Seyfettin KARAMIZRAK

Demokrasi mi Darbe ve Muhtıra mı?

v

Darbe (coup de etat), şiddeti de içerebilecek biçimde kuvvet uygulayarak, ordu ya da ordu destekçisi gruplar marifetiyle hükümeti yıkmak, değişmesini sağlamaktır.

Uyarmak, dikkat çekmek kökünü ifade eden ‘ihtar’ kelimesinden türetilen “muhtıra” ise, uyarı yazısı anlamına gelmektedir.

Türk siyasi hayatı, 28 Şubat 1997 tarihinde ‘Postmodern Darbe’ kavramıyla da tanışmıştır ki, bu dönemde ordunun hükümete yönelik muhtıra niteliğindeki açıklamaları, bir ordu mensubunun diliyle bu anlamı kazanmıştır.

Askeri darbe ile ihtilal arasında bariz fark vardır. İhtilal (revolution), darbeden farklı olarak, şiddet yoluyla sadece mevcut hükümeti değil, siyasi düzeni (rejimi) de değiştirir. Ayrıca ihtilaller darbelerde olduğu gibi bir grup azınlığın değil, büyük bir çoğunluğun eseri olarak vücut bulurlar.

“Darbe” ve “ihtilal” gibi kavramlar toplumumuzda sürekli olarak karıştırılmıştır. Aynı olaylar için kullanılan bu iki sözcük, birbirinden çok farklı anlamlar taşımaktadır. “Darbe”, bir grubun, bir zümrenin ya da bir askerin, yönetimi “demokrasi kuralları dışında” ele geçirmesidir. “İhtilal” ise, yönetimi ele geçirmenin yanında, rejimi de değiştirmek anlamına gelmektedir.

Ülkemizde askerî müdahaleler, tarih boyunca kimi zaman ordunun kurumsal olarak, bazen de yüksek rütbeli subayların kendi başlarına inisiyatif alarak sivil yönetime el koyma girişimleri şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları başarıya ulaşmış, bazıları ise hükûmete yapılan bir uyarı olarak kalmıştır.

Türk demokrasisinin, uzun bir geçmişi olmasına rağmen, hâlâ kurumsallaşamadığını söyleyebiliriz. Bunun nedenlerinden en önemlisi askerî müdahalelerdir. Yönetime el koyma çabaları sonucunda ortaya çıkan müdahaleler, mevcut sorunlara çare bulamadığı gibi, bu sorunları daha da derinleştirmiş ve bireyi, toplumu ve devleti birbirine yabancılaştırmıştır. Yalnızca devlet adamları ve politikacıların değil, milletin zihninde de derin travmalara sebep olmuştur.

Millî iradenin önünde en büyük engel görülen askerî darbeler, resmî ya da gayri resmi kişi ya da kişilerce veya her iki kesimce ani olarak, “anayasal olmayan” yollarla hükûmetin devrilmesi ve iktidara el konulmasıdır.

Hangi gerekçeyle, kimin veya ne adına yapılırsa yapılsın, hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, “darbe” şiddeti içeren totaliter bir eylemdir. Darbe, bireyin gelişimi ve saygınlığı, toplumsal barış, hak ve özgürlükler, hukuk, demokrasi, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınma önünde çok büyük bir engel teşkil eder.

Demokratik bir sistemde, “demokrasi” ile “darbe” nin yan yana gelmesi mümkün değildir. Demokrasilerde herhangi bir kişinin, grubun ya da bir zümrenin değil, her zaman “millî iradenin” çıkarları önce gelir.  Böyle bir sistemde de darbenin yeri yoktur.

Oysa tarih boyunca, seçim yoluyla kendilerini iktidara taşıyamayacağını düşünen kişi, zümre ya da gruplar, darbe yoluyla kendilerini iktidara taşımanın yollarını aramışlardır. Bu kitleler darbeyi her zaman hem iktidara gelmede, hem de çıkarlarını korumada kolay bir araç olarak görmüşlerdir.

Demokrasiyi dilinden düşürmeyen birçok aydınımız hala bu düşüncededir. Hatta zaman zaman “bir aydınla bir işçinin oyunun eşit olamayacağı” tezini savunmaktan geri kalmamaktadırlar. Darbeyi bir gelenek olarak, bir kültür olarak ifade etmek de, darbeye meşruiyet kazandırmaktır.

