Seçimler tamamlandı, Türkiye gündeminde bulunan ancak siyasi tartışmalarda üzerlerinde yeteri derecede durulmadığından toplumun büyük kesiminin fazlaca ilgilenmediği temel sorunlarımızla artık yüzleşme dönemi başladı. Siyasetçi ne derse desin reel şartlar hükmünü icra ediyor. Dış politikada iki yıl kadar önce yapılan “U" dönüşünün benzeri ekonomik konularda da yapılmaya çalışılıyor. Acil ihtiyacımız haline gelen dış kredilerin, para ve sermaye girişinin böylelikle sağlanacağı, kredi risk primimizin normalleşeceği düşünülüyor. Başka bir ifadeyle dokuz yıl gecikerek de olsa bizden başka hiçbir ülkenin kabullenemediği heterodoks modeli şartların zorlamasıyla istemeyerek de olsa terk etmek zorunda kalıyorsunuz. Keşke bunları piyasaların acımasız baskısıyla değil, Mehmet Şimşek’in belirttiği "rasyonel" tercihimizle zamanında yapabilseydik. Gerçi “heterodoks" yönteme dönüşe nereye kadar izin verileceğini bilemiyoruz. Önümüzdeki günlerde bazı kritik makamlara ve kurullara yapılacak atamalar belirlenen yol haritasının göstergesi olabilir. Ama bir insan ne kadar pragmatist olursa olsun alışkanlıklarından kolayca vazgeçemez.
Seçim sürecinde üzerinde fazla durulmayan, ancak seçimlere sayılı günler kala konuşulmaya başlanan “sığınmacılar” meselesi üzerinde önemiyle orantılı tarzda durulmadı; Kılıçdaroğlu ve Özdağ’ın kesin bir dille Suriyelileri derhal kendi vatanlarına göndereceklerini belirten açıklamalarına karşı Erdoğan rejimle uzlaşma sağlanarak sorunun çözüleceğini işaret etti. Seçimler bitikten sonra muhalefet partileri kendi iç meselelerine döndüler, konu şimdilik de olsa rafa kaldırıldı. Buna mukabil Rusya’nın girişimiyle önümüzdeki günlerde Türkiye, Rusya ve İran ile Şam hükümeti arasında Suriye sorununa çözüm bulabilmek için bir toplantı yapılacağı, üst seviyede müzakerelere başlanacağı açıklandı. Ancak Esat yönetimi anlaşmak için Türk askerinin topraklarını terk etmesi şartını geri çeker mi, ülkesinden ayrılan en az on milyon tamamı Sünni ve rejim muhalifi Suriyelinin dönmesini ister mi? Bunların ülke dışına çıkmalarıyla Nusayrilerin nüfus yapısında edindiği nispi dengenin değişmesine izin verir mi? Sanmıyorum.
Diğer yandan Türkiye’nin nüfus yapısındaki sosyolojik değişme etraflı şekilde konuşulmuyor; mesele sadece Suriyeli sığınmacıların gönderilmesi çerçevesinde düşünülüyor. Oysa Türkiye doğrudan varlığını tehdit eden çok büyük ve çok yönlü demografik bir sorunla karşı karşıyadır. Türkiye’nin sosyolojisi, Türk milletini oluşturan toplumsal yapısı üç yönlü baskı ve olumsuz değişim / dönüşüm tehdidi altında bozulma sürecine girmiş bulunuyor; şöyle ki:
1) Büyük kısmını dört milyonu kayıtlı, beş milyonu kayıtsız dokuz milyona yakın Suriyeliyi barındırıyoruz. Çoğu Afganistan ve Pakistan’dan iki milyona yakın “doğu” lu, bir milyon kadar Afrikalı sığınmacı da ülkemizde yaşıyor. AB sekiz yıl önce Geri Kabul Anlaşması‘nın imzalanmasını sağlayarak, biraz para vererek, vize anlaşmasına ışık yakarak bu sıkıntıyı tümüyle üzerimize atmış oldu. Dünyada hiç bir ülke nüfusunun yüzde on beşine yakın farklı milliyet ve kültürden insanı içine alarak sosyolojik dokusunun bozulmasına, “intiharı”na izin vermez. Elli yıldır başımıza musallat edilen etnik/ bölücü PKK fitnesinin maliyeti ortada; kısa bir süre sonra yaşayacağımız Arap etnikçiliğini, uluslararası bilinen çevrelerden bulacakları desteklerle öne sürecekleri statü talepleriyle karşılaşacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. Bu taleplerin ensar/muhacir benzetmeleriyle önlenmesi mümkün mü? Milli kimliğimizin varlığına karşı olanların, Anayasa'nın ilk dört maddesini değiştirmek isteklerini açıkça belirtenlerin, eğitim müfredatını ümmetçi saplantılarla değiştirmeye niyetlenenlerin dışında böylesine bir ihanete hoşgörüyle bakacakların çıkacağını sanmıyorum.
