Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

“ İnsanlığın Efendisi”

Aziz okuyucularım yaşadığımız çok büyük, benzerine az rastlanan bir felaketin yanı sıra akılların alamayacağı kadar seviyesiz adeta çıldırmış, bir çirkin siyasetin seyircisi olmak da kaderde varmış demek… Böyle bir ortamda bir Ramazan ayını yaşamakta da bir hikmet vardır her halde. Tutulan oruçlar ve kılınan namazlar inşallah nefislerimizden çok ruhlarımızı besler.           

Eşim Ergun Göze’nin çok sevdiğim “GÖZÜMLE ve GÖNLÜMLE TANIDIKLARIM” adını  taşıyan  kitabından seçtiğim bu yazıyla sizleri başbaşa bırakmak içimden geldi. “İNSANLIĞIN  EFENDİ”siyle…

 

                                          “ İnsanlığın Efendisi”

 

İslâm’ın büyük Peygamberi… Peygamberlik…  İnsan cinsinin ulaşacağı en yüksek makam…

O ise bu makamın en yüksek basamağında. O Peygamberler Peygamberi… Son Peygamber…

Peygamberliğinden önce de İnsanlığın timsali idi. Karakterinin zirveleri, iffet, doğruluk, adâlet,  merhamet… Peygamber olmadan önce de cemiyet ve hemşehrileri O’na “EL- Emin” lakabını vermişlerdi. O güvenilen insandı… On dört asır sonra hâlâ en güvenilen O…

Peygamber olmadan önce hemşehrilerinin haksızlıklarını önlemek için kurulmuş bir cemiyete girmişti. Bu cemiyetin adı “Hulfü’l fudul” idi. Cemiyet. Mazlumların hakkını zalimlerden almak için kurulmuştu. Ahir zaman Peygamberi sonraları böyle buyuracaklardı: “Bugün bile birisi gelip benim o cemiyetteki ahdime istinaden talepte bulunsa kendisine yardıma koşarım.”

O’nun bugünün insanının gözünü açması gereken bir tavrı da kendisine vahiy meleği geldiği andaki hâlidir… Oku “İkra” emrine karşı “Ben okuma bilmiyorum.” Diye cevap vermiş, kendisine Peygamberlik geldiğine inanamamıştır… Şüphe etmiştir. Acaba hasta mıyım? Hayal mi görüyorum diye… Bu O’nun ne kadar büyük bir nefis kontrolüne malik olduğunu gösterir. Vahyin O’nun dışında olduğunu, hatta O’na rağmen geldiğini herkese ispat eder, “Kur’ân’ın ismetini ortaya koyar”…  O’nun iffeti İslâm’ın ismetiyle iç içedir. Nitekim Hz. Ayşe’ye “Peygamberimizin ahlâkı nasıldı? Diye sorduklarında bir tek kelime ile cevap vermişti: “Kur’ândı..”

Zerafet timsaliydi. Kendisi de yetimliği tatmış olduğu için öksüzlerin başlarını, “saçlarını tarayacak anneleri yoktur diye tarar gibi okşardı. 

İsrailoğulları kendilerinden olan peygamberlere bile karşı gelirken, kendilerinden olmayan peygamber kabul ederler mi? Huzuruna girip güya onunla alay ediyorlar… “esselâmüaleyküm” der gibi “ Essamüaleyküm” dediler, Yâni “Ölüm sana olsun”… Fahr-i kâinat  “Ve aleyke”yani  “ Size olsun” cevabını vermişti ki Hz. Ayşe çıkıp İsraillileri şiddetle azarlayıp kovdu. İsrailliler çıktıktan sonra  İki Cihan Güneşi sevgili zevcesine buyurdular ki:

- Niçin nezaketi ihtiyar etmedin, ya Ayşe…

- Görmedin mi ya Resulallah, sana ne dediler?..

