İsrail bir haftalık geçici ateşkesin ardından tekrar saldırılara başladı. İki günde üç yüzden fazla Filistinli daha katledildi. İsrail’in saldırılarını ısrarla sürdürmekte oluşu aslında şaşırtıcı bir durum değil; Netanyahu’nun ve başında olduğu aşırı sağcı, fanatik dinci partilerin desteklediği İsrail hükûmetinin hedefi başından beri bellidir; mitolojik ve dini kaynaklarına dayanarak Filistin’in tamamının hâkimiyetinin kendi hakları olduğuna inanıyorlar. Batı Şeria’da bunu önceden sağlamışlardı. Fakat yirmi yıldır çok katı ambargo uygulamalarına, her vesileyle halkın üzerine ateş açmalarına rağmen Gazze’nin kontrolünü ele geçirememişlerdi. 7 Ekim’deki Hamas operasyonunu fırsat yaparak iki aydır bunu sağlamaya çalışıyorlar. Gazze halkının bir kısmını göçe mecbur kılarak, kalanları kıpırdayamaz hale getirerek hedeflerine ulaşacaklarını düşünüyorlar. Bu planı dünyanın gözü önünde, insanlık dışı, uluslararası hukuka aykırı yöntemler kullanarak, iki milyondan fazla insanı aç, susuz, ilaçsız bırakarak sürdürüyorlar; çünkü ne BM Genel Kurulu kararları ne bazı Batı kentlerinde yapılan gösteriler, ne de Türkiye ile beraber İspanya, İrlanda gibi birkaç Batı ve Güney Amerika ülkesinin yanı sıra İsrail içerisindeki Netanyahu karşıtı Yahudilerin tepkileri bu Barbar gürûhu frenleyemiyor.
Aslında parayı koyacak yer bulamayan, şöhretli futbolculara milyarlarca dolar vererek ülkelerine getiren Arap yönetimleri, bencil ve duyarsız olmasalar, az da olsa İslami, ahlaki ve insani hassasiyet taşısalar bu vahşeti durduracak ekonomik, politik ve stratejik imkanlara sahip bulunuyorlar; ama maalesef parayı, makamlarını, sıfatlarını put yapmış durumdalar, onlara tapacak derecede bağlılar. Mekke fethedilirken Kabe’nin içerisini dolduran putlar kırılmış, putperestlik Kur’an’da lanetlenmişti. Ama putperestlik şeklen değişmiş olsa da İslam ülkelerinde çoklarının zihinlerinde, kalplerinde özü ve anlamı bakımından varlığını koruyarak farklı tarzda hüküm sürüyor. Maddi şahsi çıkarlar, hesaplar putlaştırılıyor, manevi ve insani değerlerin önüne geçerek siyasi, iktisadi davranışları, siyasetleri etkiliyor, yönlendiriyor.
Çin ve Rusya’nın karşısında zorlansa da ABD halen bir numaralı küresel güç konumunda. 7 Ekim’de sabah saatlerinde İsrail’in her bakımdan haklı olduğunu, ona her türlü desteği vereceklerini ilan eden ABD Başkanı Biden iki aydır dediğini yapıyor. Bir taraftan Hollanda’da muhalefet başbakanı İsrail’e çok olmasa da askeri malzeme vermekle suçlayıp bunun “savaş suçuna” katılma anlamına geldiğini ilan ederek yargılanmasını isteyen Biden diğer taraftan İsrail’e savaş malzemesi ve mühimmat verdiklerini pervasızca açıklıyor.
1948’de İsrail kurulurken başlayan Amerikan yardımları sadece ekonomi ve gıdayla sınırlıydı; 1965 yılında 65 milyon dolardı. Fakat Kissinger’in etkili bir konuma gelmesi, Dışişleri Bakanlığı’na kadar yükselmesi, Başkan Nixson’u yönlendirmesi ve giderek güçlenen Yahudi lobisinin etkisiyle çoğu askeri nitelikteki yardımın hacmi 1973’te 675 milyon dolara ulaştı. Son otuz yıldaysa 3 milyar doların altına düşmüyor. ABD’nin İsrail’i bir numaralı stratejik müttefiki, kankası yapmasının iki nedeni var: 1) Yüz milyona yaklaştığı söylenen “Evanjelikler” yahut “Hıristiyan Siyonistler” 2) soğuk savaş döneminde çok güçlenen Yahudi lobileri. Savaşta ve sonrası dönemlerde büyük paralar kazanan Yahudiler, aralarında yardımlaşmanın, dayanışmanın ne kadar yararlı olduğunu gördüklerinden vakıflar aracılığıyla organize oldular. Sinema, TV ve basın sektörüne hükmedecek hale geldiler. İsrail’in insanlık dışı vahşetine karşı Amerikan medyasının süfli hali ortada. İsrail lobi kuruluşu olan “Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi” (AIPAC) halen Kongre üyelerinin çoğunluğunun isimlerini belirleyebilecek güce sahip. Stratejik önem taşıyan bazı makamlara yapılan tayinlerde de etkili. Biden İsrail’in bütün yaptıklarına göz yumarak desteğini sürdürüyorsa tavrı sadece siyasi bir tercih değil gelecek yıl yapılacak seçimlere yönelik yatırımdır.
Netanyahu’nun sürekli ateşkes yapmaya kesinlikle niyeti yok görünüyor. Kendisini bu makama getiren ve iktidarda tutan ortaklarının dini ve mistik inançları ve değiştirilen (tahrif edilmiş) Tevrat’ın ve mitolojik rivayetlere itibar etmeleri iki devletli siyasi çözüm önerilerinin önünü tıkıyor. İsrail’de ve dünyada vicdani hassasiyete sahip Yahudiler de Netanyahu’nun tutumunu eleştiriyorlar, fakat çok küçük bir çoğunlukla iktidarda olan mevcut hükümeti düşüremiyorlar. Öte tarafta Hamas’ın özellikle askeri kanadı izlediği yolun en doğrusu olduğunu, davalarını bu eylemle dünyaya duyurduklarını iddia ederek, binlerce Filistinlinin ölümünü, Gazze’nin yıkıntı haline gelmesini, milyonlarca insanın içler acısı perişanlığını önemsemiyor. Gazze’de yaşayan 2 milyondan fazla çilekeş Filistinli Müslüman’ın 80 yıldır çektiği acıların sonlanması için İslam aleminin ve Müslümanların sorumluluklarını görerek “titreyip kendilerine gelmeleri” gerekiyor.
Türkiye’ye bu konuda çok iş düşüyor. Ancak şu gerçeği artık görelim; İsrail’i en sert şekilde sürekli kınamanın, Netanyahu’yu en ağır sözcüklerle aşağılamanın, ABD’ni suç ortağı ilan etmenin yararı olmuyor. Bunları sivil toplum kuruluşları, medya yapabilir ama yetkili siyaset erbabının dili, söylemleri şayet iç politikaya ve yerel seçimlere yönelik değilse farklı olmalıdır. Türkiye siyasi yollardan bir şeyler yapacaksa bu yumruk sallayarak olmaz. Bir haftalık ateşkes döneminde çok istememize rağmen biz değil Katar aracı oldu. Türkiye, Rusya -Ukrayna savaşında doğru politika izlediğinden tarafların itibar ettiği arabuluculuk misyonunu yapmayı başardı. Yani doğrusunu yaptığımızda olumlu sonuç alabiliyoruz Diğeri yankı odasında konuşmanın ötesinde sonuç vermiyor.