Sevgili Gençler,
(Sizlere 18 Mart ruhunu nasıl anlatabilirim diye günlerce kafa yorarak yazmış olduğum bir metin bu, ona göre dinleyiniz.)
Üzerinden 108 sene geçmiş bir savaştan ve tarihe yazılan ölümsüz bir zaferden bahsediyoruz.
1935 yılına gelindiğinde Atatürk şöyle anlatıyor o günleri: “Uçurumun kenarında bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet…”
Gelin, bu nasıl bir uçurum kenarıdır, öncelikle ona bakalım:
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, yani 93 Harbi; 1911-12 Türk-İtalyan Savaşı, diğer adıyla Trablusgarp Savaşı; 1912-13 Balkan Harbi… Hepsinde yenilgi ve hepsinde kayıplar… 1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında 600 yıllık saltanatı geride kalmış, hasta adam denilen bir devlet; savaşın içine çekilmiş güçsüz, yorgun, bitkin bir ülke. Böyle bir uçurum kenarı.
19 Şubat 1915’te I. Dünya Savaşı’nın en kanlı sahneleri başlar Gelibolu Yarımadası’nda, Çanakkale Cephesinde. İtilaf Devletleri, Osmanlı başkenti İstanbul’u almak, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya ile aralarında güvenli bir yol açmak, Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı’yı savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacındadırlar.
Bu amaçla başlatmışlardır Çanakkale Cephesi’ndeki trajik savaşı. Tarihler 18 Mart 1915’i gösterdiğinde birleşik donanmalarıyla, en güçlü deniz saldırısını yaparlar. Ancak anlarlar ki “Çanakkale geçilmez.” O gün denizden çekilip sekiz ay da karadan saldırırlar fakat yine görürler ki “Çanakkale geçilmez.”
İşte tam 108 yıl öncesinin 18 Mart’ında kazanılan bir zaferin adıdır Çanakkale Zaferi; uçurumun kenarındaki bir ülkenin çeşitli düşmanlarla boğuşarak, toprağına kan ve can katarak yeniden vatan olma çabasının ve saygın bir ülkeye dönüşmesinin ilk adımı, ilk başarısıdır. Çanakkale, tarihe yazılan bir destan, her karış toprağı şehit ağırlayan bir kabristan ve o kabristandan doğan yepyeni bir vatandır.
9 Ocak 1916’ya kadar sürer Çanakkale Savaşları. En modern silahlarla donanmış düşmana karşı imanın, iradenin, cesaretin gücüyle vatan savunması yapılır. Conkbayırı’nda, Seddülbahir’de, Kirte, Zığındere, Kireçtepe’de, Arıburnu’nda, Anafartalar’da dünyanın en kanlı savaşlarından biri, şanlı bir zafere dönüştürülür. "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" diyen kahraman bir kumandanın, Mustafa Kemal Paşa’nın, emri kahraman askerleri tarafından yerine getirilir. Binlerce şehit, binlerce zayiat verilir. Nice Mehmed’in/Mehmetçiğin yatağı, yastığı olur Çanakkale toprakları.
O Mehmetçik ki kimi zaman 16-17 yaşında bir delikanlı, kimi zaman anlı şanlı bir subaydır. 1915’te düşman saldırıları artınca devlet mecburi askerlik yaşını 18’e düşürmüştür, gönüllü askerlik yaşını ise 17’ye. Fakat ülkedeki pek çok lise öğrencisi 15-16 yaşında -sizin yaşlarınızda sevgili gençler- gönüllü olarak savaşa gitmiş, gidenlerin birçoğu dönmediği için liselerin çoğu iki sene mezun vermemiştir. Darülfünun, bugünkü İstanbul Üniversitesi, Osmanlının ilk modern üniversitesidir, bir yıl hiç mezun vermemiştir. Sonradan Atatürk “Biz Çanakkale’de bir darülfünun/üniversite gömdük.” Diyecektir. Değişik rütbelerden bin civarında subaya ve binlerce aydına da mezar olmuştur Çanakkale. Kurtuluş Savaşı da eklenince lise ve üniversite öğrencisi ile yüksek öğrenimli onca şehidin faturasını Cumhuriyet dahi çekecektir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında okur yazar oranı yok denecek kadar azdır artık.
Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa için ayrıca anlam taşır Çanakkale Zaferi. Yarbay Mustafa Kemal; I. Dünya Savaşı başlayınca bizzat aktif görev ister; Çanakkale Cephesi’ndeki başarılarıyla albaylık rütbesine yükselmiş, imtiyaz nişanı alır ve Anafartalar Kahramanı unvanını kazanır. Mustafa Kemal’in kaderi milletin kaderiyle birleşir Çanakkale’de. Bu kader, gün gelir Kurtuluş Savaşı’nın adı olur, gün gelir Cumhuriyet’in; gün gelir bu kader, Atatürk yapar Mustafa Kemal’i.
