“Gelin tanış olalım, İşi kolay kılalım. Sevelim sevilelim, Dünya kimseye kalmaz.” Yunus Emre.
Yıllar önce öğretmen arkadaşımla İstanbul’a gitmiştik. İlk kez gördüğüm bu eşsiz ve gizemli kent beni çok etkilemişti. Bir de yaşadığım bir olay:
Durakta, bir bayanın; “hastam var parasız kaldım, memleketime gitmek için yol parası verir misiniz?” şeklinde “boynu bükük” konuştuğunu görünce içim sızlamıştı. Cüzdanımı çıkarmaya çalışırken, arkadaşım elimi tuttu; “sakın verme” dedi. Bu davranışını yadırgamıştım. Bozuldum doğrusu, “neden engel oldun yardım edecektim” diye sitem ettim uzaklaşırken.
Gülerek, “benzerlerini çok göreceksin, senin gibi duyguları temiz insanları böyle avlıyorlar” dedi. O gün yine, aynı şekilde birkaç dilenciye rastladığımda “insanlarımıza ne oldu” diye hayıflanmıştım.
Geçen gün cami kapısında, kucağında körpecik çocuğuyla yağmur altında dilenen bir anneyi gördüm. Yardım etmekle etmemek arasında hayli bocaladım. Çünkü kötü örnekleri, vicdanımızı kuşkuya düşürmüştü. Ve o gün ben dâhil hiç kimse o anneye yardım etmedi.
Kötü örneklerle; merhametimiz, yardımseverliğimiz gibi hasletlerimiz günbegün körelmekte. Ve insanlık kan kaybetmektedir.
Maç izlemeye giden aynı ülkenin insanları, yanlarında neden balta, sopa, bıçak götürürler? Taraftarlık, neden öfkeye dönüşerek güzel hasletlerimizi silerek yüreğimize kin ve öfke yükler?
Ya da, otomobilleri kazaya karışan şoförler, birbirlerine kartvizitlerini uzatmak yerine, neden kin ve öfkelerini gösterirler?
Kaliteli mühendis, polis, hâkim, mimar, öğretmen, doktor vb. yetiştirmek yetmiyor. İnsan olmamızda belirleyici rol oynayan; “onurluca yaşama, ahde vefa, değer verme, hoşgörü, ötelememe, hoşgörü, nazik olma, erdem, dürüstlük, sevgi, adalet duygusu, mertlik, sözünde durma, alın terine saygı gösterme, merhamet, şefkat, görev aşkı” vb. duyguları da yeterince vermemiz gerekiyor kanaatindeyim.
Acaba bu konuda sadece eğitimciler mi sorumlu, yoksa ortak olan “her paydaş” mı bu ihmalden dolayı suçludur? Sanırım sadece okullarla bu sorunu çözmek mümkün değil. Aileler, sivil toplum kuruluşları, belediyeler, basın yayın, TV, internet ve nihayetinde devlet, bu milli ve evrensel ortak değerleri işlemek, daha bir yapıcı, kaynaştırıcı programlar yapmak, önlemler almak, çözümler üretmek zorundadır.
Bir de doğru davrananların, yanlışlara “dur” diyenlerin yanında olmamız gerekir yasal çerçevede. Dürüstler yalnız kalmamalı, “sana ne” diyenlere, “bana ne” dememeliyiz elbette ki.
Geçmişte, halkı rahatsız eden bir grubu uyaran değerli bir profesörümüzün, grup tarafından komaya sokulduğunu çoğumuz biliriz.
Duyarlı vatandaşlık görevimizi yeterince gösteremediğimiz kanaatindeyim kötülüklere, haksızlıklara ve yanlışlara karşı.
Haberlerde izledik; yaşlı bir teyze tertemiz duygularla, bütün altınlarını, parasını polis olduklarına inandığı birilerine veriyor. Tabi alanlar kayıplara karışıyor. Böylelerinin alın terine, emeğine, rızkına nasıl iştahlanırlar bilemiyorum.
Bankamatiklere kamera yerleştirilerek memurun maaşı çalınmakta. Yaşlılar takip edilerek, türlü hilelerle ellerinden tek geçim kaynağı olan emekli maaşları alınmaktadır.
Torunlar, paralarına el koymak için gözlerini kırpmadan dede ve ninelerini öldürmekte. Eşler, sevgilisiyle bir olup, karısını ya da kocasını ortadan kaldırmaktalar.
Evlatlar, ölmesini beklemeye tahammül edemeyerek, zaten kendilerine kalacak olan mirasa, bir an evvel konmak için, baba katili olmakta. Tığ gibi delikanlılar, askerden kaçabilmek için, sakat kalma uğruna parmağını keserek, kendilerini vurmayı göze alabilmekteler.
Eskiden doğanın çiçekleri kadar nadide kokan, çok ve çeşitli ortak değerlerimiz vardı. Herkes bunlarla yoğrulur, etrafına güzellikler saçardı. Kötü ve yanlış düşünenler, davrananlar uyarılır, ayıplanır, düzeltilirdi. O yüzden nahoş hareketler pek yapılamazdı.
Şehirlerde, toplumun denetleme, uyarma işlevi kayboldu. Çoğumuzun çevremizde olup bitenden haberi yok. Haberi olanlar da çeşitli nedenlerden ötürü karışamamakta, ya da nemelazımcı.
Bir zamanlar güzel hasletler ve örnek davranışlar olağandı ve her yerde vardı. Gittikçe mutluluk kubbemizden yıldızlar gibi birer ikişer kaymaktalar. Bir zamanlar ufak bir kötülüğe şaşırırken, şimdi güzel bir haslet gördüğümüzde hayret etmekteyiz.
Teknoloji ve kentler mi bizi kirletti? Sahi ne oldu bizim; hasta, yoksul, yetim ziyaretlerimize, komşuluk ilişkilerimize, akraba hısım kaynaşmalarımıza, paylaşmalarımıza, hal hatır sormalarımıza, selamlarımıza, tebessümlerimize. Tertemiz duygularımıza, dürüstlüğümüze, aile bağlarımıza, bitmez tükenmez sevgi ve saygılarımıza.
Milletler bir ulu çınarsa, kökü, dalları, yaprakları da o milletin değerleridir. Her güzel hasletimizi kaybettikçe, bu çınarın yaprağı, dalı, gövdesi, sonra da kökü kurumaya yüz tutar.
Gelin bu çınarı hep birlikte yaşatmaya gayret gösterelim.
Sevgiyle kalın…