Birkaç gün önce bazı gazetelerde Kemal Derviş’in vefat haberini okuyunca bir anda zihnimde iki binli yılların başında yaşadığımız karanlık tablo canlandı. Bülent Ecevit’in başkanlığında kurulan 59. Hükûmet önceki dönemlerden devraldığı ekonomik ve finansal sorunlara çözüm ararken, 17 Ağustos depreminin etkisiyle sıkıntılar daha da artmıştı. IMF ile yapılan görüşmelerde dış kaynak ihtiyacımızı karşılama yönünde bir anlaşma sağlanamıyor, enflasyon yükseliyor, paramız hızla değer kaybediyordu. Bunlar yetmezmiş gibi 19 Şubat 2001’deki MGK toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Ecevit arasında başlayan tartışma sırasında benzeri görülmeyen bir skandal yaşanıyor, Sezer önündeki anayasa kitapçığını “al da oku” diyerek Ecevit’in önüne fırlatıyor, Başbakan ne söyleyeceğini bilmeden susarken yardımcısı Hüsamettin Özkan Sezer’e “nankör kedi seni bu makama biz seçtirdik” diyerek hakaret oluşturan ağır bir karşılık veriyordu. Toplantı doğal olarak dağılıyor, Ecevit kapıda bekleyen gazetecilere “bu bir devlet krizidir” diyerek içeride olanları anlatıyor, bunların sorumlusunun CB Sezer olduğunu ifade ediyordu.
Olay kamuoyuna anında yansıdı ve Türkiye ekonomisi bir anda vurgun yemiş gibi sarsıldı. Bankalara nakit akışı kesildi, ödemeler dengesi sıkıntıya girince bankalar arası gecelik faiz 6500’e fırladı. TCMB piyasaya beş milyar dolar sürerek durumu frenlemeye çalıştıysa da başarılı olamadı; hiperenflasyon sürecine girdik. Başkentte hükümeti protesto eden yürüyüşler yapılıyor, bir vatandaş Başbakanlık kapısına elindeki yazarkasayı fırlatarak tepkisini ifade ediyordu. Herkes şaşkın ve çaresiz durumda gelişmeleri izliyordu.
Bunlar yaşanırken çıkış yolu arayan Başbakan Ecevit’e bazı yakınları Dünya Bankası yönetiminde Başkan yardımcısı sıfatıyla görev yapan, sosyal demokrat kimliğiyle bilinen, tanıdığı bir ismi, Kemal Derviş’i hatırlattılar. Ecevit telefonla görüştüğü Derviş’i Türkiye’nin kendisine acilen ihtiyacı olduğunu belirterek Ankara’ya davet etti. Kemal Derviş davete icabet ederek geldi ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla tam yetkili olarak göreve başladı.
Birçokları (ben de dahil) niteliklerini bilmedikleri bu ismin aniden ortaya çıkmasını yadırgamış hatta kuşkulanmıştı. Derviş’in en büyük şansı önemli ekonomik kurumların başında Faik Öztrak, Süreyya Serdengeçti, Engin Akçakoca gibi konularını bilen, iyi eğitim almış insanların bulunması ve Sümer Oral’ın Maliye Bakanı olmasıydı. Birlikte çok uyumlu bir ekip oluşturdular ve vakit geçirmeden oturup “Güçlü Ekonomiye Geçiş” adıyla radikal bir yapısal reform planı hazırladılar. Ecevit ve koalisyon ortaklarının desteğiyle Meclis’ten altı ay zarfında on beşe yakın kanun çıktı. Derviş IMF ve Dünya Bankası yetkilileriyle görüşmeler yaptı. Bu çevrelerde itibarı olduğundan bazı isteklerini yumuşatmalarını sağladı; böylece IMF ile 17. stand-by anlaşması imzalandı. Yüzde üç gibi düşük bir faizle IMF’den ve Dünya Bankası’ndan 25 milyar civarında kredi temin edildi (Geçen ay ihtiyacımız olan parayı almak maksadıyla Londra borsasında dolar üzerinde satışa sunduğumuz devlet tahvilinin faizi yüzde 9.2’ydi. Maalesef daha düşük faizle para bulamıyoruz. Yunanistan ise yüzde üç civarında faizle borç alıyor.)
Reformlar hızla hayata geçirildi. MB özerklik kazandı, hükümetlerin dilediklerinde para temin ettikleri bir kaynak olmaktan çıkarıldı. Görevi “piyasada istikrar sağlamak” diye tanımlandı. Bankanın başına Serdengeçti’nin ardından Durmuş Yılmaz ve Erdem Başçı gibi işini çok iyi yapan isimler getirildi. Onların dönemlerinde ABD’den mülakat yapılarak seçilen doktorasını yapmış çok sayıda kariyerli uzmanla bankanın alt yapısı güçlendirildi. Yönetimin kararlarını bu uzmanların yaptıkları tespit ve analizleri dikkate alarak, siyasi etkilerden uzak kalarak vermesi sonucunda bankanın uluslararası finansal çevrelerde itibarı yükseldi ve Erdem Başçı’ya yılın en başarılı MB başkanı ödülü verildi.
