14 Mayıs’ta yapılan seçimlerde TBMM’de görev yapacak 600 vekil belirlendi; cumhurbaşkanlığı ikinci tura kaldı. 28 Mayıs’ta seçmen Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında tercih yapacak. Erdoğan seçilirse Meclis’te çoğunluğu Cumhur İttifakı kazandığından onun ve AK Parti’nin 21 yıllık iktidar dönemi beş yıl daha aynı siyasi doğrultuda, aynı görüş ve esaslar üzerinden devam edecek. Böylece halkımız sadece cumhurbaşkanlığı konusunda değil, 2018’den beri yürürlükte olan yetkilerin büyük ölçüde yürütme erkinin yani cumhurbaşkanının elinde olduğu, “kuvvetler birliği”ne dayalı şimdiki sistemin devamı hususunda da bir tercih yapacak. Başka bir ifadeyle 28 Mayıs’ta seçimin yanı sıra bir de referandum yapılmış olacak.
14 Mayıs’taki seçimleri sadece siyaset açısından değerlendirmek yanlış olur. Çünkü bu tarihte partiler ve adaylar hakkında sadece siyasi tercihler yapılmadı; toplumun içinde bulunduğu dini, mezhebi, etnik, ideolojik ve psikolojik ortam büyük ölçüde sandıklara yansıdı. Son yıllarda bu hususlarda daha önce yaşanmayan sertlikte kutuplaşmalar ortaya çıktı. Buna rağmen seçimlerde tatsız olaylar yaşanmaması ülkemizin huzuru açısından sevindiricidir.
Bu seçimde Türkiye’nin bekasının, bütünlüğünün ve güvenliğinin, milletimiz nezdinde ne kadar önemli olduğu bir kere daha görüldü; başka bir ifadeyle halkımızın çok büyük çoğunluğu toplumsal meselelerimize milliyetçi açıdan bakıp hükmünü veriyor, milli ve dini duygularının etkisi altında kalıyor. Oyların dağılımına bakıldığında Sinan Oğan’ın oylarıyla birlikte yüzde yirmi beşe ulaşan milliyetçiliğin siyasi hayatımızda giderek yükselen bir değer olduğu açıkça görülebiliyor. Ama bu özelliğinin ülke yönetimine aynı nispette yansımamakta oluşu fikri, duygu ve düşüncenin siyasi hayatta temsili konusunda sorunlarının bulunduğunu gösteriyor. 80 öncesindeki dönemde bu düşüncenin siyasi temsilcisi Türkeş’in başkanı olduğu MHP, en fazla oyu 77 seçimlerinde yüzde 6,4 oranında almıştı; ama kurulan Demirel hükümetinde 11 bakan ile temsil edilecek derecede etkiliydi.
14 Mayıs seçimlerinde en başarılı isimler olarak R. Tayyip Erdoğan ve Sinan Oğan öne çıktılar. AK Parti’nin 2002 dönemindeki düzeye yüzde 35 oy oranına gerilemesine karşı Erdoğan’ın, iki ortağının MHP ve YRP’nin oylarını da toparlayarak yüzde 49,5 oy alması şahsi başarısıdır. Diğer yandan AK Parti’nin oyu 7 puan 2018 seçimlerine göre düşerken Cumhur İttifakının Meclis’te çoğunluğu sağlaması bu seçimin en büyük sürprizi sayılabilir. Bu durum altı partiden oluşan Millet ittifakının dört partisinin dış görüntülerinin aksine toplumsal desteği olmayan tabela partileri olduğunu ortaya koydu. Buna rağmen gösterdikleri kırka yakın isim CHP listelerinden Meclis’e girdi. Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde genel başkanlarının CB yardımcısı olacakları açıklandı. Bu dört partinin zayıf olan teşkilatları da “nasıl olsa bizimkiler CHP listesinden seçilecekler" deyip seyirci kaldılar. Aslında kendi logolarıyla seçime girselerdi hem teşkilatlarını çalışmaya mecbur eder hem de CHP yönetimi bünyesinden oy getirebilecek isimleri aday yaparak biraz daha fazla oy alabilirlerdi. Davutoğlu ve Babacan AKP içerisinde itibarları ve etkileri varken Erdoğan ile ters düşmeyi göze alamadılar; kenara itilmelerine rağmen iki yıl kadar susup beklediler. 2017’de Meclis’te görüşülen bu ucube başkanlık sistemine itiraz etmeyerek çok şey kaybettiler. Onların bugünkü hali siyasette kaçırılan bir trenin arkasından koşarak yakalamanın mümkün olmadığını gösteren dramatik bir durumdur. Önümüzdeki on gün zarfında güçleri neyse ortaya koyup sahaya inip çalışmaları, vatandaşla göz göze gelerek ikna etmeye çalışmaları kendileri açısından etik bir mecburiyettir.
