Editörlüğünü Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu ile Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu’nun üstlendiği 16,5 X 23,5 santim ölçülerindeki 424 sayfalık eserin arka kapak yazısı:
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvablı biri,
Dinliyor vecd ile tekrar alınan tekbiri.
Ne kadar saf idi siması bu mümin neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mimarı mı, ulvî eserin.
Tâ Malazgirt Ovası’ndan yürüyen Türkoğlu,
Bu nefer miydi? derin gözleri yaşlarla dolu.
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli.
Hem büyük yurdu kuran, hem koruyan kudretimiz,
Her zaman varlığımız hem kanımız hem etimiz.
Süleymaniye'de Bayram Sabahı başlığıyla tanınmış şiirinin yukarıdaki mısralarında usta kalem Yahya Kemal Beyatlı, Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu'nun yâni Mehmetçiğin şahsında ‘an ile maziyi’ birleştirmiş, onu Türk târihinin ve Türk Milleti'nin sembolü yapmıştır. Malazgirt'i ise Anadolu'da başlayan Türk târihinin çıkış noktası olarak ele almıştır.
Malazgirt Muharebesi ve onun kahramanı Alp Arslan, mânevî kuvvetin maddî kuvvete galebesini, Türk'ün inandığı değerlerin üstünlüğünü ifâde eder. Malazgirt Muharebesi, Türk târihinde yeni bir devrin başlangıcıdır. Malazgirt Zaferi'nden sonra Türklük; yeni bir vatanda, yeni târihî şartlar altında, yeni bir hüviyet kazanır.
Merhum Ziya Gökalp için ise Alp Arslan, ezelî ve ebedî Türk ruhunun sayısız tecellilerinden biridir. Bu bağlamda başlangıç, coğrafyada değil, efsânededir ve maddede değil, ruhtadır.
Elinizdeki bu kitap, işte böylesine yüksek bir heyecanı göğüslerinde taşıyan, Sultan Alp Arslan'ın vatan olarak miras bıraktığı Anadolu'nun aşkını yüreklerinde besleyen ilmî bir heyet tarafından Alp Arslan'ın Kutlu Zaferinin 950. Yılı Hâtırâsına kaleme alınmıştır...
***
Eserin editörleri
Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu ve Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu
tarafından hazırlanan
‘Sunuş Yazısı’
Sultan Alp Arslan liderliğindeki Büyük Selçuklu Devleti ile İmparator Dördüncü. Romanos Diogenes komutasındaki Bizans İmparatorluğu arasında 26 Ağustos 1071 Cuma günü gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi, Selçukluların zaferiyle sonuçlanmış ve Bizans İmparatorluğu’nun en değer verdiği toprak parçası Anadolu’nun kapıları Müslüman Türk dünyâsına açılarak bölge kısa sürede Türk yurdu, Türk vatanı hâline gelmiştir.
Malazgirt Muharebesi sâdece Türk, İslâm ve Avrupa açısından değil, dünyâ târihi açısından da çok büyük gelişmelere sebep olan ve önemli sonuçları beraberinde getiren büyük bir mücâdeledir. Bütün askerî gücünü yitiren imparatorluğun bundan sonraki süreçte Türklere yönelik kapsamlı taarruzu bulunmazken, Avrupa doğu sınırının tehlikede olduğunu söyleyerek yaklaşık 200 yıl devam edecek Haçlı Seferleri’ni başlatmıştır. Bu sebeple üzerinden 950 yıl geçmesine rağmen muharebenin etkileri hâlâ devam emekte, önemi güçlü bir şekilde hissedilmektedir.
2021 yılı zaferin 950. yılı olması açısından önem arz etmektedir. Bu sebeple târihe, not düşmek, katkı sunmak, zaferin erişilmezliğini ve büyüklüğünü gelecek nesillere aktarabilmek, aynı zamanda uluğ Sultan Alparslan ve onun kahraman askerlerini saygı ve minnetle anmak için tarafımızdan bu eserin hazırlanmasına karar verilmiştir.
Malazgirt Zaferi’nin 950. yıldönümü armağanı olarak ‘950. Yılında Malazgirt Zaferi’ adlı çalışma Türkiye’deki saygın üniversitelerimizde görev yapan, alanında yetkin değerli akademisyenlerimizin katkıları ile hazırlanmıştır.
