Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Denktaş’ın Gözyaşları

Kıbrıs Barış Harekâtının yıldönümünde aziz dost ve büyük mücahit Rauf Denktaş'ı, eşim Ergun Göze'nin yazısıyla rahmet ve minnetle anıyorum.

30.7.1974

Denktaş’ın Gözyaşları

Kıbrıs dâvâsını en iyi şekilde anlatacak birçok hadise cereyan etti. Amma bunların başında Başkanlık Sarayı’nın önüne Türk tankları gelince, Kıbrıs Türk yürütme kurulu başkanı Rauf Denktaş’ın gözlerinden süzülen yaşlar gelir. Çünkü daha aylar önce, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs meselesini askeri müdahalesiz halledilemez hale getirmişti. Ve bunu en iyi anlayanlar da Kıbrıs’lılar ve onların başkanı idi.

Görmüştük; tam inanmış bir Türk hanımefendisi olan Bayan Denktaş’tan tutunuz da Türklük ülküsünün komandosu olan oğlu Raif Denktaş’a kadar, Denktaş ailesi bu şuurun içinde idiler.

Bu bakımdan haberi okurken, Kıbrıs’daki günlerimiz ve Denktaş ailesinin misafirperverliği, içinde olduğumuz hatıralara, bir an gittim. Şurada Denktaş’ın anavatan şuuru içinde olmak bakımından mümtaz bir mevki işgal etmiş bulunduğunu söylemeyi de bir vazife bildiğimi belirteyim.

Kıbrıs’da hak bizimdi. Vatan bizimdi. Kan bizimdi. İnsanlık bizimdi. Tarih bizimdi. (Taa Hala Sultan’dan yani 1400 seneden beri) Bir tek eksiğimiz kuvvetimiz ve onun temsilcisi Mehmetçikti. Yunanlıların ise Kıbrıs üzerinde hiçbir hakları yoktu. Kıbrıslı gayrimüslimler Yunan ırkından değildi. Çoğu Maltız idiler. Latin idiler. En az Rumdular. Toprak Yunan’ın değildi, insan Yunan’ın değildi, tarih Yunan’ın hiç değildi, hak denilen şeyin zerresi Yunan’ın değildi.

Amma şirretlik ve zorbalık, kan dökücülük onundu.

Bu şirretlik ve zorbalık bardağı taşırdı. Mehmetçiğin kurtarıcı pençesi, Anadolu, anavatanın bir kıyısından, Mersin’den uzandı, Yavruvatan’ı “Girne”den yakalayıverdi.

Daha önce, Türk hükümetinin ısrarlarına, âdeta yalvar yakar olmalarına metelik vermeyen Yunan hükümeti düştü yerine yenisi kuruldu… Bizim acemi politikacılarda bir hareket, bir lüzumsuz konuşmalar furyası, teklifler yağmuru… Durun bakalım ne oluyorsunuz? Dinleyin anlayın biraz. Asırlık, şirret, nankör, düşman ve politikası hemence düzelir mi? Yani hemence kani olur mu?

Nitekim olmadı. Rum’un gayrimeşru babaları az değil ki… Hepsi arka çıkar ona… Nitekim çıktılar. Ayrıca senin başka hesapların da olmalı…

Bizce, iş bu kerteye geldikten sonra Türk diplomasisi işe girişmeyi mümkün olduğu kadar geciktirmeli, mümkün olduğu kadar Türk fiili durumunu genişletecek tedbirler için zaman kazanmalıydı. Lefkoşe Havaalanı milimine kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elinde olmalıydı. 114 esir serbest bırakılmak değil, 1753 masum Türk rehinesine karşılık 5000 Rum rehin alınmalıydı. Sampson denilen rezil, derdest edilmeliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve ada halkı bütünleşmeli, Kıbrıs dışındaki Kıbrıslılar koşup adaya gelmeliydi. Ada’da, Rum alçaklığı ne yapmışsa, düzeltilip, telafi edilmeli idi…  O kadar ki aylarca Türkiye’nin müzakere tekliflerini dinlemeye bile tahammül edemeyen, Yunan şımarıklığı bitmeli ve Yunanlılar, “aman oturup konuşup anlaşalım” diye yalvar yakar olmalı idi… Olacaklardı da…  Yunanlılar bunun için kendilerini suçlayacak hale gelmeliydiler. Geleceklerdi de… Yunan dediğimiz bundan başka bir dili anlayan soy değildi.

İşte o zaman başarılı bir dış politika tespitinin ilk kademesi geçilmiş olurdu. Denktaş’ın gözyaşları değerlenmiş bulunurdu. Ne var ki, Mehmetçik, Denktaş’ın gözyaşlarının içine “ığıl ığıl” aktığını hissetmiş ve unutmamış bulunmaktadır.

Milletçe ağlamamızın tek garantisi bu “his”, bu “unutmayış” tır. 

2.8.1974