Erdoğan bu seçimlere gidilirken halkın yükselen enflasyonun etkisiyle başta gıda fiyatları olmak üzere her şeyin fiyatının hızla arttığını, halkın geçim sıkıntısından çok şikâyetçi olduğunu görüyordu. Ekonomide bütün göstergeler olumsuz görünüyordu. Geçen yılki dış ticaret açığı 110 milyar dolarla son yirmi beş yılın rekor düzeyine yükselmişti. MB’nın döviz rezervleri döviz fiyatlarını frenlemek amacıyla tüketilmişti. Bütün gelişmiş, uygulanmakta olan faiz silahını kullanarak enflasyon tehlikesini önlemeye yönelik sistemi “faiz NAS”tır diyerek reddettik Sekiz yıldır kendimize özgü “heteredoks” denilen bir sistem uyguluyoruz. Bakan Nebati’nin açıklamasına göre faizler bu sayede olabildiğince düşürülecek, girişimciler düşük faizle kredi alarak üretimi artıracaklar, işçi ücretleri de düşük olduğundan ihracat patlama yapacak, enflasyon kendiliğinden düşecek, refah artacaktı. Çin böyle yapıp başarmıştı, biz de yapabiliriz diye düşünülüyordu. Ancak varsayımlar piyasa kurallarıyla örtüşmediğinden hesaplar tutmadı. İhtiyacı olan nakit parayı uluslararası borsalardan temin edebilmek için iki ay önce dolar üzerinden çıkarılan tahvilleri yüzde 9,5 faizle satabildi. Yabancı sermaye maalesef artık gelmiyor. İstanbul borsasında yüzde 65’in üzerine çıkmış bulunan yabancıların hissesi artık dibe vurmuş durumda. Hukuki güvence ve ekonomik ortamı yeterli görmediklerinden yatırım yapmak istemiyorlar. Osmanlı Düyun-u Umumiye döneminde bankerlerden yüzde 4,5 faizle para alabiliyordu. Nas diye kesin şekilde karşı olunan faiz ödemeleri için 2023 bütçesinde mecburen 200 milyar civarında para ayrıldı.
Seçimler arifesinde ülkemizde iktidarlar genellikle seçim ekonomisi izlemeye, bütçe imkânlarını aşan harcamalar yaparak seçmeni mutlu etmeye çalışırlar. Fakat hiçbir dönemde bu yılki kadar “bol kepçe” harcaması yapılmamış, kaynağı bütçede bulunmayan ücret ve maaş artışlarına yönelinmemiştir. Bütçe açığı bu harcamalarla daha şimdiden 320 milyarı buldu. Popülist politikalar konusunda muhalefetin tavrı iktidarınkiyle örtüşüyor. Taraflar seçim sonrasında ekonomik sorunların nerelere tırmanacağını düşünmeden özellikle son bir aydır vaat yarışı yapıyorlar.
Seçim sürecine girilirken Erdoğan kendisi ve partisi bakımından mevcut şartları ve özellikle toplumun hassasiyetlerini, değerlerini dikkate alan bir strateji belirledi. Propaganda dönemindeki konuşmalarında ekonomik sorunlara olabildiğince az yer verildi. Muhafazakâr ve milliyetçi seçmenin hassas olduğu milli ve dini değerler, ülkenin bekası ve bütünlüğü, savunma sanayinde yapılanlar sürekli anlatıldı. Muhalefetin PKK ile iltisaklı olduğu, Kandil’den destek aldığı sıkça ifade edildi. “Milletim Kandil’den desteklenenlere iktidarı vermez, biz Kandil’den talimat almıyoruz" denildi. Kılıçdaroğlu’nun yanlışlıkla seccadeye basması itikadi zaafı olarak nitelendirildi, seçilirse Diyanet İşleri Başkanlığını kapatacağı iddia edildi. Muhalefet sözcüleri ve Kılıçdaroğlu bu sözlerin ne kadar etkili olacağını kavrayamadı. Aynı tonda cevap verilmediğinden toplum kesimlerinde kuşkular uyandı; iktidarın istediği de zaten buydu.
Kılıçdaroğlu'nun 28 Mayıs’ta bu toplumsal psikolojiyi değiştirmek, oy farkını kapatabilmek için milliyetçi tona ağırlık veren mesajlar vereceği anlaşılıyor. Bugün Sinan Oğan ve Ümit Özdağ ile yapacağı görüşmeden ne sonuç çıkacak bilemeyiz. Sandığa çoğu kişi oyunu vermeye müstahak aday ve parti görmediğinden gelmedi; altılı masadaki partilerin kalan sayılı günlerde bunları ikna edebilmek için evvela kendilerinin motive olmaları, heyecan duymaları, başaracaklarına inanmaları gerekiyor; neleri ve nasıl konuşacaklarını doğru belirleyerek acilen olabildiğince çok sayıda vatandaşa ulaşmaya çalışmalıdırlar.
Emperyalist güçlere ve taşeronlarına karşı Milli bağımsızlığımızı kazanmamızı sağlayan Milli Mücadele’nin lideri ve Başkomutanı Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının yıl dönümünde, O'nu, asker ve sivil mücadele arkadaşlarını bir kere daha kalbi duygularla hürmetle, şükranla, rahmetle selamlıyorum. Ruhları şad olsun.
Biraz sonra cuma namazına gideceğim. Umarım Diyanet hazırladığı hutbe metninde bu milli günü anmayı unutmaz.
Not: Bu yazı yazarımız tarafında 19 Mayıs'ta kaleme alındı.