Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Türkiye'de Din Anlayışı-1

İnsan,”oluş” halindeki bir varlıktır. İlk hücrelerin teşekkülüyle birlikte başlayan bu sürecin ilk aşaması, insanın son nefesini vermesiyle birlikte tamamlanmış olur. İnsanoğlu, değişmeyi farketmese bile, hem fizyolojik, hem de psikolojik yönden sürekli yenilenir, tazelenir. Her insan, her an yeni bir insandır. Bu durum, insanoğlunun “kendini gerçekleştirmesi”ne imkan sağlamaktadır. İnsanın yaratılış amacı, ömür denilen kısa zaman diliminde, toplum içinde, kendini gerçekleştirmedir. Bu bağlamda din, insan için, insanın kendini gerçekleştirebilmesi için bir “araç” niteliği taşımaktadır.

”Oluş” halindeki bireylerden oluşan toplum da, doğal olarak sürekli değişen bir toplum olacaktır. Tıpkı akıp giden nehirler gibi, toplum da sürekli değişmektedir. Buna bağlı olarak, insanî olan her şey de, bu değişimden hissesine düşen payı almaktadır. İnsanın ürettiği kültür ve medeniyet değişmektedir; siyasal yapı değişmektedir; değerler alanı bile değişmektedir. Ancak, değişimin fark edilmesi, sürecin çok yavaş, ya da çok hızlı işlediği dönemlerde, bir hayli güçleşmektedir. Din olgusu, çift yönlü olarak bu değişim sürecinin içindedir. Hem değişim sürecini etkilemekte, hatta zaman zaman onun istikametini belirlemektedir; hem de, değişimden etkilenmektedir. İnsanlık, 21. asra, baş döndürücü hıza ulaşan bir sosyal değişme olgusunun oluşturduğu yoğun bir çekim alanının etkisinde girmektedir. Çözülmeler ve yeniden yapılanmalar, adeta takip edilemez hale gelmiştir. Öyle ki, eskiden üç yüz yılda, dört yüz yılda ortaya çıkan değişmeler, şimdi üç yılda, dört yılda gerçekleşmektedir.

"Günümüzde tarih sona ermemiş ama sıkıştırılmıştır. Geçmişte tarihî dönemler arasında bulunan belirli aralıklar insanlara tarihî gelişmeleri rahatça anlamalarına imkân veriyordu. Oysa günümüzde birbiri üzerine tamamlanmadan binen tarihî olaylar, perspektifimizi yoğunlaştırıyor ve tarihî olayları algılama duygularımızı şaşırtıyor. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, şu anda algılamaya başladığımız dünyadan çok daha farklı bir dünyada yaşadığımızı söyleyebiliriz. Zihnimiz bu yeni gerçeği algıladığı zaman, dünya belki de bugünden düşünemeyeceğimiz kadar değişmiş olacak" (Z. Brzezinski, Kontrolden Çıkmış Dünya, çev. Haluk Menemencioğlu, İst. 1996, VII-VIII). Bilim ve teknoloji alanındaki göz kamaştırıcı başarılar, iletişim imkanlarının artması, hızlı kültür değişimi, insanlığı yeni arayışların eşiğine getirmiştir. Ulaşılan bilgi birikimi, daha önceleri hayal bile edilemeyecek noktadadır. Eğer ne aradığımızı biliyorsak, istediğimiz bilgiye ulaşmak artık çok kolaydır. Bilgi, ayakta kalmak isteyen bütün toplumlar, yeniden yapılanmak durumundaki bütün kurum ve kuruluşlar için hayatî önem taşımaktadır. Süreklilik kazanan değişim rüzgarlarından zarar görmemek, hatta en iyi şekilde ondan yararlanmak, ancak doğru bilgi ile mümkün olabilir.

