15 Temmuz 2016, başarısız darbe girişimi ve milletin meydanları doldurmasının üzerinden bir yıl geçti. Türk milleti, kurtuluş savaşında işgalci ve sömürgeci Batı itilaf kuvvetlerine karşı gösterdiği direnişin bir benzerini, aynı güçlerle işbirliği içinde olan Cuntacı kuvvetlere karşı o gece yeniden gerçekleştirdi.
FETÖ olarak tanımlanan ve yıllarca politik kamu desteği ve mahrem istihbarat ağlarıyla güvenlik birimleri içine sızan CIA güdümlü darbeciler fazla direniş gösteremeden derdest edildi. Millet kanunlara ve yasal düzene sahip çıktığını gösterdi.
O gün bu halk direnişi için aşağıdaki satırları “Milli İradenin Aktörleri” başlığıyla yayınlamıştım. Görüleceği gibi, o yazıda, halkın darbecileri püskürtmesini bir halk devrimine benzetmiştim. Aradan bir yıl geçti. Önce o gün yazdıklarımı özetle açıklamakta yarar var. Sonra da o zamandan bu yana ne değişti? Beklenen neydi? Sonuçlar ne oldu açıklamakta yarar var.
“Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesindeki halk direnişi ile yeni bir tarih başlattı. Halk ilk defa tanklara, toplara ve kurşunlara direnerek demokrasi ve milli irade mücadelesi verdi. Türkiye ve dünya tarihinde benzer bir olayın örneği yoktur.
Darbeye halkın gösterdiği direnişi aslında Türkiye tarihi açısından bir devrim olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü kanunlara, amirlere ve yasal olarak yetkili mercilere karşı çıkan bir cuntacı grubun devleti ele geçirmesini halk engelledi ve halk iki gün boyunca meydanlara ve kamu kuruluşlarına kesinlikle hâkim oldu.
Darbe küresel güçlerce desteklenen ve batıni ekzotik dini propaganda ile örgütlenen, Gülenciler tarafından düzenlenmiştir. Darbeciler halkın direnişi ile durduruldu. Darbecilere karşı iktidar ve muhalefet ortak tepki gösterdi. Halkın darbeye direnmesi önemli bir sosyolojik olgudur.
Darbeci subayların örgütsel gücüne rağmen, milli egemenliği kanunlara bağlılıkta gören subayların varolduğu ve bu subayların, darbecileri engellediği anlaşılmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve muhalefet partilerinin tutumu, direnişi ve halkı meydanlara çağırması darbeyi durduran bir faktör olmuştur.
İmamların selalarla halkı rejime sahip çıkmaya çağırması, darbecileri başarısız kılmıştır.
Sosyal medyanın başarılı kullanımı, halkın meydanları doldurmasını ve darbecileri durdurmasını sağlamıştır.”
Yukarıda özetini verdiğim yazıda, halkın yasal düzene sahip çıkmasına vurgu yapmış bulunmaktayım. Çünkü darbe girişimleri ve darbeler; modern çağda genellikle yasayı, kanunu veya şerii düzeni korumakla görevli olan güvenlik birimleri tarafından gerçekleştirilir. Kanunları veya şer’i düzeni korumakla görevli olan subayların bu kanunları çiğneyerek iktidarı ele geçirmesi bilindiği gibi; gasptır, hukuksuzluktur. Bu bakımdan halkın darbeye karşı çıkmasını, öncelikle hukuka ve yasal düzene bağlılık ve millet iradesine aidiyet olarak değerlendirmek gerekir.
Yeri gelmişken şunu ifade edeyim ki, bir milleti ayakta tutan, birbirine bağlayan ve bir güç haline getiren en önemli bağlardan birisi, milletin üzerinde uzlaştığı ve kendisine göre örgütlendiği yasal yani anayasal düzendir. Milliyetçilik ise kanun hakimiyetine duyulan güvenin ideolojisidir. Millet ise, yasal düzene göre örgütlenmiş olan bir toplumdur. Yasayı çiğnemek, millete ihanet etmektir. Milli değerlerden sapmaktır.
Bu açıdan konuya baktığımızda, Türk milleti, Cumhuriyetin üzerine kurulu olduğu anayasal düzen çerçevesinde hayattaki duruşunu muhafaza eden bütün Türk vatandaşlarını kapsar.
Milli egemenliğin varlığı, halkın yasal düzeni güç kullanarak gasp etmek isteyenlere engel olmasıyla somutlaşır. Bu açıdan 15 Temmuz gerçek manada milli egemenliğin gerçekleştiğine işaret etmektedir. Halkın millet egemenliğini canı pahasına korumaya çalışması, hiçbir zümre, grup ve parti faaliyetiyle özdeş tutulamaz. Bütün millete ait olan bir bilincin; zümre, grup, parti veya cemaat faaliyetiyle özdeşleştirilmesi, milli egemenliğe, bilince ve anayasal düzene zarar verir. Bu değerlere duyulan güveni zedeler.
