Yazıma,Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şâir ve ediplerinden olan Muallim Nâci (1850-1893)’nin bir beytiyle başlıyorum:
“Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı.
Yok öyle değil şâirin ancak adı kaldı”
Demek ki, her devirde, böyle hâller yaşanması tabiî bir hâlmiş!..
Yâni, her devirde/dönemde, şâir geçinenler/şairliğe özenenler/şâir gibiler/kendini şâir yerine koyanlar/şâir sananlar çoğalıyor fakat şâir ise azalıyormuş!..
Hattâ; bu kadar da değilmiş, “şâirin “ sâdece ve sâdece adı kalmış!..
Muallim Nâci, zamanının şâir-şiir münâsebetini bu beytiyle ortaya koyuyor. Uyarıda bulunuyor. Kesin hükümlü, istişâreden uzak, tenkit ediyor. Sözü, hiç evirip çevirmiyor!..Kendince, hâli resmediyor!..
Bu sözü; muhakkaktır ki, “şâirlik” iddiasında bulunan hiç kimse üzerine almaz. Çünkü; insan nefsi bunu kabullenemez/kabullenemiyor!.. Fakat, kaçış da yok, çıkış da!..
Günümüzün hâli, pek de farklı değildir!..
Bu sıralarda, belki de birkaç senedir, çok dehşetli manzaralarla karşılaşıyorum: Usta şair-usta yazar/üstad şâir-üstâd yazar/erişilmez mısralar vesâire!..
Mısra da demiyorlar, “dize” diyorlar!..Hani tütün yaprağı da dizilir ya, öyle!..Ve tabiî ki, “Bu, ancak bu kadar güzel yazılabilirdi”, gibi sözler!..
Doğrusunu söyleyeyim, ölçü kaçmıştır. Hava, pus-bulanıktır!..Zemin, hiç de sağlam basılacak bir hâlde değildir!..
Kendini beğenme, kibir artmış; muhakeme kaybolmuştur!..
Kopye, taklit çok ileri safhalardadır. Öyle ki, eskinin bile kimyâsı bozulmaya yüz tutmuştur!..
‘Akademik murakabe”, sıfır derecededir ve zâten, Türk edebiyatında veya san’atında ‘tenkit’ten eser yoktur!..Sâdece, övme ve yerme vardır!..
Şu anda; kendini şâir sananlar çoğaldı ve maalesef, şiir azalmadı, tavan yaptı!...
Açınız bir dergiyi…Dergi 60-70 sayfa, içinde sayfa sayısından çok şiir var!..
Olmasın mı? Diyenleri duyar gibiyim. Olsun elbette!..Olsun da, şiir olsun!..
Bâzıları da var ki, “mısra dedikleri”uzun uzun cümlelerin altına iki-üç satırlık birkaç kelimelik yazılar yazıp karmakarışık beşli-dörtlü-altılı kıt’alarla inşâya girişmişler!..
Anlayabilirsen, anla!..Âhenk yok, mısra düzeni yok, vezin yok, mâna saçmalarda!..
Zâten, ‘serbest’ kelimesinin mânası değiştirildikten sonra her şey uçtu!..Kelime’ye “sözcük” dendikten sonra, ne sayısı kaldı, ne kalıbı, ne de edâsı!..
Arûz yazanlar ise, tek nefes, ne diyeceklerinin şaşkını!..Bâzıları da var ki, Arapça ve Farsça’sız yazamıyorlar. Hâliyle; birtakım Arapça ve Farsça kelime ve terkipleri yeniden Türkçe’ye sokmakla meşguller!..Mısra aralarında birkaç Türkçe kelime seziliyor, o kadar!..
Bir şâir namzetinin, kendisini, Yûnus, Fuzûlî, Yahya Kemal, Faruk Nâfiz, Fâzıl Hüsnü, Necip Fâzıl, Mehmet Âkif, Ârif Nihat, Mehmet Çınarlı, Feyzi Halıcı, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu …sayması/sanması çok güzel bir şeydir!..Çok güzel bir şey de, sen, hâlâ onların hiçbirini okumamışsın ki!..Nasıl güzellik bu?!
Akşam yazdığını, sabahleyin piyasaya çıkaranlar ise haddinden fazla!..
Yayınlamada hiçbir sıkıntı yok; “feysbuk”, hazır!..Orada, hemen yayınlıyorlar ve âcilen ‘takdir’ bekliyorlar ve alıyorlar da!..
Eskiden, dergilerde bir “sanat fidanlığı” vardı. Benim yazdığım Defne’de, Hisar’da vardı, Türk Edebiyatı’nda vardı, olmayanların bâzıları da, mektup’la (yanlış değil, mektupla) ilgililerle müşâverede bulunurdu. Yâni; denilmek istenilirdi ki, “Arkadaş/şâir-yazar kardeşim; yazdığınız şiir, hikâye, makale, her neyse güzel fakat şurası şurası şurası da şöyle olsa!..”
Cevap alındıktan sonra, duruma göre, yazı yayına girerdi, yayınlanırdı.
Şimdi, neler var neler!..
Ömründe hiç şiir yazmamış veya yazıp da yayınla(ya)mamış yetmişlik seksenlik mühendisler, doktorlar, p(u)rofesörler var!..Bunlar; ne yazık ki, onbeş-onaltı yaş şiiri yazıyorlar; acemilikleri her hâllerinden/mısrâlarından belli oluyor!..Bâzen de gülünç duruma düşüyorlar!..
Hiç kimseyle bir şiir teatisinde bulunmamış, fakat kitap bile yazmış, zât-ı muhteremler oldukça fazla!..
Desem ki, Âşık Veysel’i okudu da o an’aneden yürüyor, o da değil!..
Kullandığı kelime, kelime değil; mısra, mısra değil; uyum, uyum değil; fikir desen, bâzen barut, bâzen sâdece duman!..
Bâzı şeyler vardır ki,’ şiir tadında’, der, keyif alırız. Hâlbuki, şiir dediklerimizin maalesef tadına varamıyoruz!.. Bütün mes’ele buradadır!..