Toplum, 1960 Darbesi’nden sonra sandıkta siyasi partilere sadece koalisyon ile iktidar olma hakkı vererek onları bir şekilde cezalandırmıştır. 1980’li yıllardan sonra, özellikle postmodern darbe ile beraber Türk milleti darbelere, muhtıralara tepkisini göstermeye başladı.

2007’de, seçilmiş hükûmete karşı verilen “e-muhtıra”, toplumun tepkisini sandığa yansıtmasına sebep oldu. Mağdur edildiğini düşündüğü iktidara  %47 oy vererek, demokratik tepkisini ortaya koydu.

Sonuç olarak, 15 Temmuz 2016 gecesi meydana gelen hain başarısız darbe girişimi, kahraman Türk milletinin, ordu içinde darbecilerle savaşan kahraman Türk askerinin ve kahraman emniyet güçlerinin direnişi sonrasında boşa çıkarılmıştır. Bu darbe girişiminin özellikle sivil bir tepki ve direnişle bastırılması ayrı bir öneme sahiptir. Halkın darbecilere karşı gösterdiği destansı direniş gerçekten takdire şayandır.

Tarihte millî ve manevi değerlerinden, kimlik, kültür ve medeniyetinden kopmuş milletlerin sadece devletlerini değil, kendi varlıklarını da kaybettiklerini bilmekteyiz. Dünya tarihinde çok az millete nasip olan büyük devletler kurma, büyük medeniyetler inşa etme irade ve mahareti bizim milletimize nasiptir.

Bir demokrasi kültürünün bir ülkede, bir toplumda oturabilmesi çok uzun bir süreç gerektirmektedir. Bu anlamda darbeyi ve demokrasiyi anlamak, demokrasiyi daha fazla içselleştirmek, yaşamak, kendi düşüncesinden olmayan, farklı düşünceden olan insanların da, eğer çoğunlukta ise iktidarda bulunabilmelerini hazmedebilmek olgunluğuna erişmek gerekmektedir. Bu düşünce, insan olmanın da bir gereğidir ve çok kıymetli bir erdemdir.

Sevgiyle kalın…

Darbe (coup de etat), şiddeti de içerebilecek biçimde kuvvet uygulayarak, ordu ya da ordu destekçisi gruplar marifetiyle hükümeti yıkmak, değişmesini sağlamaktır.

Uyarmak, dikkat çekmek kökünü ifade eden ‘ihtar’ kelimesinden türetilen “muhtıra” ise, uyarı yazısı anlamına gelmektedir.

Türk siyasi hayatı, 28 Şubat 1997 tarihinde ‘Postmodern Darbe’ kavramıyla da tanışmıştır ki, bu dönemde ordunun hükümete yönelik muhtıra niteliğindeki açıklamaları, bir ordu mensubunun diliyle bu anlamı kazanmıştır.

Askeri darbe ile ihtilal arasında bariz fark vardır. İhtilal (revolution), darbeden farklı olarak, şiddet yoluyla sadece mevcut hükümeti değil, siyasi düzeni (rejimi) de değiştirir. Ayrıca ihtilaller darbelerde olduğu gibi bir grup azınlığın değil, büyük bir çoğunluğun eseri olarak vücut bulurlar.

“Darbe” ve “ihtilal” gibi kavramlar toplumumuzda sürekli olarak karıştırılmıştır. Aynı olaylar için kullanılan bu iki sözcük, birbirinden çok farklı anlamlar taşımaktadır. “Darbe”, bir grubun, bir zümrenin ya da bir askerin, yönetimi “demokrasi kuralları dışında” ele geçirmesidir. “İhtilal” ise, yönetimi ele geçirmenin yanında, rejimi de değiştirmek anlamına gelmektedir.

Ülkemizde askerî müdahaleler, tarih boyunca kimi zaman ordunun kurumsal olarak, bazen de yüksek rütbeli subayların kendi başlarına inisiyatif alarak sivil yönetime el koyma girişimleri şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları başarıya ulaşmış, bazıları ise hükûmete yapılan bir uyarı olarak kalmıştır.

