‘’Nefis çoğu zaman yalanların, yalancıların; vicdan ise gerçeklerin, doğruları savunanların sesidir?’’
Gerçekten de öyle midir?
Nefis yalanların, yalancıların; vicdan ise gerçeklerin, doğruları savunanların mı sesidir?
Vicdanımız; kimi olaylar karşısında, iç sesimiz olarak karşımıza çıktığında, ardı ardına sorular sorup, sorguladığında ona nasıl yanıt veririz?
Verdiğimiz yanıtlarla soruyu mu geçiştiririz? Yoksa kendimizi avutmak adına mı hareket ederiz?
Günümüz dünyasının her yanında yumak yumak olmuş pek çok sorun yaşanırken, bulunduğumuz coğrafyanın onca olumsuz etkileri ülkemize yansırken; bütün bu olumsuzluklardan etkilenmemek mümkün olabilir mi?
Özellikle de ülkemizin son döneminde yaşanan gerçekleri bir kez daha düşündüğümüzde; vicdanlarımızdan taşan sorulardan kaçılabilir mi?
Hele ki, yaşanan bu gerçekler; bir daha silinmemek üzere tarihin unutmaz hafızasına kazınmış ise…
Şöyle bir düşünün!
Kapatın gözlerinizi sadece ülkemizde 1990’lı yılların sonundan bugüne, yaşanan olayları hatırlamaya çalışın!
Aklınıza gelen ilk olayı, yüksek sesle sorun vicdanınıza, yanıt arayın!
Bakın bakalım yakın tarihimize kazınan hangi olay, size nasıl cevap verecek?
Alacağınız cevap sizi ne kadar tatmin edecek?
Alacağınız yanıt; sorunun gerçeklerini anlatmıyorsa eğer! Hiç üstelemeyin, cevabı neydi diye de düşünmeyin!
Çünkü tarihe not düşen gerçeklerin izi yoksa vicdanlarda; ya o gerçek tarihe ait değildir! Ya da o vicdan, gerçeğe müsait değildir…
Yaşadığın gerçekleri gördüğün, duyduğun ve bildiğinde; gönül gözün dahi olanlara kayıtsız kalamamış, ruhunda kopan fırtınalara, içindeki ince sızılara yanıt bulamıyorsan eğer!
Unutma! Aradığın cevap; nefsinde değil, vicdanında saklıdır. Onun sesini dinle…
Şimdi şöylece bir hatırlayalım o çeyrek asırlık süreci ve soralım vicdan denen o yanılmaz yargıca!
Yanıtlasın bu soruların cevabını, tabii ki tarihin unutmaz hafızasına kazınan gerçeklerin notuyla:
‘’Ülkemizin sokakları toz duman olmuş, insani değerlerimiz sorgulanır, ruhumuzda kopan fırtınalara neden olan onca soru yanıtsız kalıyorsa eğer,
Hala ülkemizin yollarında, caddelerinde el açan çocukları, yüreği yanık anaların duyulmayan feryatları, sessiz çığlıklarıyla adalet arayan insanları varsa eğer,
Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip ülkemizin milyonlarca genci, sokaklarda işsiz, çaresiz dolaşırken; kimileri güçlü ekonomi nutuklarıyla bu gerçeği gözden kaçırmaya, görmezden gelmeye çalışıyorsa eğer,
Milyonlarca emeklisiyle, işçisiyle, memuruyla yaşam mücadelesini vermeye çalışanlar, hala ay sonunun nasıl geleceğinin hesabını yaparken, enflasyon canavarının dişleri arasında öğütülürken; kimileri çıkıp da, vatandaşın yaşam standardı her geçen gün daha iyiye gidiyor diyebiliyorsa eğer,
Evine eli boş dönmenin mahcubiyetiyle boynu bükük babalar, çocuğunu besleyecek aş bulamayıp da; boş tencerenin suyuna tirit yapan anneler, hala bu ülkenin gerçeğiyse eğer,
Her yıl ülkemizin yüzlerce kadınını acımasızca katleden, yüreğinde en ufak sevgi kırıntısı olmayan kimi erkekler, toplumumuzda elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa; basına düşen fotoğraflarıyla, haberleriyle onları hoyratça, akıl almaz davranışlarla taciz edebiliyorsa eğer,
Doğanın en güzel armağanı, en güzel süsü olan ağaçlarımız hoyratça kesilirken; onların verdikleri/verebilecekleri o tertemiz havayı soluyamayacağımızın, onların o dingin güzelliklerini seyredemeyeceğimizin refleksiyle;
Bu katliamlara mani olmak adına gösterilen en doğal tepkiler biber gazıyla, tazyikli suyla püskürtülüyor, gencecik çocuklarımız atılan gaz fişekleriyle hayatlarını kaybedebiliyor, bu yaşananlar bir anlam ifade etmiyorsa eğer,
