibi…
Değişime ayak uydurulmalı. Bunu da yolu yordamı ile yapmalı. Söz konusu yol – yordam; kendimiz kalarak değişmek, değişimleri gelişmeye döndürüp kendi değerlerimizle yoğurarak hayatımıza uygulamak, adapte etmek olabilir.
Teknolojik değişimleri aynen kabul etmek durumundayız. Sosyal değişimlerde ise kendi iç dinamiklerimizin ürünü olan yenilikler tercih edilirse, hoşgörü ve sevgi kapılarından huzura açılabiliriz.
İKTİBAS
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Diyor ki…
Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın. Ülke için gerçek hedef ve maksat ne ise, onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen bunlara karşı direneceksin. Önüne sonsuz engeller de yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak, bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse... Bunu söyleyenlere gülüp geçeceksin.
Bir devlet adamı kerameti kendinde görmeye başladı mı devlet adamlığını kaybetti demektir. Hiç kimse hiç kimseden daha akıllı değildir. Birlikte herkesten daha akıllıyız. Millet ve devlet işlerinde herkes, herkese yardım edecek ve hiç kimse bundan iftihar payı çıkarmayacak. Düstur budur.