2) Türkiye’de doğum oranı 1965’te Batı illerinde uygulanmaya başlanan doğum kontrol önlemlerinin de etkisiyle düşmeye başladı. 2001 yılında binde 2.4’e gerileyen oran 2021’de 1.7, geçen yıl 1.62 oldu. Bazı Batı illerinde oran bu rakamların da altındayken Şanlıurfa’da 3.59, Şırnak'ta 2.94 Mardin’de 2.62 oldu. Nüfusun kendini yenileyebilmesi için oranın 2.10’nun altında olmaması gerekiyor. Hatay Belediye Başkanı ilindeki Suriyelilerde doğum oranının binde üçün üzerinde olduğunu açıkladı. Özetle nüfusumuzu yenileyemiyoruz. Büyük avantajımız olan genç nüfusumuz hızla yaşlanıyor. Nüfus artışımız vatandaşlık verilenler sayılmazsa durmuş durumda. Nüfus dengemizin bozulmakta oluşu, alttan gelen genç nüfusun azalması birçok toplumsal ve etnik soruna kapı açılması anlamına geliyor.
3) AB ve ABD Türk vatandaşlarına vize vermeyi durdurma aşamasına geliyor. Gerekçe olarak son yıllarda Türkiye‘nin en çok sığınmacı talebinin geldiği üç ülkeden biri durumunda olması gösteriliyor. Diğer yandan başta Almanya olmak üzere sanayileşmiş bazı AB ülkeleri kollarını açarak Türk doktorlarını, hemşirelerini, yazılımcılarını, savunma sanayiinde yetişmiş mühendislerimizi ülkelerine çağırıyor. On yıl önce Almanya’ya 50 kadar doktorumuz giderken bu sayı geçen yıl 2.800’e yaklaştı, bu yılda TTB ‘den gerekli belgeyi almak için yapılan başvurular bu rakamın bile geçilebileceğini gösteriyor. Erasmus projesi bağlamında Avrupa'ya tahsile giden pırıl pırıl gençler süreyi tamamlayınca gittikleri ülkede kalabilmek için sığınmacı olabiliyor. Lisans ve orta öğretim kurumlarındaki her yüz gencimizden yetmişi bu ülkeden çıkmak Batı’ya gitmek istiyor. Alttan yeterli takviye alınamıyor, yetişmiş beyinlerimizi çekip alıyorlar, gençlerimiz burada kalmak istemiyorlar. Bu tablo bu vahim görünümüne rağmen siyasetçilerin ne hikmetse birinci meselesi durumuna gelmiyor. Geçen hafta Meclis’teki grup toplantılarında liderlerin yaptığı konuşmaları, kamuoyuna çeşitli vesilelerle yapıkları açıklamaları duyunca ister istemez farklı bir dünyada yaşıyormuşum duygusuna kapıldım; belki de gereksiz yere kötümser bakıyorum ve yanılıyorum. Siyasi büyüklerimiz umarım doğrusunu yapıyorlardır.