Mustafa Kemal gibi daha nice kahramanlar dilden dile dolaşır Çanakkale’nin aynalı çarşısında. “Haydi aslanlarım, ananız sizi bugünler için doğurdu. Ben sizin önünüzden gideyim, siz benim arkamdan gelin!” diyen kahraman Yüzbaşı Şerafettin Bey… Ağır yaralandığı için köyüne gönderilen fakat “Arkadaşlarım cephede savaşırken ben burada yatamam.” diyerek izin süresi dolmadan cepheye dönen, savaş bittiğinde ise maddi yardım teklifini "Ben vatanım için savaştım, para için savaşmadım” sözleriyle reddeden Mehmet Çavuş… Rumeli Topçu Birliğinde, çalışır durumdaki tek topun mermi kaldıracı bozulunca, sağlam kalan tek arkadaşının yardımıyla 215 kiloluk mermiyi sırtına alıp namlunun ucuna süren ve üçüncü atışında Ocean gemisini vurup batmasını sağlayan Koca Seyit, Seyit Onbaşı… Takımındaki 67 askerle 3 bin İngiliz askerine on saat geçit vermeyen Ezineli Yahya Çavuş… Yahya Çavuş Şehitliği'ne yazılmış şu dörtlük ne güzel anlatır onları:
Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular
Kendisi şehadete koşarken doğan çocuğunu göremedi Yahya Çavuş ve daha niceleri. Geriye can yakıcı mektupları kaldı. Kimi ölmeden önce göndermişti son mektubunu, kimi yazıp gönderememiş, mektup cebinden çıkmıştı. Geri dönemeyeceklerini biliyorlardı, ölüme koşmuşlar, ölmeden mezara girmişlerdi. Mektupların birinde "Bana acımasınlar, bahtiyarım çünkü." yazıyordu, diğerinde "Ruhumu şâd edin yeter.", bir diğerinde ise "Yüksek sesle ağlamamanızı dilerim." yazılıydı.
Bir de kahraman kadınları vardı Çanakkale’nin, cephe gerisinde olduğu kadar cephede de yer tutan, Mehmetçikle omuz omuza vuruşan. Mücahide Hatice Hanım mesela… Cepheye katılabilmek için erkek kılığına girmişti. Nezahat Onbaşı… Gediz Cephesi’nde savaş aleyhimize dönünce bazı askerlerin geri çekilme kararını anlamış, 600 kişilik alayın önünü keserek ''Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?'' demiş ve sözlerinin tesiriyle Gediz Cephesi geri alınmıştı. Zeynep Mido Çavuş, Kosova’daki ailesini bırakıp tek başına cepheye gelmiş ve şehit düşmüştü. Safiye Hüseyin… Yiğitlerin yaralarını sarmayı yüce bir görev ve mutluluk bilmiş, gönüllü olarak hemşirelik görevi almıştı. Yara saran, çorap ören, çamaşır yıkayan, mermi taşıyan, keskin nişancı olan kadınlar ve daha niceleri, niceleri…
I. Dünya Savaşı’ndan sonra müttefik güçler (Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Yeni Zelandalı ve Avusturalyalılar) can veren askerleri adına Çanakkale’de anıtlar yaparlar. Bizim şehitlerimizi temsil edecek bir anıt yapılamamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra gündeme getirilir bu konu. Bunun üzerine Atatürk, şehitlerimiz için de görkemli bir anıtın yapılması talimatını verir fakat ölümünden çok sonralara kalır bu talimatın gerçekleşmesi. 1944 yılında projesi yapılıp 1954’te temeli atılır ve ancak 1960 yılında hizmete açılabilir Çanakkale Âbidesi.
Sevgili Gençler,
Bugün Çanakkale Şehitliği ve Şehitler Âbidesi’ni ziyaret ettiğinizde 1915’in, 1916’nın o acılı günlerini teneffüs edersiniz. Mezar taşlarının arasında gezip şehit isimlerini, yaşlarını, memleketlerini okuduğunuzda içiniz burkulur, tüyleriniz diken diken olur. Fakat unutmayınız ki o mezar taşları semboliktir; gerçek mezar değildir o mezarlar. Çünkü kim nerede şehit düşmüş belli değildir ki her birine birer mezar kazılmış olsun. Sadece ismi, yaşı, memleketi bilinenler vardır; bir de adı sanı bilinmeyen meçhul askerler.
Hepsini saygıyla yad ediyorum. Başta Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları olmak üzere bütün Çanakkale kahramanlarına ve Çanakkale’nin aziz şehitlerine selam olsun. Ve de bu vatana ömürlerini adamış bütün kahramanlarımıza, bütün şehitlerimize selam olsun. Onların aziz hatıraları önünde sonsuz bir minnetle eğiliyorum. Ruhları şad olsun.