Türk demokrasisinin, uzun bir geçmişi olmasına rağmen, hâlâ kurumsallaşamadığını söyleyebiliriz. Bunun nedenlerinden en önemlisi askerî müdahalelerdir. Yönetime el koyma çabaları sonucunda ortaya çıkan müdahaleler, mevcut sorunlara çare bulamadığı gibi, bu sorunları daha da derinleştirmiş ve bireyi, toplumu ve devleti birbirine yabancılaştırmıştır. Yalnızca devlet adamları ve politikacıların değil, milletin zihninde de derin travmalara sebep olmuştur.

Millî iradenin önünde en büyük engel görülen askerî darbeler, resmî ya da gayri resmi kişi ya da kişilerce veya her iki kesimce ani olarak, “anayasal olmayan” yollarla hükûmetin devrilmesi ve iktidara el konulmasıdır.

Hangi gerekçeyle, kimin veya ne adına yapılırsa yapılsın, hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, “darbe” şiddeti içeren totaliter bir eylemdir. Darbe, bireyin gelişimi ve saygınlığı, toplumsal barış, hak ve özgürlükler, hukuk, demokrasi, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınma önünde çok büyük bir engel teşkil eder.

Demokratik bir sistemde, “demokrasi” ile “darbe” nin yan yana gelmesi mümkün değildir. Demokrasilerde herhangi bir kişinin, grubun ya da bir zümrenin değil, her zaman “millî iradenin” çıkarları önce gelir.  Böyle bir sistemde de darbenin yeri yoktur.

Oysa tarih boyunca, seçim yoluyla kendilerini iktidara taşıyamayacağını düşünen kişi, zümre ya da gruplar, darbe yoluyla kendilerini iktidara taşımanın yollarını aramışlardır. Bu kitleler darbeyi her zaman hem iktidara gelmede, hem de çıkarlarını korumada kolay bir araç olarak görmüşlerdir.

Demokrasiyi dilinden düşürmeyen birçok aydınımız hala bu düşüncededir. Hatta zaman zaman “bir aydınla bir işçinin oyunun eşit olamayacağı” tezini savunmaktan geri kalmamaktadırlar. Darbeyi bir gelenek olarak, bir kültür olarak ifade etmek de, darbeye meşruiyet kazandırmaktır.

Toplum, 1960 Darbesi’nden sonra sandıkta siyasi partilere sadece koalisyon ile iktidar olma hakkı vererek onları bir şekilde cezalandırmıştır. 1980’li yıllardan sonra, özellikle postmodern darbe ile beraber Türk milleti darbelere, muhtıralara tepkisini göstermeye başladı.

2007’de, seçilmiş hükûmete karşı verilen “e-muhtıra”, toplumun tepkisini sandığa yansıtmasına sebep oldu. Mağdur edildiğini düşündüğü iktidara  %47 oy vererek, demokratik tepkisini ortaya koydu.

Sonuç olarak, 15 Temmuz 2016 gecesi meydana gelen hain başarısız darbe girişimi, kahraman Türk milletinin, ordu içinde darbecilerle savaşan kahraman Türk askerinin ve kahraman emniyet güçlerinin direnişi sonrasında boşa çıkarılmıştır. Bu darbe girişiminin özellikle sivil bir tepki ve direnişle bastırılması ayrı bir öneme sahiptir. Halkın darbecilere karşı gösterdiği destansı direniş gerçekten takdire şayandır.

Tarihte millî ve manevi değerlerinden, kimlik, kültür ve medeniyetinden kopmuş milletlerin sadece devletlerini değil, kendi varlıklarını da kaybettiklerini bilmekteyiz. Dünya tarihinde çok az millete nasip olan büyük devletler kurma, büyük medeniyetler inşa etme irade ve mahareti bizim milletimize nasiptir.

Bir demokrasi kültürünün bir ülkede, bir toplumda oturabilmesi çok uzun bir süreç gerektirmektedir. Bu anlamda darbeyi ve demokrasiyi anlamak, demokrasiyi daha fazla içselleştirmek, yaşamak, kendi düşüncesinden olmayan, farklı düşünceden olan insanların da, eğer çoğunlukta ise iktidarda bulunabilmelerini hazmedebilmek olgunluğuna erişmek gerekmektedir. Bu düşünce, insan olmanın da bir gereğidir ve çok kıymetli bir erdemdir.

Sevgiyle kalın…