Üzerinden bir yıl geçmiş olan bu başarılı halk direnişinden sonra, Türkiye’de neler oldu? Halkın emeklerine saygı duyuldu mu? Yasal düzen halkın mücadele azmine bağlı olarak işledi mi? vb. soruları ayrıntılı olarak tartışmak gerekir. Konu hakkında muhalefetin söylediklerini bir yana bırakalım.
Sadece hükümet yetkililerinin darbeciler ve darbecilerle bağlantısı olanların kimler olduklarının tespiti meselesinde bile ciddi yanlışlıklar yapıldığına dair açıklamalar duyduk, dinledik. Darbecilerin kim oldukları konusunda, “Sapla saman karıştırılıyor” ifadesi hükümet yetkilileri tarafından kaç kere tekrarlandı bilmiyorum. FETÖ ile mücadele konusunda Cumhurbaşkanı’nın yalnız bırakıldığını birçok köşe yazarı yazdı. Hükümet yanlısı ve darbe karşıtı köşe yazarlarının kendi aralarında içeriğini tam olarak bilmediğimiz birçok konuda tartıştıklarına, ağır ithamlarda bulunduklarına şahit olduk. Benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu örneklerin halk arasındaki izdüşümleri ise çok daha korkunç olabiliyor. Yerel düzeyde bunlara şahit olduk. Herkes kendi dışındaki insanları yalancı olmakla suçluyor. Kimin yalan söylemediğini saptamak zorlaşıyor. Bir güvensiz ortam bu uygulamalar ve söylemlerle inşa edildi.
Kimlerin FETÖ üyesi, bağlısı ve yandaşı olduğu, çoğu kere birbirine karıştırıldı. Olağanüstü hal yasalarını uygulamakla doğrudan görevli olan bürokratların bir kısmının FETÖ üyesi olduğu daha sonra anlaşıldı. Bu durumdaki bürokratların, FETÖ üyesidir diye görevden uzaklaştırdıkları memurların durumu ise, belirsizliği daha da arttırdı.
Karmaşa mahkeme salonlarına kadar uzandı. O meşum gecede herkesin gözü önünde, halkın üstüne kurşun sıkanlar ve darbe emrini verenler yaptıklarını inkar ediyorlar. Herkesin acı bir şekilde yaşadığı acıları ve belirsizlikleri bir film senaryosuna benzeterek kendilerini aklamaya çalışıyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir konuşmasında dile getirdiği gibi, inkar meselesi darbe girişiminin üstünü örtme boyutlarına ulaştı. İnşa edilen belirsizlik ortamı, ölümleri ve darbe girişimini aktörsüz ve failsiz bırakma boyutlarına vardı. İnkarlar, savunma ve aklama mekanizması olarak kamuoyunda dolaşıma girdi. Yalan söyleme, yalan uydurma ve yalancılıkla suçlama furyası, inkarlar ve fitneyi çoğaltma amaçlı bazı memur tasfiyeleri, halkın o muhteşem direnişini neredeyse gölgeleyecek boyutlara ulaştı.
15 Temmuz 2016’da Türk vatandaşları millet olduklarını göstermişlerdi. Ama aradan bir yıl geçti. Milletin duruşuna her zaman olduğu gibi, yazarların, politik çevrelerin, medyanın, karar organlarının ve bürokratların beklenen saygıyı ve hürmeti göstermediler. Yukarıda belirtildiği gibi, konu hürmete layık bir olgu olmaktan neredeyse çıkarıldı. Gerçeklik temsillere ve metaforlara boğdurulacak biçimde buharlaştırılmaya çalışıldı.
Darbe girişimi üzerinden bir yıl geçti. Bir yıl sonra yaşadıklarımızı maddeleştirerek açıklarsak şunları söyleyebiliriz. İlkin 15 Temmuz milli mukavemet hareketi, Türkiye tarihinde bu sözünü ettiğim, çarpıtma girişimlerine, yanlışlıklara, inkarlara, simülasyonlara rağmen bir dönüm noktası olarak kalacaktır. Çünkü darbe ile iktidarı ele geçirmeye hiçbir grup, cemaat yada parti bundan sonra cesaret edemeyecektir. İktidar olmanın yolunun halkı ikna etmekten geçtiğini herkes öğrendi. Bu önemli bir kazanımdır.
İkinci olarak, darbeler, darbe girişimleri ve halk isyanı veya gösterilerinden sonra toplum ciddi bir travma içine girer. Dünyanın birçok ülkesinde bu duruma çok sayıda örnek verilebilir. Bu içtimai bunalım, kaygı ve heyecan, genellikle iç savaşlara neden olur ve toplumu birbirine yabancılaştırır. Nefret her tarafı sarar. Taassup yaygınlaşır. Yandaşlık halkı şiddete yönlendirir. Kimse kimseye güvenmez. Belirsizlik iç savaşı körükler.
