Hüseyin Rahmi Gürpınar bundan tam 153 sene önce (17 Ağustos 1864) doğmuş: Türk hikâye ve romancılığının en meşhur ve renkli sîmâlarından...
Böyle diyorum ama o da -benzerleri gibi- artık, yeni neslin yabancısı...
Maaşlı muharrir olarak yazdığı gazetenin adı (Tercümân-ı Hakîkat) dâhil olmak üzere, adamın kitaplarının adları bile şimdi yabancı dile döndü: Mutallâka, Mürebbiye, Bir Muâdele-i Sevdâ, Nîmetşinas, Tebessüm-i Elem...
1944’te ölen Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanları TV'de dizi film yapılsaydı -gerçi olmaması bir bakıma daha iyi- kendisi de meşhur olabilirdi.
(Ha, Acun’un programlarında ırlayan, cırlayan, fırlayan ve parlayan gençler kadar şöhret yakalayabilir miydi? Yok artık!..)
***
Ortamektep talebeleri Gulyabânî, liselilerse Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanıyla onun ismini duymuş olabilir. Bu iki eser de MEB'in 100 Temel Eser dizisinde yer alıyor...
MEB'in 100 Temel Eser dizisinde yer alması bir kitabın mutlak okunacağı mânâsına gelmiyor maalesef. Çünkü kimse mecbur tutmuyor, tutulmuyor.
Ayrıca, bunların okunması OKS, SBS, TEOG, LGS, ÖSS, YGS, LYS, DGS, YDS, TUS, ALES, KPSS v.d. imtihanları başarmak için şart olmadı hiç...
E, o hâlde ne işe yarar ki?..
***
Anlamak çok zor:
Bu imtihanların şekilleri, sualleri ve dili -hele dili- hâşâ gökten mi iniyor?
Kör değneğini beller gibi, hep aynı uydurma kelimeler, anlaşılmaz ve kof cümleler, lüzumsuz mevzûlar...
Bu memleketin genç ve körpe beyinleri bize hiç mi lâzım olmayacak da böylesine faydasız, duldasız, gıdâsız, sevdâsız ve mânâsız şeylerle dolduruluyor?
Eğer maksat yalnızca çelmelemek, itelemek, evelemek develemek ve sonunda elemekse hiç bâri eğlenceli bir şeyler olsun: sakız şişirme, suda elma yeme, yumurta taşıma, ördek koşu yarışı falan...
***
Edebiyâtımızın temel taşlarını -îcâb ediyorsa ezbere- bilmeyen talebeler şu sınıflardan da bu imtihanlardan da geçemesin...
Meselâ Safahat'ı baştan sona okumayan, lise mêzûnu olmayıversin...
Büyük şâirlerin her birinden beş on şiiri ezberlemeyenler edebiyat hocası olarak çıkmasın.
Nutuk'u orijinalinden okuyup anlamayanlar târihçi kabûl edilmesin.
Elmalılı Hamdi'nin, Ömer Nasûhî'nin eserlerindeki dînî tâbirleri öğrenmeyen ne câmi hocası olsun ne de din kültürü...
Velhâsıl “kökü mâzîde olan” Türkçenin dil, edebiyat, ilim ve fikir eserlerini hazmedemeyenler devlet kadrosuna alınmasın...
***
Böyle insanların eserleriyle haşır neşir - söyleşir olmak varken gereksiz ve süreksiz işlerle uğraşıyoruz...
Çocuklarımızın beynini, mantığı çarpık, mânâsı kırpık, kullanışı yalpık, sıfatı sölpük ve geçmişten kopuk bir Türkçeyle dolduruyoruz.
Anasınıfından üniversiteye kadar...
Hâlbuki onları meselâ Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın engin, zengin ve rengîn diliyle de yetiştirebilirdik...
***
“Yâhu, bu adam demek ki Osmanlıcayı istiyormuş...”
Bu yazıyı okuyanların bir kısmı böyle diyecek.
Hayır, istediğim şey, geçmişten -devlet zoruyla- koparılmamış bir Türkçe...
Meselâ Hüseyin Rahmi'nin Türkçesi...
O Türkçe geldiği zaman Hüseyin Rahmiler yeniden doğacaktır...