İnsani yaratıcılık düşüncede başlar. Varlıklara isim verebilen, kelime ve kavramlarla düşünen insan, ürettiği ve kullandığı kelime ve kavramlarla kendine özgü bir dünya yaratır. Bilim, kültür, sanat, teknoloji gibi insan ürünü olan her şey, insana özgü bu dünyada vücut bulur. Hakikate uygunluk dediğimiz şey de, öncelikle dış dünya ile onların zihnimizdeki karşılıklarının ne kadar örtüştüğü ile ilgilidir. Kısaca ifade edecek olursak, insan kelime ve kavramlarla düşündüğü için bu yaratıcılığın niteliği ve istikameti 'bilgi' tarafından belirlenir. Bu bakımdan bilgi insanı hem özgürleştirir, hem de köleleştirir.
Günümüzde bilgiye erişim imkanlarımız çok artmıştır. Ancak, bir o kadar da, sahip olduğumuz bilginin güvenilirliği konusunda kuşkularımız artmıştır. Birtakım odaklar, siyasi, ideolojik, ekonomik vb. amaçlarla, toplumu istedikleri gibi biçimlendirebilmek ve yönlendirebilmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Herkes gücünü, imkanını daha çok artırabilmek, yerini daha çok genişletebilmek, malını daha iyi pazarlayabilmek için her yolu denemektedir. Bu doğrultuda, doğal iletişim yerini büyük ölçüde güdümlü iletişime bırakmıştır. Toplum ciddi bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu durum hem kafa karışıklığına, hem de birtakım ciddi rahatsızlıklara yol açtığı gibi, insanların, herkesin ihtiyacı olan birtakım 'varoluşsal doğrular/değerler' konusunda duyarlılıklarını yitirmesine de sebep olmaktadır.
'Bilgi kirliliği' ifadesi, iletişim imkanlarının artışına bağlı olarak sık kullanılmaya başlanmıştır. Aslında adına 'bilgi kirliliği' denmese de, düşünce dünyamız bu konuya hiç de yabancı değildir. İslam Tarihi'nde karşımıza çıkan 'uydurma hadisler' meselesi bilgi kirliliğinin ilginç örneklerinden sayılabilir. Kabağı para yapmayan tüccar onun 'cennet taamı' olduğunu Hz. Peygamber'e söylettiği zaman tahmin ettiğinden fazla para kazanabilir. Herhangi bir mezhebi, cemaati yerin dibine batırmanın en kestirme yolu onun aleyhinde bir hadis bulmaktır. Bunun tersi de doğrudur; Hz. Peygamber'in vefatından asırlar sonra ortaya çıkan mezhepler, tarikatlar, cemaatler bile, Hz. Peygamber'e kendi lehlerinde hadis söylettirmekten çekinmemişlerdir. Bazı hasta kimseler rüya ile hakikati birbirine karıştırmışlar, gördükleri rüyayı hakikat diye insanlara anlatmışlardır. Her mezhep, kendine özgü bir yer edinebilmek için yapay bir tarih üretmiştir. Bu sözümüzün en açık kanıtı Dört Halife Dönemi'ne bazı mezheplerin bakışıdır. Mesela, Ehl-i Sünnet, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin halifelik dönemlerini İslam'ın en ideal dönemi olarak bir tür kutsallık şemsiyesi altına taşımıştır. Hariciler, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemini meşru kabul eder, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi tekfir ederler. Şia ise, hilafetin Hz. Peygamber'den hemen sonra nass ve tayinle Hz. Ali'nin hakkı olduğunu ileri sürer. Açıkça görülebileceği gibi, her üç anlayış da birbirinden farklıdır. Her mezhep kendine göre bir tarih inşa etmiştir. Temel amaç, kendisinin en doğru, en sahih mezhep olduğunu göstermektir. Bu duruma tarihin geriye doğru işletilmesi denilebilir. Demek ki, bilgi kirliliği yeni bir şey değildir.
Din alanı söz konusu olduğunda bilgi kirliliği, beraberinde bilinç kirliliğini de getirmektedir. İşin en kötü yanı, bu alanının, kirliliğin yayılmasını ve daha etkin olmasını kolaylaştıran bir niteliği vardır. Din alanında ortaya çıkan kirliliğe dayalı çarpık din anlayışı, kısa sürede hayatın bütününde etkisini hissettirebilmektedir. Öyle ki, din karşıtı bir duruşu tercih etmek bile, bu kötü etki çemberinden kurtulmak anlamına gelmemektedir. Din, kültürün şekillenmesinde en etkin faktörlerden birisi olduğu için, bu kültürün içinde yetişen herkes, çarpık din anlayışından bir şekilde nasibini almaktadır. Örneğin, önyargı, çözümü geçmişte aramak, eleştiriden korkmak, sağcı-solcu, dinli-dinsiz demeden, pek çoğumuzun ortak özelliği değil midir? Bu durum, birbirini besleyen iki uç tüketici insan tipinin ortalıkta dolaşmasına yol açmaktadır. Bir yanda dinin özüne, akla ve Kur'an'a aykırı üretilen bilgilerle beslenen ve bunları tüketerek yaşayan kimseler, diğer yandan bunları İslam zannederek tepkisel bir din karşıtlığının içine sürüklenen insanlar... Aslında burada ortak payda din konusunda bilgisizlik, beslenme havuzları ise gerçekten kirlenmiş bilgilerdir.
'HİKMET' VARSA 'SUAL'DE VARDIR
Bilgi kirliliğinden kurtulmanın yolu, öncelikle doğru, sağlam, güvenilir bilginin peşinde olmaktan geçer. Bütünüyle sözlü kültürle beslenen insanlar, bilgi kirliliğinden asla kurtulamazlar. Çünkü şifahi kültürde, kaynakların ve temel kavramların sorgulanması pek mümkün değildir. Din alanındaki kirli bilginin etki gücü, ancak sorgulama süreçlerini işleterek, eleştirel düşüncenin geliştirerek azaltılabilir.
Diğer taraftan, bilgi kirliliğinden arınabilmek için, 'büyükler söylüyorsa mutlaka bir hikmeti vardır; hikmetinden sual olunmaz', anlayışından vazgeçmek zorundayız. Çünkü, ortada 'hikmet'e benzer bir şey varsa, mutlaka 'sual' de olmalıdır. 'Hikmet'in hikmet olduğu ancak sual ile anlaşılabilir. Anlaşılmayan, anlama menzilinin dışında tutulan bir şeyin hikmet olup olmaması fazla bir anlam ifade etmez.
Kur'an bizleri 'bilmediğin şeyin peşinden gitme' (17/36) diyerek uyarmakta, bilgiye ve belgeye dayalı hareket etmeye davet etmektedir. Müslüman bilgiye, öğrenmeye açık insandır; zanla hareket etmez; her sözü dinler, en güzelini, en doğrusunu tespit eder. Yüce Allah, Zümer suresinde şöyle buyurmaktadır: 'Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ulaştırdığı ve gerçek akıl sahibi olanlar bunlardır.' (38/18) . Sözün güzeli, anlamlı, doğru, sağlam ve güvenilir olandır. Kaynakları belirsiz; akla, vahye ve yaratılışın yasalarına uygun olmayan sözlerin 'kirli' olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.