Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Sünnî - Alevî Uyumu İçin...

İlköğretim okullarının din dersi kitaplarında, Emevîler’in şöyle veya böyle... İslâm’a hizmet ettiklerinden söz edilmektedir. Ders kitaplarında bu tür bilgilerin yer alması, Alevî kardeşlerimizi rencide etmektedir. Emevîler, Ehl-i Beyt evlâtlarını acımasızca şehit etmişlerdir. İslâm’ı da her yerde baskı yöntemiyle yaymışlar, hattâ yönetimi altına aldıkları milletleri kılıç zoru ile İslâmlaştırdıkları yeterli bir zulüm değilmiş gibi, dillerini de Araplaştırmışlardır. Emevîler konusu, daha ılımlı bir anlatımla ele alınabilir.

Anadolu Alevîleri, Hz. Muhammed’e dil uzatanları affetmezler. Onlar, Türk Devleti’ne silâh çekenlere de karşıdırlar.

Sünnîler’e kız vermeyen Alevîler var. Onların ortak gerekçesi, Sünnîler’in kendilerini hor görmeleridir. Burada Alevîler haklı, Sünnîler hatâlıdır. Hiçbir Müslüman’ın, bir başka Müslüman’ı hor görmeye hakkı yoktur.

Alevîler, kendilerini gusül abdesti almayan, cem evine giden, orada âlem yapan insanlar olarak gören kişilerden rahatsızdırlar. Alevî toplumu, ahlâka büyük önem verir. Zina yapan, hırsızlık yapan, edebe aykırı harekette bulunan kimseler, ‘düşkün’ sayılırlar, dışlanırlar.

Müslümanlar içerisinde yanlış yapanlar, günah işleyenler dâima olagelmiştir. Kişileri ilgilendiren bu yanlışlıkların, genelleme yapılması, toplulukları muaheze etmek maksadıyla kullanılması haksızlıktır, iftiradır, günahtır.

Alevîler, Hazret-i Ali’ye, yalnızca ‘Ali’ denilmesini hoş karşılamıyorlar. ‘Hazret-i Ali’ denilmesini istiyorlar. Muaviye’ye de ‘Hazret-i Muaviye’ denilmesinden rahatsızlar. Bu mâsum isteğin, bütün Sünnîler tarafından saygı ile karşılanması ve uygulanması çok kolay ve gereklidir.

Alevî – Sünnî ayırımını önleyecek dört kelimeden oluşan sihirli bir formül var: Saygı, Diyalog, Hoşgörü ve Uzlaşma. Taraflar biri birlerini sevmeseler bile yekdiğerlerine saygı duymalılar. Diyalog ile taraflar biri birlerini tanırlar. Bir tarafın diğer tarafa ters düşen davranışları hoşgörü ile kabullenilebilir pozisyonlar olur.  Müştereklerde uzlaşma suretiyle barış ortamı sağlanır.

Alevîler, Hz. Ali’yi severler. Sünnîler de severler. Hz. Ali’yi sevmeyen Sünnî yoktur. Çünkü Hz. Ali’yi sevmek, Sünnîler için Peygamber (sav) buyruğudur. Hz. Muhammed, ‘Ben kimin mevlâsı isem, Ali de O’nun mevlâsıdır. Allah’ım, O’na dost olana dost ol, düşman olana düşman ol. O’na yardım edene yardım et. O’nu horlayanı horla. Nerede olursa olsun, gerçeği O’nunla berâber kıl.Diye duâ ederdi. Bu duâya gönülden katılmayan tek bir Sünnî yoktur.

Burada ‘mevlâ’ kelimesi,  ‘dost’  anlamındadır.

Peygamber Efendimiz ayrıca: ‘Değer biçilmez iki şey vardır. Biri Kur’ân, diğeri Ehl-i Beytim’dir.’  Buyurmuşlardır. Ve ilâve etmişlerdir: ‘Ehl-i Sünnet’in görüşüne göre Hz. Ali’yi sevmek, Hz. Peygamber’i sevmek gibi farz-ı ayn, O’na düşman olmak da Hz. Peygamber’e düşman olmak gibi haramdır.’

Bütün Müslümanlar, Tevellâ ve Teberra akîdelerinde birleşmelidir.

Alevîler ve Sünnîler arasında anlaşmazlık konularının olduğu inkâr edilemez. Ancak anlaşmazlık konuları, tarafları iki ayrı kampın kişileri hâline getirecek ölçüde derin değildir. Hepimiz aynı devletin insanlarıyız. Bizim başka devletimiz yok. Olamaz da. Aynı geminin içerisindeyiz. Kavga edersek, bindiğimiz gemiyi batırırız. Geminin batmaması, Alevîler’in ve Sünnîler’in zarar görmemesi için hoşgörü ve uzlaşma temel şarttır. Alevîler, şüphe yok ki, Sünnîler’in dostluğunu kazanırlarsa, daha güçlü olurlar. Sünnîler için ‘Lâ ilâhe illallah’  diyen herkes dosttur.

Cem evleri Heterodoks Müslümanların, câmiler ise Ortodoks Müslümanların ibâdethâneleridir. İslâmî ilimlerde ibâdet târif edilmiştir de, ibâdet yeri hakkında bir hüküm yoktur. İslâmî anlayışa göre her yerde ibâdet yapılabilir. Kilisede ve havrada bile… Yeter ki temiz olsun. Zâten kilise ve havradaki görevliler, namaz kılmak isteyen Müslüman misâfirlerine mekânlarında mutlaka temiz bir yer bulup tahsis ediyorlar. Sünnî Müslüman Cem evinde de namaz kılabilir. Alevîler de Müslüman olduklarına göre temiz olan her yerde namaz kılabilirler. Câmide de… Nitekim kılıyorlar da… Bütün mesele bunu yaygınlaştırmakta… Bu sözler; ‘Alevîler haydi câmiye!’ şeklinde değil, bir Müslüman’ın, bir başka Müslüman kardeşini; evine, işyerine çay, kahve içmeye dâvet edişi şeklinde kabul edilirse mesele kalmaz.

Alevî - Sünnî yakınlaşması konusunda ilgi çekici fikirler ortaya atılıyor. Deniliyor ki: Alevî, gerçek Alevî ise Sünnî de gerçek Sünnî ise... birleşme çabalarına gerek yok. Her iki grup da; Allah’ı, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Peygamberi kabul ediyorlar demektir. O halde esasen bir ve beraberdirler. Kültürler arasındaki farklılık, zaafımız değil, zenginliğimizdir.

Dinimiz:  İslâm. Kitabımız: Kur’ân. Yaratanımız: Cenab-ı Allah.  Kabirde; Münker ve Nekir, hiç kimseye ‘Sen Alevî misin, Sünnî misin’ diye sormayacak. ‘Dinin nedir? Kitabın nedir? Yaratanın Kimdir?’ Diye soracak. Bunların hangisinde ayrılık var ki, Alevî - Sünnî ayrılığı olsun?