Doğal yaşamın, yaşamımızın bir parçası olan sokaklarımızın süsü binlerce köpek, kedi acımasızca telef edilirken; onların gözlerindeki acıyı, masumiyeti, bir lokma yemek, su verdiğimizde, o gözlerden taşan sevgi dolu sadakatlerini göremiyorsak, yaşam alanları birer, birer ellerinden alınan onca yaban hayatın feryatlarını duyamıyorsak eğer,
Sanat'a, sanatçıya sanki bir ucubeymişçesine bakılıyor, kimi zaman sanatın içine tükürülmekten dahi çekinilmiyorsa, bundan rahatsızlık duymuyorsak eğer,
Aydınlık Türkiye’nin çağdaş yarınlarını oluşturacak eğitim sisteminin yerini, çağdaşlıktan uzaklaşan bir eğitim modelinin neden aldığını/alacağını sorgulamıyorsak eğer,
Nice büyük şehirlerimizin doğal alanları haksız getirim uğruna yok edilir, her bölgesine dikilen AVM’ler, bir hançer gibi yaşam alanlarımıza saplanırken; kimilerine onca haksız kazanç sağlayan bu yapılaşmayı sorgulamıyorsak eğer,
Ülkemizin birlik ve beraberliğini yüzlerce yıllık kardeşliğimizi tehdit eden oyunları, bilinen kimi senaryoları, her Allahın günü değişen/değiştirilen gerçekleri bilmiyor, takip etmiyorsak eğer,
Ülkemizi sırtından hançerlemek isteyen FETÖ alçakları, destekçileri, kriptocuları, P.K.K’nın kan emici teröristleri, DEAŞ kelle avcıları, ülkemizi içten ve dıştan karıştırmanın peşinde olan hainlerin hak ettikleri, aldıkları cezalar hariç;
Giderek uzayan tutukluluk süreçleri nedeniyle pek çok insanımız, hala adaleti arıyor, cezaevlerinden yükselen 'hukuka',‘adalete’ davet çığlıkları duyulmuyorsa, duyamıyorsak eğer,
Görevleri sadece yazmak, çizmek; haberin doğrularını okurlarıyla paylaşmak olan gazetecilerin özgürce yazım/yaşam hakkı demir parmaklıkların ardında sorgulanıyorsa eğer,
Ülkemizin güzel insanlarını onlar, bizler tanımlamalarıyla farklılaştıran söylemlere; giderek gerginleşen/gerginleştirilen toplumumuzun, böylesi bir tabloyu hak edip, etmediğine bakmıyorsak eğer,
Ülkemizin mevcut ahvalini; miting meydanlarında esip, gürleyen siyasilerin söylemleriyle, eylemleriyle kıyasladığımızda; beynimiz, yüreğimiz, ruhumuz, neyin nasıl olduğunu, olabildiğini, olacağını, olamayacağını sorgulamıyorsa eğer…’’ ( Bk: 10’ların İzleriyle Türkiye-Atilla Çilingir, 2014)
Tüm bu eğerlerin; aklın aldığı, almadığı, alamayacağı sorumlulukların, sorumsuzlukların, yanıt bulabileceği bir tek yer kalmıştır!
O da; nefsimiz değil, vicdanımızdır.
Nefis, çoğu zaman yalanların, yalancıların; vicdan ise gerçeklerin, doğruların sesidir, şaşmaz adaletin terazisidir.
Bu yaşlı gezegende yaşadığı 4.000 yıllık tarihi boyunca kendisini Büyük Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak gören her yurttaşımızın vicdanında kazılı duran yegâne gerçek ise şudur:
Yıllardan beri kardeşçe, huzur içinde bir ve beraber yaşadığımız bu ülkede biz doğduk, biz yaşarız. Bu ülkenin hamuru; kanlarını, canlarını vatanımız için seve seve feda eden Şehitlerimizin kahramanlıklarıyla, Gazilerimizin nice fedakârlıklarıyla, evlatlarını bu gazi topraklara helal eden analarımızın, babalarımızın dualarıyla, emeğini ülkemizin topraklarına katık eden insanlarımızın çalışmasıyla yoğrulmuştur.
Asırlar boyunca Türk Milletinin devlet kurduğu, yaşam sürdüğü her coğrafya; bu nitelikleriyle onun canından bir parçası, vazgeçilmezi olmuştur.
Devletimizde gözü olan, vatan bellediğimiz toprakları ele geçirme teşebbüsünde bulunan her kim olduysa; bunun bedelini fazlasıyla ödemiştir, bundan sonra da ödeyecektir.
İnsanoğluna kucak açan bu yaşlı gezegen bu gerçeği böyle not etmiş; tarih sayfaları bunu böyle bellemiştir.
Unutulmasın ki;
Vatanımıza olan bağlılığımız da, aydınlık yarınlara olan inancımız da, güçlü imanımız da ülkemizin mührüdür.