Bu çalışmamız elbette Malazgirt’le ilgili yazılmış ilk kitap değildir ve son da olmayacaktır. Ancak bu alandaki boşlukları doldurma noktasında mühim bir katkı sağlayacağı muhakkaktır. Bu eser ayrıca Malazgirt ile ilgili bundan sonraki yeni araştırmalara zemin oluşturması, konunun meraklılarına ve her yaştan okuyucuya çok sayıda yazar aracılığıyla hitapta bulunmasından dolayı da kıymetlidir. Eserin hazırlanmasında makaleleriyle katkı sunan değerli hocalarımıza, desteğini her zaman yanımızda hissettiğimiz Kültür Konseyi ile Başkanı Dr. Metin Eriş ve Mehmet Şadi Polat ile Gazi Altun’a, basım işlemini üstlenerek çok önemli bir hizmeti yerine getiren Erkam Matbaacılığa, kitabın hazırlanmasında yardımlarını gördüğümüz Arş. Gör. Ahmet Enes Karakaya’ya şükranlarımızı sunarız..
Prof. Dr. Birsel KÜÇÜKSİPAHİOĞLU Prof. Dr. Cevdet YAKUPOĞLU
İstanbul, Eylül 2022
Cevdet Yakupoğlu: Malazgirt Savaşı Öncesi Anadolu’ya Yapılan Türk Akınları.
Mehmet Nadir Özdemir: Sultan Alparslan’ın Suriye Seferi.
Hasan Hüseyin Adalıoğlu: Abbâsî Halifeliği’nin Malazgirt Zaferi’ne Kadar Selçuklulara Karşı Politik Tutumu.
Birsel Küçüksipahioğlu: Malazgirt Savaşı Sırasında Bizans İmparatorluğu’nun Durumu.
Ömer Faruk Uyanık: Bizans İmparatoru Dördüncü Romanos Diogenes (1068-1071)
Çerçevesinden Malazgirt Savaşı.
Sefer Solmaz: Malazgirt Zaferi Sonrası Sultan-İmparator Görüşmesi.
Namıq Musalı: Malazgirt Savaşı Sürecinde Azerbaycan’ın Stratejik Mevkii.
İbrahim Duman: Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu ve Bizans Ordularında Kullanılan Silahlar.
Selim Kaya: Malazgirt Zaferi’nin Batı Dünyasındaki Akisleri.
Sevtap Gölgesiz Karaca: Malazgirt’in Yankıları: 1095 Clermont Konsili’nde Haçlı Seferi Çağrısı.
Fâtih Durgun: Malazgirt Savaşı Papalığın Haçlı Seferi Düşüncesini Nasıl Şekillendirdi?
Refik Turan: Sultan Alparslan’ın Liderlik Özellikleri ve Yönetim Stratejisi.
Gökhan Gökmen: Ders Kitaplarında, Târihî Romanlarda, Beyaz Perdede, Tiyatroda, Edebiyatta Sultan Alp Arslan ve Malazgirt Zaferi.
Hasan Akyol: Malazgirt Zaferi Sonrası Anadolu’da Kurulan İlk Türk Beylikleri (1072-1100
Mustafa Alican: Türk Târihçiliğinde Malazgirt Algısının Gelişimi.
SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA.
Kültür Konseyi, ‘950. Yılında Malazgirt Zaferi’ isimli eseri târih kültürümüze ve kültür târihimize armağan etmekle her türlü takdirin üzerinde bir hizmeti gerçekleştirmiştir. Değişik şahısların görüşleriyle mercek altına yatırılan Malazgirt Zaferi, değişik bakış açılarıyla değerlendirilmiş, okuyucuyu tatmin eden bir başucu kitabıdır. Eserin sonunda yer alan Seçilmiş Bibliyografya bölümünde yer alan her biri 70 ayrı târihçi yazar tarafından telif edilen 90 adet eser, konu üzerinde çalışan araştırmacılar için mükemmel bir kaynak teşkil ediyor. Ayrıca makale yazarlarının yazılarına eklediği ‘Kaynakça’ başlıklı bölümde er alan kitaplar dikkate alındığında tam tekmil bir külliyat elde edilmiş olur.
