Ahd iki tarafın sözleşmesi demektir. Bir taraf söz verirse bu vaad olur. Vefa ise, “sevgiyi sürdürme, sevgi ve dostluk bağlılığı” anlamındadır. Ahde vefa ise, “verdiği sözünü yerine getirmek” demektir.
Vefalı insan, hata yaptığında dostunu yalnız bırakmaz, bağışlayıcı olur. Zorluk zamanlarında insanın sevgisi, sadakati ve vefası daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Öğretmen okulu, dördüncü sınıfta okuyorduk. Edebiyat öğretmenimizin dersi vardı. Teneffüste birkaç kişi derslikte oyalanıyorduk. Bir arkadaşımız öğretmenin takma adı olan “çaylak” sözcüğünü sandalyenin altına, zemine tebeşirle yazdı.
Kendisine “yazma” diye çok ısrar etmemize rağmen, “eğilip bakmaz” merak edilecek bir şey yok” dedi.
Edebiyat öğretmenimiz derse başladıktan bir süre sonra, sandalyeyi ileri geri oynatırken “çaylak” sözcüğünü gördü. Takma adını biliyordu, ayağa kalkarak, “bu yazıyı kim yazdı?” diye sordu. Derslikte çıt yok. Bu sefer, “teneffüste içeride olanlar tahtaya çıksın ” dedi.
Teneffüste derslikte olanlarımız eksiksiz çıktık. Tabi aramızda yazıyı yazan da var. Bize tekrar sordu: “Bu yazıyı kim yazdı?” diye.
Yine bizden ses yok. Bu sefer, “yazanı gören var mı?” Diye sordu. Hepimiz de görmüş, hatta “yazma” diye müdahale etmiştik. Fakat söylememiz imkânsızdı. Arkadaşımızı asla ele vermeyecektik. Öğretmenimiz bu tavrımıza iyice kızdı. “demek yazanı ele vermeyeceksiniz, bravo size. Ben de sırayla sizi dövmeye başlayacağım, ta ki söyleyene kadar” dedi.
Ceketini çıkardı, o anda, yazan arkadaşımız ileri çıkarak, “hocam ben yazdım, arkadaşlarımı dövmeyin lütfen” diye itirafta bulundu. Bu duruma yine de sevinememiştik. Nitekim gözümüzün önünde, “siz misiniz kahramanlık gösteren” der gibi insafsızca arkadaşımıza meydan dayağı çekti.
Demem o ki, gencecik öğrencilerdik ve arkadaşımızı ele vermemiştik. Fakat O’da bizi koruma adına dövülmeyi göze almıştı. Bunun adı ahde vefaydı bize göre.
Sevgi, şefkat, merhamet, iyilik, hoşgörü, değer vermek, unutmamak, yiğitlik vb. duygular vefanın meyveleridir. Sevgi, karşılıksız, beklentisiz ve sınırsız olmalıdır. İnsan sevdiği kişiyi her haliyle, her durumda sevmelidir.
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmıştı.
Görenler hastaneye götürdüler. Görevliler röntgen çekmek isteyince, yaşlı adam huzursuzlandı; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söyledi. Hastane görevlileri, merakla acelesinin nedenini sordular.
“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” dedi.
Görevli, “eşinize telefon açar gecikeceğinizi söyleriz” deyince;
Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: “Ne yazık ki eşim Alzheimer hastası ve hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” dedi.
Görevliler hayretle: “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sordular.
Adam: “Fakat ben onun kim olduğunu biliyorum” dedi.
Vefa, verilen sözlere sadık kalmak, arkada bırakılanları unutmamak, dostluğun asaletine ihanet katmamaktır. Gerçek vefa; tam, mükemmel, içten, sağlam ve sarsılmaz kalp bağlılığı, sadakat ve üstün ahlak özelliğidir.
Çanakkale Savaşı’nın en kanlı sahnelerinin birinde. Bir asker, arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Ateş yağmuru altındaydılar. Siperden dışarı hamle yapacağı sırada, yanındaki asker omzundan tutarak içeri çekti:
“Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma” dedi.