- Evet, duydum, ben de ”Ve aleyke” dedim. Allah benim duamı kabul etti, onlarınkini kabul etmedi. Nezaketi terk etmeye sebep var mı?

Peygamberlik makamı birçoklarınca sanılır ki bir ruhsat makamıdır. Peygamber ibadet etmese de olur diye düşünenler olabilir. Tam aksine… Bu makamın gerçek sahibi olan insanlığın tacı, ibadetinde de Halkla olan muamelesinde de mesuliyeti, yükü hep kendisi alırdı…

Sabahlara kadar ibadet etmekten ayaklarının şiştiğini görüp de “Sizin günahlarınız bağışlandı, niye hâlâ bu kadar ibadet ediyor, nefsinize kıyıyorsunuz?” diyenlere “Ya ben şükredici bir kul olmayayım mı?” diye cevap verirdi. Evlâtlarına ve torunlarına zekât malı yemeyi yasak etmişti. Ganimetlerden kendisine düşeni hemence dağıtıyordu.  

Bir gün bütün insanlık tarihinin benzerine rastlamadığı şu sözleri söyledi: Bir Müslüman öldüğünde, geride bir borç bırakmışsa bana geliniz. Onun kefili benim. Mal mülk bırakmışsa çoluğuna çocuğuna haber veriniz, sahipleri onlardır.”

İslâm’ın ilk günleri, Kureyş’in işkencesi altında bin bir sıkıntı ile geçti. Hendek harbinde bizzat kazma salladı. Karnına taş bağlayıp açlığını susturmaya çalıştı. Ömrünün son günlerinde de herkesin durumu iyileşirken o en mütevazı şartları seçti. Ölüm döşeğinde iken zırhı bir Yahudi’de rehindi..

Onun canına kastedenlerin hepsi O’na güvenirlerdi, Emanetlerini O’na bırakırlardı. Mekke’den hicretine mâni olmak için O’nu öldürmeye karar veren Kureyşliler’in O’nda emanetleri vardı. Ve O, Hz. Ali’yi hem yatağına yatıp oyalasın hem de kanına susayanların emanetlerini  versin diye bırakmıştı.

O, El-Emindi… Canına kastedenlere karşı bile… Oğlu İbrahim küçük yaşta vefat etti. O gün güneş tutuldu. İnsan mizacı bu ya, derhal bu hadiseyi ona bağladılar, fevkalâdelik atfettiler… Bunu duyan son Peygamber derhal ümmetini topladı ve bu iki hadise arasında  hiçbir alâka bulunmadığını açıkladı: “Ay ve Güneş Allah’ın âyetlerinden iki  âyettir ve insanların ölüm ve doğumlarıyla hiçbir alâkası yoktur.” buyurdular. Böylece müneccimliği, falcılığı, bâtıl itikadı kökünden kazıdılar… 14 asır önce…

Ne tabiat hadiselerinin, ne tesadüflerin takviyesine ihtiyacı vardı, ne de Allah’ın kulu olmaktan başka övüncü… Peygamberler arasında “kulluk” cihetinden en üstünü… Tarihte O’nun kadar tesir etmiş başka bir sima gösterilemez. Bağlıları çeyrek asırda Akdeniz’i bir İslâm gölü haline getirmişlerdir. Bugün dünyanın her kıt’asında, her noktasında O’nun ümmetinden olan insanlar ve bunlar her gün beş vakit O’nun “ yad- ı cemili  olan ezanlarla ismini anıyor, yolunda yürüyor. Avrupa’da Türk işçileri kiliseleri alıp cami yapıyor… İki asırda İslâm dünyasını sömürge hâline getirmeye uğraşan Batı, bugün ona muhtaç… Kendi içindeki ihtilâfların elinde zebun…

O’na Türk âşık oldu… Dili ayrı idi, coğrafyası ayrı idi ama bu aşk Türk’ü O’na yakın kıldı. Bu aşkla Türk, O’nun adını dünyanın dört bir tarafına götürmek için seferber oldu… Zaten askerdi şimdi “MÜCAHİD” oldu.  O’nun ismini en güzel istifle yazmak için “HATTAT” oldu. En güzel Mehter Marşı’nı ve nâtı bestelemek için “BESTEKÂR” oldu. 