Selçuklu târihi, biraz da Osmanlı târihinin gölgesinde kalmış bizim târihimizdir. Osmanlı yönetimi, Selçuklu’dan büyük dersler çıkardığı için, orada yapılan hatâları tekrarlamadığı için bütün dünyayı kıskandıracak bir ihtişama bürünmüştür.
Makalelerin hemen hepsinde, Selçukluların İslâmiyet’e hizmetleri dikkat çekiyor. Büveyhoğulları, Fâtımîler, Haçlı Seferleri; karşı konulan şer güçler olarak ön plânda yer alıyor.
Tuğrul Beğ’in vefatından sonra Halife Kaim Biemrillah’ın Selçuklu’nun otoritesini zayıflatma maksadına yönelik uygulamaları sebebiyle bozulan ilişkilerin yeniden rayına oturtulması, Abbasi İmparatorluğunun her yerinde Sultan Alparslan adına hutbe okunmasını kabul etmek mecburiyetinde kalmasının anlatıldığı sayfalar, 950. Yılında Malazgirt Zaferi isimli eseri, târihî roman hâline dönüştürüyor ve zevkle, merakla okunuyor.
Okuyucuyu sayfalara ve hattâ satırlar arasına hapseden olaylar zincirinden birinin özeti:
Tuğrul Bey’in vefatından sonra Halife, Sultan Alparslan’ın Selçuklu Devleti’nin tahtına yerleşmesine kadar geçen zaman içerisinde Irak’ta Selçuklu hâkimiyetini tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Ancak, desteklerinden faydalandığı mahallî emirler arasındaki nüfuz mücâdeleleri, Halifenin planlarını akamete uğrattı.
Alp Arslan, 1064 yılı başında kendisine muhalefet eden bütün saltanat dâvâcılarını ve rakiplerini bastırdıktan sonra Rey şehrinde Tuğrul Bey'in sarayında tahta çıktı. Devrin mevcut geleneklerine göre Alp Arslan’ın saltanatının halife tarafından tasdik edilmesi gerekiyordu. Alp Arslan’ın tahta geçmesinden sonra halifelik ile Selçuklu Devleti arasında bozulan münâsebetlerin düzeltilmesi için ilk adım, Selçuklu devlet adamları tarafından atıldı. Halifenin kızı olup, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in arzusu üzerine belki de siyasî maksatlar güdülerek evlendirilen Seyyide’yi Bağdat’taki halifelik sarayına iade etmekle başladı.
Önceki vezir Amîdülmülk el-Kündürî Sultan'ın ölümünden sonra Seyyide'nin Bağdat'a dönme isteğini reddetmiş, hatta mallarına el koymuştu. Vezir Amîdülmülk’ün azledilerek yerine Nizâmülmülk’ün tâyinini müteakip Seyyide bu defa yeni vezire mektup yazarak, babasının yanına Bağdat'a dönmesine izin verilmesini istedi. Seyyide'nin bu isteğine karşılık kendisinden özür dilenerek, bu gecikmenin eski vezir Amîdülmülk ten kaynaklandığı söylendi. Bunun üzerine, kendisine 50.000 dinar mehir verilerek Bağdat'a gönderildi.
Sultan Alp Arslan Bağdat’ta kaybolan otoriteyi yeniden kurmak için Seyyide ile birlikte, Bağdat’ta işlerin eski düzenine girmesi ve adına hutbe okutulması için elçi gönderdi. Halife, sultanın bu talebi üzerine umûmî bir kabul merâsimi tertip ederek hiçbir şart ileri sürmeden Bağdat camilerinde Alp Arslan adına hutbe okuttu. Bir müddet sonra, Kadı Abdurrahman b. Muhammed, Alp Arslan adına sikke basılmasını ve hil'at verilmesini talep etti. Bağdat’ta Alp Arslan’ın adının yazıldığı bir sikke basıldı.
Bunu müteakip halifelik tarafından Alp Arslan’ın ismini ve alâmetlerini taşıyan hil’atler imâl edildi. Alp Arslan’ın Bağdat’taki elçisi Kadı Abdurrahman’ın talebi üzerine hükümdarlık tevcihi yapıldı.