Artık, birey ve toplum planında ”doğru bilgi”nin en önemli güç kaynağı olduğunu görmeden ve bunun gereklerini yerine getirmeden ayakta kalmak, doğrusu biraz zordur. Ancak, insanoğlunun bugün geldiği nokta, bir bütün olarak bilim ve teknolojinin, hatta uygarlığın yeniden sorgulanması gerektiğini düşündürmektedir. Değerler alanındaki erime, insanlığın geleceği hakkında kafa yoran düşünürleri ciddi bir biçimde kaygılandırmaktadır. Çünkü değerler alanını devre dışı bıraktığımız zaman, insan, hırsla bulduğu her şeyi tüketen, yok eden bir varlık haline gelmektedir. Değerlerden yoksun kalan insanoğlu, sadece birey olarak kendisini yok etmekle kalmaz, aynı zamanda insan neslini, hatta bütün hayat belirtilerini bile yok edebilir. Nükleer silahlar ve modern teknolojinin ürettiği çevre sorunları, insanlığın geleceğinin nasıl olabileceği hakkında bizlere bir fikir verebilir. Ünlü tarihçi Toynbee’nin uyarılarına kulak vermekte fayda vardır: “İnsan yapısı kötülüklerimiz öze dönüklükten (ben merkezcilikten) kaynaklanan hırsımızın ve saldırganlığımızın sonucu olmuştur. Bu nedenle kötülüklerin çaresi ben merkezciliğin giderilmesinde bulunur. Deneyimler bize bunun güç ve sancılı bir iş olduğunu gösteriyor; fakat yine deneyimler bize bazı insanların bu amacı gerçekleştirdiklerini söylüyor, kuşkusuz tamamen olmasa da onların verdiği örnekten esinlenen diğer insanların davranışlarında devrimsel değişikliler yapmaya yetecek kadar. Ben merkezciliğe hükmedebilmek bazı azizler tarafından bu şekilde devrimsel bir ölçüde olgunluğa yaklaştırılabilmişse, herhalde bütün insanlar tarafından da bir dereceye kadar gerçekleştirilebilir. Azizler de insandır ve onların yapabildikleri biz geriye kalanların yeteneklerinin tamamen üstünde olmasa gerektir.

“Günümüzde insanın geleceğine yönelik tehdidin insanoğlundan gelmesi utanç vericidir. Eğer ben merkezciliğimizi egemenlik altına almak için ruhsal bir çaba harcadığımız halde gücümüz olmasına karşın kendimizi kurtarabilmeyi başaramazsak bu daha da utanç verici olur. Durumun utanç vericiliği bizi çaba göstermeye özendirmeli ve başarı gösterme gücümüz olduğunu bilmemiz, gerekeni yapmak için umut, cesaret ve enerji vermelidir. “İnsanın kontrolü dışındaki güç veya kuvvetler tarafından bozulmak tehlikesi felç edicidir; çünkü bozulmanın insan eylemleriyle önlenebilmesi için hiçbir umut bırakmaz. Ancak bu nedenle, böyle bir olasılık karşısında pasif boyun eğme moral bozucu olmaz, çünkü bir insanın önleme gücüne sahip olmadığı bir şeye kendini bırakması utanç verici değildir. Buna karşın gücümüz yettiği ve harcama isteği gösterdiğimiz takdirde bizi kurtaracağı açık olan bir çabayı göstermeyi reddederek zarar görmemize izin vermemiz utandırıcı ve bu nedenle moral bozucudur. Böyle durumlarda hareketsiz kalmak intihar demek olur”.(A. Toynbee- D. Ikada, Yaşamı Seçin, çev. Umut Arık, Ankara 1992, 63-64). Toynbee’nin bu tespitleri üzerinde biraz durmakta yarar olduğunu düşünüyoruz. Her şeyden önce, insanın geleceğine yönelik en önemli tehdidin insanoğlundan kaynaklandığı, tartışılamayacak kadar açıktır. İnsanlar, birey ve toplum planında daha çok güç sahibi olabilmek için, ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Teknoloji, daha çok güç ve nüfuz sahibi olmak isteyenlerin işini büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Modern teknolojiye sahip olmak, güçlü olmakla eş anlama gelmektedir. Teknolojiye karşı çıkmak, önemini görmezlikten gelmek mümkün değildir. Ancak, üç önemli hususun altının çizilmesi gerekmektedir: Birincisi, insanın teknolojiye bu kadar bağımlı olması, insanın doğa ile irtibatının kaybolmasına, insanın varlık bütünlüğünü yitirmesine yol açmaktadır. Hayatın anlamını kavramak zorlaşmaktadır. Araç olan bilim ve teknoloji amaç haline dönüşmekte; insan, kendi yarattığı teknolojinin esiri haline gelmektedir. İkincisi, teknolojinin insan fıtratıyla ve tabiatın yasalarıyla uyum içinde olması gerektiği öncülünden hareketle, mevcut bilim ve teknoloji politikasının yeniden gözden geçirilmesi lazımdır. Aksi takdirde, teknolojiye dayalı olarak ortaya çıkan sorunlar, insanının, yaşaması için uygun olan ortamı yitirmesine sebep olacaktır. Daha sıcak, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirmesine katkıda bulunacak, çevre dostu bir teknolojiye ihtiyaç vardır. Üçüncüsü, teknolojinin sağladığı güç, insanlığın geleceği açısından bir tehdit olmaktan bir şekilde çıkarılmalıdır. Bu ise, ancak, değerler alanında sağlıklı bir yapılanmasının gerçekleşmesiyle ve insanların bilinçli olarak değerleri içine sindirmesiyle mümkün olabilecek bir husustur.

 

Devamı gelecek hafta,