Komşu ülkelerimiz hala bu süreci acı bir şekilde yaşıyor. Acımasız katliamlara düçar kalıyor. Türkiye bu korkuyu ve kaygıyı atlatmıştır. Kışkırtmalar çok oldu. Ama hiçbiri başarılı olmadı. Halk barışı, güveni, rızalığı ve sabrı seçti. Emperyal güdümlü Mütaassıp, fanatik ve kapalı cemaatlere, gruplara ve örgütlere kanmadı. Bütün sorunları yasal düzene ve yargıya emanet etmiş bulunmaktadır. Türk halkının bu tutumu, bu devirde fevkalade önemli bir meziyet olarak tarihe geçecektir. Suçlu ile suçsuzun karıştırıldığı bir kamu düzeninde halkın, sabretmesi, kışkırtmalara kanmaması ve gündelik işlerine yönelmesi, Türk milleti ve devletini payidar kılmaktadır.
Üçüncü olarak darbenin engellenmesinden sonra Türkiye küresel çapta baskı altına alınmaya başlandı. Türkiye’ye saldıran terör grupları açıkça desteklendi. Türkiye’de insan haklarının çiğnendiğine dair raporlar yayınlandı. Türk ekonomisinin iflasın eşiğinde olduğuna dair algılar oluşturuldu. Bu propaganda ve baskı Türk hükümetinin sinirlerini gerdi. Bu gerginlik zaman zaman ekonomi piyasalarına yansıdı. Finansal dalgalanmalar yaşadık.
Bu harici baskılar, başarısız darbe girişimi üzerine ikinci bir darbe etkisi yapma düzeyine ulaşmadı. Ama ciddi manada ülkenin geleceği ile ilgili kaygıları depreştirdi. Bu kaygılara ve baskılara rağmen, eğitim, adil ve şeffaf yargılama ve bürokratik uygulamalar hariç bir çok konuda başarılı bir yıl geçirdik. Darbenin, dış baskıların ve Müslüman ülkelerde yaşanan iç savaşların oluşturduğu kaygılar büyük oranda boşa çıkmış bulunmaktadır.
Türk ekonomisi, komşu ülkelerdeki krizlere rağmen başarılı olmuştur. Darbe girişimi ile oluşan güvensiz ortama direnmiştir. Yapay güvensizlik ortamını yenmiştir. Tüccarlar, girişimciler, yatırımcılar, mühendisler vb. ekonomi aktörlerinin tümü, hem Türkiye dahilinde hem de dünya piyasalarında ekonomik yatırımlarına ve girişimlerine devam etmiştir.
Dördüncü olarak, Türk silahlı kuvvetleri ve emniyet teşkilatı darbe girişiminden etkilenen en önemli iki kurum oldu. Ama her iki kurum da çok kısa sürede toparlandı. Yasal bürokratik teamüllerine yeniden döndüler. Yurt dışında ve yurt içinde Türk devleti ve milletinin güvenliği adına başarılı ameliyeler ve uygulamalar gerçekleştirdiler. Yaptıkları operasyonlarla güvende olduğumuza bizleri inandırdılar.
Her iki kurumun CIA güdümlü darbecilerden dolayı yaşadıkları, başlangıçta hepimizi ürküttü. Ama bu kadar kısa sürede yeniden örgütlenmeleri ve güvenlik ağlarını inşa etmeleri fevkalade önemlidir. Bu durumu, Osmanlı’nın son yıllarındaki bürokratik, siyasi ve güvenlik alanındaki bozulmalarla karşılaştırdığımızda, ne kadar başarılı ve hızlı organize olduklarını daha net görebiliriz.
Halkın darbeci propagandaya kanmadan, kardeşliğini, barışını ve huzurunu korumaya çalışması çok önemli bir erdemdir. Güvenlik bürokrasisinin kısa sürede toparlanıp caydırıcı gücünü göstermesi Türkiye’nin gücü açısından önemli bir delildir.
Girişimciler kuşkulara, baskılara ve kaygılara direndi. Yatırımlar yapmaya devam etti. Ekonominin bu tazyiklere rağmen rekabetçi gücünü koruması yeni Türkiye için önemli bir kazanımdır.
Keşke aynı başarıyı üniversitelerimizde, eğitim kurumlarımızda, yargı uygulamalarında ve politik söylemler alanında da görebilseydik. Bu üç alandaki tartışmalar, tartışmalı atamalar, kararlar ve atışmalar, 15 Temmuz’un oluşan bilincine zarar vermeye devam ediyor.
Son olarak şunu belirteyim ki, Türk milleti küresel çapta örgütlenen menfi, kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı propagandaya karşı başarılı bir direniş göstermiştir. Bu direniş sadece o meşum geceyle sınırlı değildir. Daha sonraki dönemlerde de halk, kardeşliği, girişimciliği, millet olarak birlikte yaşamayı seçmiştir. Halkın bu duruşu bir erdemdir.
Politikacıların, basının ve kamuoyu inşacılarının bu erdeme saygı duymasını umuyorum. Halk başka Türkiye yok dedi ve sahip çıktı. Halk yüce bir millet olduğunu her yönüyle kanıtladı. Umarım her kes yasaları namus bilerek halkın hukukunu korumaya devam eder.