İslâmiyet sürtüşme, çekişme, tartışma ve kavga dini değildir. Hoyrat akıllar, diller ve eller, târih boyunca İslâm’ı kavga zemini hâline getirmeye çalışmışlardır. İslâm’ın hür düşünce ve hoşgörü dini olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. Bu hakikati ortaya koyan yüzlerce hâdiseden üç tânesi, bizleri düşünmeye ve akl-ı selim yoluna sevk edebilir.
İmam Ebu Hanîfe – İmam Hz. Câfer es-Sâdık Görüşmesi
Münâfık her zaman vardır ve nifakından bir an bile vazgeçmez. Târih boyunca öyleydi. Münâfık ekseriya kısır düşüncelidir. Dine o nisbette bağlıdır ki hakîkaten dindar zannedersiniz. Lâkin onun dindarlığı beton gibidir. Serttir, katıdır veya öyle görünür. Ama en küçük bir darbede ve hattâ fiskede dağılıverir. Samîmi ve hür düşünceli Müslüman’ın dindarlığı ise uzvîdir, canlıdır, ağaç gibidir. Eğilir, fakat kırılmaz. Esner, fakat kopmaz, dağılmaz; asliyetini, cevherini kaybetmez.
İmam Hz. Câfer es-Sâdık, on iki imam’ın altıncısıdır. 699-765 yılları arasında yaşamıştır.
Dönemin münafıkları yine dindar postuna bürünerek İmam-ı Âzam’a iftira ettiler, ‘Dini tahrif ediyor, Resûl’ün yolundan ayrılıyor, O’nun şeriatını değiştiriyor.’ dediler. Bu iftiralarını da Peygamber torunu İmâm Câfer’in kulağına kadar götürdüler. İmam Câfer üzülmüştü. Hac zamanı kendisini ziyâret eden Ebû Hanife’ye, ‘Sen, Peygamberin şeriatını tağyir ediyormuşsun.’ diye sitem etti.
Ebû Hanife, İmâm Bâkır’a şöyle hitap etti, ‘Hele siz makamınıza geçin, biz de karşınızda hürmetkâr tavrımızı alalım ve konuşalım. Hükmünüzü ondan sonra verin.’ İmâm Bâkır yerine geçip oturdu. Ebû Hanife, Peygamber torununa sonsuz bağlılığını ve hürmetini gösterdi. Eski hocasının karşısında öğrenciliği dönemindeki gibi diz çöküp oturdu. Ebû Hanife söze başladı ve aralarında şu konuşma geçti:
-Kadın mı kuvvetli, erkek mi?
- Elbette erkek.
-Eğer ben, Âlemlerin Efendisi’nin yoluna muhalif olarak hüküm verseydim zayıf olan kadına mirasta ‘iki’, kuvvetli olan erkeğe ‘bir’ verirdim.
-İmam Bâkır Evet, dedi. Ebû Hanîfe devam etti:
-Şeriatta namaz mı önde gelir oruç mu?
-Elbette namaz önde gelir.
-Eğer ben sevgili Peygamberimizin yolundan ayrılıp O’nun şeriatını değiştirseydim kadınları (hayz) vakitlerinde geçen namazlarını kaza ettirir, oruçlarını bağışlardım.
-İmam Bâkır, Evet, diye derin bir vukufla bu sözü de tasdik etti. Ebu Hanîfe sonuncu misâli söyledi:
-Şeriate göre meni mi pistir idrar mı?
-Elbette idrar.
- Eğer ben insanlara rahmet olsun diye gönderilen o yüce Peygamberin şeriatını tağyir etseydim tenasül uzvundan idrar çıkınca guslü farz kılar, meni çıkınca abdesti kâfi görürdüm. Fakat bu düşüncelerin uygulanması için aslâ teklif ve teşebbüste bulunmuyorum.
Peygamber torunu büyük âlim İmam Câfer, yine ‘Evet,’ dedi ve devam etti.
-Görüyorum ki sen hakîkaten şeriatın yolunda, münafıklar ise nifakları üzere imiş.
İşte böyle, perde perde açılan hür düşünce ve fakat dâima bir noktaya, tek noktaya, hiç değişmeyen ve hiç eskimeyene, dâima yeniye, tek hakîkate, İslâm’a bağlı bir düşünce.
Ne diyor Mevlânâ, ‘Ben bir pergelim ki bir ayağım şeriatta sâbit kadem, diğer ayağım bütün dinleri taramakta.’
Hz. Ali-Muâviye kavgası için Necip Fâzıl diyordu ki: ‘Ali dâvâsında haklı idi, Muâviye de haksız değildi.’ İşte, 1400 senedir kavgası, münâkaşası yapılan meseleyi bıçak gibi kesip atan, halleden mantık, ‘Benim ashabıma dil uzatmayın.’ mukaddes emrine bağlı kalarak düşünmek... Öyle ya, biri Peygamber damadı, ilk çocuk Müslüman, dördüncü halife ve Aşere-i Mübeşşere’den. Öbürü de vahiy kâtibi. Her ikisi de Ashab’dan.
Ölçü, bu. Değişmeyen ölçü, şaşmayan terâzi… Böyle zapturapt altında; fakat fezâlar kadar geniş bir düşünce.
(Oğuz Çetinoğlu: Hz. Ali ve Alevîlik. s:199, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2021)