İki bin yılında Türkiye’de 81 faal banka vardı. Bunların birçoğunun sahipleri toplanan mevduatı kendi şirketlerine kaynak olarak kullanıyordu. 27 banka iflas etti, banka sayısı 49’a düşürüldü. Sektör yetkileri artırılan BDDK’nın gözetimi altında ekonomik istikrara katkı yapacak hale getirildi. Dövizde fiyatların arz ve talebe göre belirlendiği serbest kur sistemine geçildi. TMSF devreye sokuldu. Bu hızlı uygulamaların etkisi derhal sonuç verdi. Yüzde yetmişin üzerine çıkan enflasyon önce elliye ardından yüzde 24’e düştü. Mali disiplinin ve bütçede dengenin sağlanması sonucu piyasalara güven geldi, ihracat ve üretim arttı. Kriz döneminde çekilmiş olan yabacı sermaye gelmeye borsaya girmeye, ihraç edilen devlet tahvil ve bonolarını almaya başladı.
İki bin yılında eksi altı küçülen ekonomi sonraki üç yılda yüzde üç ve beş civarında büyüdü. Böylece 2002 Kasım ayında Ak Parti iktidara geldiği sırada iki yıl önce dibe vurmuş olan Türkiye ekonomisi artık yükseliş dönemine geçmiş bulunuyordu.
Ekonomi toparlanırken Başbakan Ecevit’in sağlığı bozuldu. Önce hastanede ardından evinde tedavi edilmeye başlandı. Görevini yapamaz duruma gelince hem partisi içerisinde hem de ülke siyasetinde çalkantılı bir dönem başladı. Ecevit’in evlat muhabbetiyle sevdiği güvendiği Hüsamettin Özkan ile daha ziyade eşinin etkisiyle araları açıldı. DSP bölündü. Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Özkan ve Derviş yetmişe yakın partili milletvekilinin desteğiyle yeni bir parti kurma girişimi başlattılar. Ancak Kemal Derviş bir süre sonra kararını değiştirdi, arkadaşlarına CHP’ye katılmalarının daha doğru olacağını söyledi. İsmail Cem yoluna devam ederken Özkan politikadan çekildi; İstanbul’a döndü. Kemal Derviş katıldığı CHP’de 2002 seçimlerinde milletvekili oldu. Fakat siyasette aradığını bulamayınca 2005’te vekillikten istifa ederek üst düzeyde bir görevle tekrar Dünya Bankası’na döndü.
AK Parti IMF ile yapılan anlaşmanın hükümlerine beş yıl boyunca aynen uydu. IMF yetkilileri de zaten her ay ülkemize gelerek uygulamaları yakından izliyorlardı. Bu yıllarda bir yandan finansal ve ekonomik/mali kriterlere uyulduğundan diğer yandan küresel ekonomik ortam lehimize olduğundan Türkiye’ye bol miktarda yabancı para geldi. Fakat bu para yönünü kısa vadede kazanım amacına göre belirleyen “sıcak para” diye adlandırılan cinstendi, yatırım için gelmiyordu. Nitekim 2018’den itibaren ekonomik sorunlarımız artınca geldiği gibi çıkmaya yöneldi. İstanbul borsasında bir ara yabancıların payı yüzde yetmişe yaklaşırken günümüzde dibe vurmuş görünüyor. Tahvillerimizi de çok yüksek faiz vermemiz karşılığında satabiliyoruz. Türkiye ekonomisinde son yirmi yılda adeta mevsimsel değişiklikler yaşadı. İlkbahar ayları gibi ortamın aydınlık, insanlarımızın yarınlarından umutlu, refahı artıran bereketli yağmurları yağdığı, sıkıntılarımızı süpürüp attığımız yıllarımız da oldu. Zemheri kışı gibi piyasaların donmağa yüz tuttuğu, karamsarlığın etrafı siyah bir bulut gibi sardığı, küçük bir azınlık refah içerisinde yaşarken halkın giderek yoksullaştığı, işsizliğin arttığı, en kaliteli genç beyinlerin yurt dışına çıkmaya yöneldiği dönemimiz de oldu. En önemli kurumlarımızın liyakat yerine sadakate, siyasal renge ve referansa göre tercih edilen isimlerin elinde vasatlığa saplanıp kaldığını da görüp yaşadık. Aslında bu farklılıkları doğrudan kendi kararlarımızla kendimiz hazırladık. Dolayısıyla geleceğimizin kış mı bahar mı olacağını başkaları değil yapacağımız tercihlerle kendimiz belirleyeceğiz.
Kemal Derviş’in isminden ilk anda tedirgin olanlar arasında ben de vardım ama yaptıklarının olumlu sonuçları kısa zamanda ortaya çıkınca yanıldığımı gördüm. Belli isimlerle ekip halinde çalıştılar. Çıkmaza girmek üzere olan ülke ekonomisine nefes aldırdılar, adeta entübe aşamasına gelen hastayı yoğun bakımdan çıkardılar. Onu ve ekibini şükranla ve takdirle anıyorum. Kemal Derviş’e Rabbimden rahmet diliyorum ruhu şad olsun.