Disiplin, özgürlüğün kısıtlanması değil, işlenmesidir. Aşağılayan, alçaltan, ruhu ezen bir düzenleme insanı daha kötüye götürür. Kötü duyguları açığa çıkararak isyana sevk eder. Disiplinde aşırı uygulamalar, disiplinin en büyük düşmanıdır.
Siz çocuğunuza şiddet uygularsanız o, kendisine yönelmiş her şiddete boyun eğecektir. Ya da kendisi herkese yönelen bir şiddet olacaktır.
Sürekli hakaret, tehdit, aşağılama, şiddet, çocukta kötü duygular uyandırır. Çocuk bu kötü duygularla dost olmaya başlar. Bu ruhsal zehirlenmedir.
Çocuğu öfkenize ve cezalarınıza alıştırmanız, onun üzerindeki müdahale gücünüzü ağır şekilde yaralar. Siz konuşursunuz fakat o sizi duymaz. Baskı, dayak ve sindirme ile ancak köle ve gölge kişilikli çocuklar yetişir.
Şiddet, entelektüel birikimin, duygusal derinliğin ve aklın bittiği yerde başlar. Şiddet cehaletin göstergesidir, çaresizliktir.
Çaresiz ise eğitimci olamaz. Şiddet uygulanan bir çocuk kendisine güvenini, saygısını ve utanma duygusunu kaybeder. Kaybolduktan sonra geriye kalan varlığı eğitmek imkânsızdır. İmha etmek ceza olamaz.
Disiplin baskıya dönüşmemeli, özgürlük sınırsız olmamalı. Dengeyi sağlayabilmekten başka çaremiz yoktur. İyi insan yetiştirmek kolay değildir. Aşrı korumak kadar, aşırı baskı da yanlıştır.
Çocuk sokağa bırakılmalıdır, ama sokakta bırakılmamalıdır. “Çocuğa çok baskı yapıyorsanız ‘utangaç’ hiç terbiye vermezseniz ‘utanmaz’ olur” diyor R. Şükrü Apuhan.
Kimi babaların dayak konusundaki tutumları pek katıdır: "Babamızın elinden sopa düşmezdi. Yediğim dayağın sayısını unuttum. Dayaktan korkardım ama benim iyiliğim için döverdi. Adam olayım diye döverdi. Bu yüzden hiç zararını görmedim !"
Böyle konuşan baba, adam olmuşsa, dayak yediği için değil, dayağa karşın adam olmuştur. Kişiliğinde, aransa, kendi göremediği yara izleri bulunabilir. Tek başına dayakla adam olmuş insan gösterilemez!
Dayağa başvuran annelerin, içtenlikle söyledikleri sözlerden bir kaç örnek verelim:
"Bağırıyorum, çağırıyorum, yalvarıyorum, dinlemiyorlar, gene bildiklerini okuyorlar. Bir sabır, iki sabır şurama geliyor. Ben de kalkıp bir güzel dövüyorum. Sonra da bütün gün, pişman oluyor hasta gibi dolaşıyorum. Onlarsa hiç bir şey; olmamış gibi haylazlıklarını sürdürüyorlar!”
"Çocuğumu dövdükten sonra öyle vicdan azabı çekiyorum ki beş dakika geçmeden kucağıma alıyorum. Biliyorum doğru değil ama ağlamasına dayanamıyorum!
"Küçükken bir süre sesi çıkmaz, uslu dururdu, şimdi gücüm yetmez oldu. Ben bir vuruyorum o iki vuruyor, iyice yüz' göz olduk galiba!"
"Ben kendim her gün dövüyorum da babası dövünce dayanamayıp elinden alıyorum. Aslını sorarsanız, o benim kadar kıyasıya dövmez!"
"Ben vurdukça o ya gülüyor, ya da, "Vur daha vur! Öldürsen de ağlamayacağım işte !" diyor, öyle suçlanıyorum ki ne yapacağımı şaşırıyorum."
Uzayıp giden bu küçük itirafların şu ortak yanı dikkati çekiyor: O da beklenen sonucun alınmayışı ve annelerin, başvurdukları bu cezadan, çocuklardan çok kendilerinin etkilendikleri gerçeğidir, içtenlikle konuşan bu anneler, bugün ailelerin içine düştükleri çıkmazı dile getiriyorlar.
Bir çocuğun kendisini az önce döven annesine söylediği sözler bunu çok iyi kanıtlar: Anne, yanına sokulan oğluna;
"Biraz önce dayak yedin, konuşma benimle, yaklaşma yanıma" dediğinde,
Çocuk;
"Ama anne! Beni dövsen de sana kızamıyorum ki! Beni sevdiğini biliyorum !". yanıtını verir.
Küçük çocuklarını evden gitmekle korkutan, "Annesiz kalırsın, üvey anne ellerinde büyürsün, o zaman anlarsın değerimi!" diyerek yıldıran anne, çocuğunu sürekli tedirgin etmek pahasına, ancak kısa bir süre için uslandırabilir.
Annelerin sık sık başvurduğu bir yol da acındırma yoludur. "Beni çok üzüyorsun, canımdan bezdirdin, birazcık seviyorsan acı bana, yapma!" diye başlayıp, "yataklara düşeceğim" diye sürüp giden yalvarmalar, ancak annenin güçsüzlüğünü ortaya koyar. Bu yolla çocuk kolay tedirgin olur, ama uslanmaz.
Utangaç olmayan, fakat utanmasını bilen,
Kendini ifade edebilen ve saygılı olan,
Nazik fakat hakkını savunan,
“Dik başlı” olmak yerine, “başı dik” çocuklar yetiştirmeliyiz.
Sevgiyle kalın…