Halife, mektubunda sultana: iltifatlarda bulundu. Dünyevî selahiyetlerini sultana devrettiğini belirtti, Alp Arslan’ın oğulları Ayaz ve Melikşah’a da unvanlar tevcih edildi.
Böylece Abbasî halifesi, Selçuklu hâkimiyetini yeniden kabul ve tasdik ederek, bunu sultana bir menşurla tevdi etti. Bu anlaşma halife tarafından tek taraflı olarak bozulan, fakat başarısızlıkla neticelenen bir denemeden sonra, yeniden ve bu defa 12. asrın ilk yansında, Halife-Sultanlar mücâdelesi başlayıncaya kadar bir asra yakın yürürlükte kalacaktır.
Bu olayların akabinde Selçuklular bütün Irak’ta tekrar hâkimiyetlerini tesis etmiş oldular. Irak’ta Selçuklu hâkimiyetinin yerleştiğini gösteren birçok örnek olay vardır. Bunlardan birisi, Kadı Ebû Amr’ın bütün Arap emirlerine mektuplar göndererek, yeni sultan adına hutbe okutmalarını istemesidir. Arap emirlerinin hepsi de bu talebi kabul ederek, Büyük Selçuklu Devleti’ni, Tuğrul Bey zamanında olduğu gibi, yeniden metbû tanıdılar. Alp Arslan biraz sonra Irak'ı yeniden teşkilatlandırmak için gerekli tâyinleri yaptı. Sultan’ın Irak’ta hâkimiyetini fiilen kurmasından sonra gerek siyasî gerekse bilhassa idarî ve malî meselelerde Selçuklu Devleti ile halifelik arasında gizli ve açık çekişmeler devam etti. Bu demektir ki, Irak'ta idârî hâkimiyetin sağlanması kolay olmamıştır. Selçuklu idâresi tarafından görevlendirilmiş amid gibi sivil, şahne gibi askerî valiler zaman zaman halife veya veziri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
Alp Arslan’ın adının hutbelerde okunmasından ve paralar basılmasından sonra, Selçuklu devletini temsilen Bağdat’a gitmesi gereken meşhur Reîsü'l-Irâkeyn Ebû Ahmed Nihâvendî bizzat Bağdat'a gelmemiş, kendisini temsilen bir nâibini göndermişti. Nâib, problemlerle başa çıkmayınca Nihavendî Bağdat’a geldi, Selçuklu hükümet sarayına yerleşti.
……………….
Malazgirt Zaferi öncesi Selçuklu sultanları gerek Tuğrul Bey, gerekse Alp Arslan fethettikleri yerlerde okuttukları hutbelerde kendilerinden önce Abbasî halifesinin adını, lakap ve unvanlarını zikrettirmişlerdir. Halifelik makamına gereken azamî saygıyı göstererek, halifeliğe yeniden itibar kazandırmışlardır. Halife ile karşılaştıklarında önünde saygı ile eğilmiş ve kıymetli hediyeler göndererek ihsanda bulunmuşlardır.
Bu dönemde Halifelik ile Selçuklu idârecileri arasında gerek siyâsî, gerekse idârî ve mâlî konularda gizli veya açık bazı anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Ancak, Selçuklu idâresi tarafından Bağdat’a gönderilen vezir, amîd veya şahne gibi yüksek seviyeli memurlar saltanat hukukuna gölge düşürecek hiçbir tâvizde bulunmamışlardır. Meselâ, Selçuklu Sultanı halifenin vezirini değiştirebilecek kadar olaylara müdâhil olabiliyor; buna karşılık halife, memnun olmadığı Bağdat şahnesinin değiştirilmesini sultandan talep edebiliyordu.
Selçuklu Devleti’nin İslâm dünyasındaki hâkimiyetine paralel olarak, halifelik üzerinde de bir otorite kurulmuş, halifelik Tuğrul Bey zamanında belirlenen statü üzerine, Selçuklu Devleti’ne tâbi bir kurum olarak varlığını devam ettirmiştir. Tuğrul Bey sâyesinde, iade-i itibârı sağlanan halifenin, Sünnî-İslâm dünyasındaki saygınlığı da artmıştır. Nihâyet, iki hanedan arasında akrabalık (sıhriyet) bağları kurulmak suretiyle dostluklar pekiştirilmek istenmiştir.