O’nun adını günde beş defa anacak sülün minareler, O’nun insanlığı üzerine kapanan rahmetini temsil edecek kubbeler yapmak için “MİMAR” oldu…

O’nun aşkıyla “YUNUS” oldu, SÜLEYMAN  ÇELEBİ,  MEVLÂNA,  HACI BAYRAM SULTAN,  MİMAR SİNAN,  ITRÎ, OSMAN GAZİ elhasıl  MEHMEDÇİK  oldu.           

Onun aşkıyla kanatlanan Türk, Hind’e , Çin’e, Afrika’ya Avrupa’ya, Viyana’ya aktı…

O’nun ahlâkı ile ahlâklanmayı murat edinen Türk, O’nun ismini aldı ama alırken edep gözetti “Mehmed” yaptı… Ve böylece O’nun yolundaki fedakârlıklarının ve edebinin  mükâfatını gördü. 

O’nun “ İstanbul fetholunacaktır, onu fetheden emir ne emir, fetheden asker ne askerdir.” Müjdesi ve takdiri Türk’e nasip oldu. Kur’an O’nun en büyük mucizesi… Kur’an’da bizzat Allah O’nu birçok kereler övmüştür. Onun için O’nu övmek mümkün değil, ne söylense  gerçeğin ardında kalır.

İlâhi vazifesi Kur’an’ın tamamlanması ile bitti. Veda haccında ümmetine “Bir daha görüşemeyeceklerini açıklamıştı” Rahatsızlanıp namaz kıldırmaya çıkamaz hale gelince yerine en sevgili arkadaşı Ebubekir’i bıraktı. “ Allah’tan başka dost edinmem mümkün olsaydı Ebubekir’i dost edinirdim” dediği Ebu Bekir’i 

Biraz iyileşince çıktı “İşte sırtım, kimin sırtına vurdumsa gelsin vursun. İşte malım. Kime ne borcum varsa gelsin istesin.” Buyurdular. Kendisini ziyarete gelenlere “Müslümanlara selâmımı götürünüz .” buyurdular… Sonra açıkladılar: “Sadece bu günkü Müslümanlara değil, kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlara benden selâm söyleyiniz… Böylece insanlık için bir selâm oldu İslâmiyet… O’nun selâmı… Peki, bu ne demek? Hekim Ali Paşa’ya soralım mı ne demek olduğunu… Müslümanın birisi borçlu düşmüş ödeyemiyordu… 

Bir yatsı namazından sonra kalpten dua etti, derdine çare istedi. Rüyasında Peygamberimiz teşrif buyurdular. Dediler ki : “ Git Hekim Ali Paşa’ya benden selâm söyle sana bin altın versin. Bu rüyanın şahidi olarak da bu Cuma gecesi her zaman okuduğu salâvatları unuttuğunu söyle.

Borçlu sevinç ve ferah  içinde  Hekim Ali Paşa’ya koşar, rüyasını anlatır… Paşa “Tekrar et” der. “Efendim Peygamberimizin sana selâmı var…” “Bir daha anlat bakalım…”  Üç, dört, beş, altı… Yedincide borçlu daralır: “Paşam beni niye yoruyorsun, inanırsan verirsin, inanmazsan vermezsin.” Hekim Ali Paşa der ki  “Ne demek? Sen kimden selâm getiriyorsun biliyor musun? Tekrar ettirişim selâmları çoğaltmak içindi. Onun her bir selâmına bin altın vereceğim.”…  Türk her şeyini O’nun yoluna feda edendir.

 Allah’ın salâtı ve selâmı O’nun üzerine olsun…