Tarımla uğraşanlar bilir. Başağın ne olduğunu ve nasıl toplandığını.
Sadece bizim Kocaeli köylerimizde değil, araştırdığımda Anadolu’muzun her yerinde Başak toplamak bir ihtiyaç veya bir gelenek.
Başak; Tahıl veya meyvelerin olgunlaşmış halidir.
Buğday, Arpa, Yulaf, Darı vs. tahılların olgunlaşmasıdır. Veya olgunlaşma sürecindeki halleridir. Başaklar olgunlaştımı veya Başaklar olgunlaşmış gibi cümleleri tarımla uğraşılan yerde sık sık duyarız. Bazı meyveler içinde bu söylemlere rastlarız.
Esas anlatmak istediğim, gelmek istediğim konu ise; BAŞAK TOPLAMAK.
Buğday, Arpa, Yulaf, Darı, Mısır, Ayçiçeği hatta Fındıklar toplandıktan, hasat edildikten sonra, yere dökülen kellelerin yani Başakların toplanmasına, Başak toplama denir. Genellikle ailenin gençleri veya ihtiyacı olan fakirlerin yaptığı bir iştir. Tarlada hasat edildikten veya meyve ise toplandıktan sonra geri kalanların toplanma, değerlendirme işidir.
Örneğin; Buğday tarlada biçilip harmana taşındıktan sonra, tarlaya dökülen ve biçilmemiş buğdaylar, kelleler toplanır. Elle veya tokmakla döğülür. Kelleden buğday taneleri çıkarılır. Bu işi yapan kişide bu emeğini satarak azda olsa bir gelir elde etmiş olur.
Başak toplama işi sadece tahıllarda olmaz. Meyvelerde de olur. Toplanan, hasat edilen bir Fındık bahçesinden de arta kalan Fındıklar, dalından veya yerden toplanarak değerlendirilir.
Çok büyük bir yekün de tutmaz, bu işi de genellikle evin gençleri, kızları daha çok yapar. Tabi ki bu başak toplama işlerini, geçmişte fakirliğin, kıtlığın yoğun yaşandığı zamanlar da daha çok yapılıyordu.
Bugün çok şükür, o günlerle mukayese edilmeyecek kadarda insanımız iyi durumda. Ben o günleri yaşadım. Tarla da uğraşırsın edersin ancak bir-iki teneke Buğday çıkarırsın onu da köye gelen yolcu diye tabir edilen alıcılara veya ilgili dükkanlara satarsın da harçlık yaparsın. O günler öyleydi.
Şimdi görüyorum biçer-döğerin girmediği yerlerde biçilmeyen Buğdaylar var. Kimse ilgilenmiyor.
Toplanan Fındıklardan sonra, tekrar toplanacak Fındıklar var. Kimse Fındık bahçesinin yüzüne bile bakmıyor. Sincapların (çökelezlerin) sayısı arttı. Altın çağlarını yaşıyorlar, bazı farelerle birlikte.
1998 yılında Söğüt şenliklerine bir gün önceden gitmiştik ailece.
Sabah namazından sonrada, programın yapılacağı alana herkes minderini, pöstekesini alıp yer kapıyordu. Yine böyle bir ortamda erkenden gittik yerimizi sağlama aldık. Üç saat sonrada törenler başladı. Törenler başlamadan önce de satıcılar, sularını, gazozlarını, koz helvalarını ve çekirdeklerini satmakla meşguldüler.
Önümde, köylerden gelmiş, bir pala kilime oturmuş töreni bekleyen bir aile vardı. Anne ve iki kız çocuğu. Tahminen yaşları 15-18 olsa gerek, çocukların.
Unutamadığım ve duygulandığım bir ana olaya şahit oldum.
Önümüzde, tören alanı içinde Ay çekirdeği satan bir satıcı geçerken, 17 yaşlarında tahmin ettiğim bir kız anasına ‘’ Gız ana, benim Başaktan toplayıp sattığım kazandığım param varya, onu harcayabilir miyim? Ay çekirdeği – Gündoğdu almak istiyorum da. Müsaade eder misin?’’
Anasıda ‘’Olu, Olu gızım alda, birazda gardaşına verirsin’’ dedi.
Gelinlik çağındaki bu kız, çemberinin ucuna bağlayıp, cüzdan gibi kullandığı buradaki demir paraları alarak, birkaç adım ilerideki satıcıya giderek, çekirdek alışını anasına ve kız kardeşinin avuçlarına aldığını dökerken o yüzündeki mutluluğu, sevinci hala unutamıyorum.
Bu cümleleri okuduktan sonra, herhalde herkes kendi çoluğunu, çocuğunu ve bugünkü durumunu şöyle bir mukayese açısından aklından geçirecektir.
Söğüt ve civar köyler zaten fakir ve arazileri pek verimli değil. Bu kızımız o tarlalardan bir teneke Buğdayı, belki de bir haftada topladı. Böğürtlen dikmelerinin, Eğrelti otlarının arasından, çakırdikeni ve pıtırakların arasından.
Bunları niye anlatıyorum. Hem ekonomik yönden hem örf adet olarak aile içindeki o günün çocuklarının durumu ile günümüz çocuklarının hal ve hareketlerini hatırlatmak istedim.
Bu arada bir güzel adet ve geleneğimiz vardı. Köylerimizde, orak bitiminde ve keten yolumun da en son tarladan kelleler, Başaklar bir tutam getirilip, evin büyüğüne, hane reisine teslim edilirdi.
Hane reisi de dede veya baba olurdu.
Bu güzel bir gelenekti, geçmişte, işi biten, hasadı biten tarlanın başağının veya kellesini karşılığında da evin bu kızına, harman sonu çember, mintan alınırdı. Taşköprü, Kandıra ve İzmit’in köylerinin bu tip alışveriş yaptığı yerde Kadıköy – Santral civarı idi. Meşhur adı da ‘’yaneler’’ – yani yağhanelerdi. Perşembe günü yağhaneler denilen bu muhitte adım atılmazdı, kalabalıktan. Köylerde ulaşım otobüslerle olurdu. Otobüslerin üzerinde de hem yükler vardı. Hem insanlar otururdu.
Diğer ulaşım araçları ise kamyonlardı. Üstü açık kamyonda, eğer bir çuval üzerinde oturacak yer bulabilirsen değme senin keyfine.
Atmışlı – Yetmişli yıllardaki yaşanmışlıkları, köy, tarım aile ve kısmen de o günkü ulaşım ve alışverişleri dile getirmeye çalıştım.