1982 Anayasası darbe döneminde yapılan referandumda % 92 oranında “evet" oyuyla kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bu yüksek oy oranında uygulanmakta olan sıkıyönetim şartlarının, askeri yönetimin, siyasi yasakların büyük payı vardır. Sonraki yıllarda yüz otuzdan farklı madde değiştirilerek “darbe dönemi Anayasası” gölgesinden kurtulmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Yeni bir anayasa yapılması konusu ve buna bağlı olarak demokrasi sorunumuz hala ülke gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. Geçen hafta “altılı masa” olarak adlandırılan altı siyasi partinin yeni anayasa başlığı altında sunduğu metin, konuyu yeniden öne çıkardı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısının mevcut anayasada bazı değişiklikler yapılabileceğini ifade etmesi, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin partisinin 2019 yılında yüz maddelik yeni anayasa teklifini kamuoyuna sunduklarını belirtmesi, bu meselenin hem iktidar hem de muhalefet açısından ortak bir ihtiyaç olarak görüldüğü şeklinde yorumlanabilir. Gerçi Cemil Çiçek’in Meclis Başkanlığı döneminde yeni bir Anayasa yapılması maksadıyla on yıl önce siyasi partilerin ortak girişimiyle, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının katılımıyla çalışmalar yapıldıysa da sonuç alınamamıştı. Ama artık hedefleri ülkemizin selameti, milletimizin refahı, huzur ve mutluluğu olan, Meclis’te grubu bulunan bütün siyasi partilerimizin, demokrasi ve hukuk devleti konularındaki sıkıntılarımızı giderebilecek bir metin üzerinde anlaşarak yüz elli yıldır sürüp gelen bu tartışmalara son vermelerinin tam zamanı olduğunu düşünüyoruz. Uluslararası değerlendirilmelerde hukuk, demokrasi, bağımsız yargı konularında son sıralarda görünmesi, ülkemizin otokrasiyle yönetilen üçüncü sınıf ülkeler arasında gösterilmesi kabullenilecek bir tablo değildir. Bunu yok sayarak kendimizi kandırmak yerine bir an önce hep birlikte çıkış yolları bulmalıyız.
Ülkenin nasıl yönetileceğinin cevabı olan demokrasi ve anayasal sistem meseleleri, 18. asrın sonlarında ABD’nin kurulması ve Fransız İhtilali’yle birlikte Batı dünyasında siyasal, sosyal ve düşünce hayatının merkezine oturmuş durumda; sonraki iki asır boyunca, bu konular üzerinde sürekli tartışılarak, yapılan uygulamaların sonuçlarından yararlanılarak, temel insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki gelişmelere paralel olarak insan ve toplum hayatı için en uygun sistem bulunmaya çalışıldı. Günümüzde artık mükemmel bir anayasal sistem ve demokrasi konularında bazı temel esaslar, kısacası “olmazsa olmazlar” üzerinde mutabık kalındığı görülüyor. Bunları demokrasinin "beş vazgeçilmezi” başlığıyla şöyle sıralayabiliriz:
1) Kuvvetler ayrılığı: Bu konu farklı görüşleri savunan Montesquieu ile J.J. Rousseau’dan bu yana çok tartışıldı. Bizde 24 Anayasası’nda dönemin şartları dolaysıyla “kuvvetler Birliği" görüşüne uygun tarzda yapılmıştı. Meclis yani yasama organı daha doğrusu iktidardaki partinin Meclis Grubu üstün durumdaydı. Ancak çok partili dönemde bunun sakıncaları ortaya çıktı. 27 Mayıs darbesinin birinci sebebi çoğunluğu elinde bulunduran DP iktidarının mevcut anayasaya uygun, dolayısıyla yasal ama hukuka aykırı adımlar atmasıdır; bunun sonucu oluşan siyasi gerginliktir, kutuplaşmadır. 61 ve 82 Anayasalarında yasama, yürütme ve yargının yetkileri açıkça belirtildi, kuvvetler ayrılığı sistemi tercih edildi; uzlaşmazlık durumunda yargının hakemlik işlevi yapması benimsendi.
2) Yargının bağımsız ve tarafsız olması, hâkimlerin coğrafi teminatlarının bulunması, denge-fren işlevi yapabilmesi isteniyor. AYM, Yargıtay ve Danıştay gibi üst kurullara atamaların siyasi tercihlerle değil mesleki başarılara yani liyakate göre yapılması öngörülüyor.
3) Siyasi iktidarın güdümünde olmayan, yetki ve sorumluluklarını yasalarının belirlediği çerçevede serbestçe kullanabilen Merkez Bankasının, BDDK, SPK, Anayasa Mahkemesi gibi anayasal kurum ve kuruluşların varlığı büyük önem taşıyor.
4 ) İdarenin bütün eylem ve işlemlerini, harcamaları denetleyecek yetkilere sahip Danıştay, Sayıştay gibi organların bulunması; basının hukuki kurallara uygun şekilde özgür olması isteniyor.
5) Seçimlerin yargı gözetiminde hukuka uygun tarzda nisbi temsil sistemine göre serbestçe yapılması gerekiyor.
Demokrasi açısından, bu esaslara uygun olması şartıyla sistemin parlamenter veya başkanlık ya da yarı başkanlık olmasının önemi yoktur. Nitekim ABD, demokratik başkanlık sisteminin tipik bir örneğidir. Başkanın yetkileri sınırsız değildir. Senato’nun, Meclis'in onayı olmadan elçileri, Yüksek Mahkeme Başkanı vb üst düzey bürokratik atamaları yapamaz, dilediği yasayı çıkaramaz. Demokrasiyle uyumlu yarı Başkanlık sisteminin ise en güzel örneği Fransa’dır. Fakat gerekli kurumlar ve kuralların bulunmadığı veya yetersiz olduğu ülkelerde gücü elinde bulunduran Devlet Başkanı çoğu kere bu konumunu sürdürebilmek için yetkilerin tümünü, parasal imkânları elinde toplamaya, yargıyı, medyayı, istihbarat ve iletişim kanallarını kontrolüne almaya çalışır; direnme de olmayınca bunu başarır. Seçimler tamamen şekli bir gösteriye dönüştüğünden önemi yoktur. Günümüzde otokrasi olarak nitelendirilen bu sistemin geçerli olduğu adı cumhuriyet olan çok sayıda ülkenin olduğunu görüyoruz.
Rejimin adının cumhuriyet olduğu, başkanın şaibeli seçimlerle başa geçtiği otokrasiler, demokrasi kültürünün, kurum ve kurallarının oluşumunu engelliyor. Politikalar iş başındaki kişisel, ailevi ve zümrevi iktidarların devamını sağlayacak tarzda belirlendiğinden halka refah ve mutluluk getirmiyor, ekonomik kalkınmayı sağlayamıyor. Günümüzde gelişmiş müreffeh ülkelerin tümünün yönetim sistemlerinin demokrasi ve hukuka uygun, buna karşılık azgelişmiş veya gelişmemiş ülkelerde istisnasız otokrasinin, tek adam yönetimlerinin geçerli olması rastlantı değildir.
Türkiye’nin mevcut iç ve dış sorunlarını aşabilmesi, gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için bu konulardaki eksikliklerin giderilerek çağımızın gereği olan hukuk ve demokrasi standartlarına uygun anayasal bir sistemi daha fazla gecikmeden oluşturması gerekiyor. Siyasi hesapları bir kenara bırakabilirsek “ortak akılla” bunu elbette başarabiliriz.