Fakat o dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. Korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Sırtına alarak koşa koşa geri döndü. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki arkadaşı;
“Sana gitme demiştim. Hayatını tehlikeye atmana değdi mi?”
Giden, yaşlı gözlerle: “Değdi” dedi, “hem de çok değdi…”
“Nasıl değdi?”
“Yanına vardığımda henüz sağdı”:
“Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…” diyordu.
“Onun bu sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için. Çünkü güvenini boşa çıkarmadım.”
İşte vefanın en nadide örneklerinden biri.
İnsan ilişkilerinde, güven duygusunun oluşması ahde vefaya bağlıdır. Söz namustur. Kişi namusu hususunda titiz olduğu kadar sözünü yerine getirmede de o derece titiz olmalıdır.
Tutulamayacak söz verilmemeli, yapılabilecek özveriden de kaçmamalıdır. Verilen söz de mutlaka tutulmalıdır.
Uluslararası hukukta ahde vefa (Latince: Pacta Sunt Servanda) devletlerin imzaladıkları antlaşmaların kurallarını kendi iradeleri ile kabul etmiş olmaları gerçeğine dayanmaktadır.
Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Türk heyetinde olanlar 24.maddenin çıkartılmasını istiyorlardı. Uygulanması imkânsız ve çok ağırdı. İngiliz sefiri, “bu maddeyi asla uygulamayacağız. Size namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum” demişti.
Tabi hiç de sözlerini tutmadılar. Sözleri kendisine hatırlatılan İngiliz sefiri şu ibretlik cevabı vermiştir:
“Benim namus ve şerefimin İngiltere’nin yüksek menfaatleri yanında ne kıymeti olabilir ki.”
Oysa düşmanda olsa; dürüstlük, sözünde durma, şeref ve namus kavramları asla hafife alınmamalıdır. Bu kavramlar evrensel ve muteber değerlerdir.
İşte bu da, vefasızlığın ve şerefsizliğin tipik bir örneğidir.
Yapılan iyilikleri unutmamak, karşılığını ilk fırsatta fazlasıyla yapmak, dostların sıkıntılarına katlanmak, hatalarını hoşgörüyle karşılayarak görmezden gelmek, sözünü yerine getirirken severek güçlüklerine katlanmak vefanın gereğidir.
Toplumu kaynaştıran, gönülleri birbirine derinden bağlayan, sevgi ve muhabbeti artıran vefa içerikli davranışlarımızdır.
Anne-baba, eş, çocuklar, yakın-uzak akrabalarımız, öğretmenlerimiz, usta ve amir pozisyonunda emeği geçenler, komşularımız, arkadaşlarımız ve üzerimizde hakkı olan tüm insanlara karşı vefa borcumuz vardır.
Bunlara sevgide, saygıda, hatır sormada, yardım etmede, ziyaretlerine gitmede ihmalkârlık yapmamalıyız.
Başta çocuklar olmak üzere bütün insanlara, hayvanlara ve doğaya karşı hoşgörülü, merhametli olmalı, saygı ve sevgi ile muamele etmeliyiz.
Güzel tavırlar sergileyip, güzel söz söylemek de önemlidir. Kötü söze ya da kötü davranışa güzellikle karşılık vermek daha güzeldir.
Bugün, büyüklerine sevgi ve saygı duyan, sadık, vefalı, şefkatli, merhametli, çok yönlü düşünen, tecrübeli ve ufku geniş, cesur ve mert, gözü pek, dinlemesini bilen, sözü yerinde, kırmadan,yanlış anlaşılmaya meydan vermeden kullanan,yapıcı, hoşgörülü, kötü söz söyleyeni uygun dille uyarabilen, sevdiklerini koruyan, mağdurun ve mazlumun hakkını koruyan güvenilir insanların sayısının artmasına ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda, insanlar arasında sevgi, muhabbet, dostluk bağları kuranlara ne mutlu.
Sevgiyle kalın…