Günümüzde yükselen bir değer olmaya devam eden din, toplumun bütün alanları üzerinde etkili olmaktadır. Toplum da aynı şekilde dini her yönüyle etkilemektedir.
Bir idealin veya bir dinin değerli olup olmadığına karar verebilmek için, onun insani güçlerin gelişimine ne kadar yaradığını ve insanın aradığı birliği bulmasında ne kadar yardımcı olduğunu araştırmak gerekir.
Farklı inanışlar ve mezheplerle birlikte dünyada tam olarak 4.3000 adet din olduğu kabul ediliyor. Bu dinlerden bazıları, zarar verici ve insanlara baskı yapıcı, bazıları kardeşliği destekleyici yöndedir. Bu sebeple “Hangi din?”, “Nasıl bir din?” diye sormamız gerekir. Acaba söz konusu edilen din, insanın gelişimini destekliyor mu? İnsanın sahip olduğu güçlerin ortaya çıkmasını, serpilmesini sağlıyor mu, yoksa bu güçleri kısırlaştırıp yok mu ediyor? Din insanların var olan güçlerini geliştirmesine ne kadar önem veriyor? (Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, 1981, s. 46). Bu sorulara alacağımız cevaplara göre o dini değerlendirebiliriz.
Batı dünyasında dine dönüşün mahiyeti hakkında birçok çalışma yapılmıştır. En önemlilerinden biri olan Henry C. Link, “Dine Dönüş” kitabında, giderek dinlerin ortadan kalkmasından değil, başta ABD olmak üzere genellikle bir dine dönüşten söz edilmektedir. Bu kitap dine dönüşün psikolojik sebepleri, temelleri ve gerekçeleri hakkında bireysel gözlemlerden oluşan bilgiler verilmektedir. Hayatın her alanında maddî referansları aramanın bir sonucu olarak oluşan ruhî bir çöküntünün içinden kurtulma yolları sunulmaktadır.
Gerçek dinin amacı, kişiyi kendi özüne ulaştırmaktır. Bu öz, Yunus Emre’nin “Beni bende demem bende değilim, Bir ben var bende benden içeri” ifadesi ile Mevlana’nın “Senin içinde bir can var, o canı ara!” sözlerindeki anlama yakındır.
Bu öze ulaşan kişinin manevi hayatı zenginleşmeye başlar. Kişi o zaman resmin bütünü ile ilişki kurabilir.